Sultan I. Ahmed, Nisan 1590'da Manisa/Saruhan'da, Sultan III. Mehmed'in ikinci oğlu olarak Handan Sultan'dan dünyaya gelmiştir.
Babası III. Mehmed’in Saruhan/Manisa Sancakbeyliği yaptığı dönemde doğan şehzade Ahmed, İstanbul dışında doğup tahta geçen son Osmanlı padişahıdır.
Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminden beri var olan şehzadelerin sancağa çıkma usulüne de ilk defa Sultan Ahmed’le uyulmamış ve bu gelenek sonraki dönemlerde de devam ettirilmiştir. Bu meyanda Sultan I. Ahmed yeni bir emir yayımlayarak Osmanlı veraset sistemi/tahta geçme usulüyle ilgili köklü bir değişiklik yapmıştır. Emre göre Osmanlı tahtına “Ekber ve Erşed” yani büyük ve akıllı olan şehzadenin geçmesi kararlaştırılmış; babadan oğula geçen saltanat usulü de böylelikle sona ermiştir. Sultan I. Ahmed, bu kapsamda kardeşi Mustafa’yı (Sultan I. Mustafa) öldürtmeyerek bir ilke imza atmış ve Fatih Kanunnamesini uygulamamıştır. O’nun bu kararı almasındaki etkenlerden biri, tahta geçtiğinde çocuğunun olmaması ve hanedanın kendisi dışında tek ferdinin kardeşi Mustafa olmasaydı. Bir diğeri ise babası Sultan III. Mehmed’in abisi Şehzade Mahmud’u öldürtmesinden etkilenmesi de kardeş katlini kaldırmasında etkili olmuştur.
Osmanlı Devleti’nin Ahmed isimli ilk padişahı olacak Ahmed Han, babası Sultan III. Mehmed vefat ettiğinde henüz 14 yaşına girmemişti. Bu nedenle daha sancağa gönderilmeden hanedanın en büyük ferdi olarak tahta geçmek durumunda kalmış ve sancakbeyliği yapamamıştır.
21 Aralık 1603 tarihinde Topkapı Sarayı’nda yapılan törenle Osmanlı tahtına geçen Sultan I. Ahmed Han, kendisini iki cepheli bir savaş ve iç karışıklıklar içerisinde olan bir ortamda bulmuştur. Nitekim babası döneminde başlayan Batı Cephesi’nde Avusturya ile Doğu Cephesi’nde ise Safevîler ile vuku bulmakta olan savaşlar tüm hızıyla devam etmekte ve bir sonuca ulaşamamaktaydı. Bunun yanı sıra Anadolu’nun bazı yerlerinde celali eşkıyasının çıkardığı isyanlar, devleti ek bir gaile olarak uğraştırmakta ve devlet otoritesine zarar vermekteydi.
Sultan I. Ahmed, genç yaşta (13.5) ve henüz tecrübesiz bir şekilde tahta geçtiği halde, yıllardır var olan savaşlara bir son vermek niyetinde oldu ve bu konuda kararlı bir duruş sergilemeye çalıştı. Bu kapsamda Batı Cephesi’ndeki Osmanlı Ordusu, 1604 ve 1605 yıllarında icra ettiği ileri harekatlarla Avusturyalıların eline geçmiş olan Hatvan, Peşte, Ciğerdelen ve Estergon kalelerini fethetti. Bunun üzerine gerek Osmanlı Devleti gerekse Avusturya 1593’ten beri devam eden ve esasında iki taraf için de büyük kazanımların olmadığı; aksine mali ve insan kaybının olduğu savaşı sona erdirmeye niyetli göründüler.
Avusturyalılar 12 yıldır devam eden savaşta, önceki savaşlara göre Osmanlı Ordusu’na karşı ciddi mukavemetler göstermiş ve bazı başarılar elde etmişti. Her ne kadar Osmanlı Ordusu, savaşın sonlarına doğru tüm kayıplarını telafi edip yeni topraklar alsa da Kanuni Sultan Süleyman dönemindeki kesin ve kati zaferlerden bahsetmek mümkün değildi. Bu kapsamda Avusturyalıların kendi lehlerine bazı şartlar öne sürmesi barış görüşmelerini uzattı. Sultan Ahmed uzun bir süre diplomatik çabalarla Avusturya’nın özellikle Avusturya Kralının Osmanlı Padişahına eşit sayılmasını öngören şartını kabul yanaşmadıysa da nihayetinde barışın yapılmasını kabul etti. Nitekim 11 Kasım 1606’da Osmanlı ve Avusturya Devletleri arasında bugünkü Slovakya topraklarında yer alan Zitvatorok’ta barış antlaşması imzalandı.
Zitvatorok Antlaşması’na göre; Eğri, Kanije ve Estergon Kaleleri Osmanlı toprağı olarak kalmaya devam etmiş ve Osmanlı Devleti’nin Batı sınırı bu hattın ilerisinden geçmişti. Yine Avusturya Osmanlı Devleti’ne, 200.000 altın savaş tazminatı ödemeyi kabul etmişti. Bu iki madde antlaşmanın Osmanlı lehine olan maddeleri iken; bu antlaşmaya kadar Avusturya’nın, elindeki Macar toprakları için daha önceden Osmanlı’ya ödediği yıllık 30.000 altınlık vergi kaldırılmıştır. Yine 1533 İstanbul Antlaşması ile elde edilen Avusturya Kralının Osmanlı Padişahına değil Osmanlı sadrazamına eşit sayılması maddesi iptal edilmiştir. Böylece Osmanlı Devleti’nin Avusturya karşısındaki protokol ve hukuksal üstünlüğü de kalkmıştır.
(Osmanlı ve Avusturya arasında bugünkü Slovakya topraklarında ve Zsitva suyunun Tuna Nehrine döküldüğü Zitvatorok’ta imzalanan Zitvatorok Antlaşması’nı temsil eden Barış Anıtı)
Batı Cephesi’ndeki savaşı nihayete erdiren Osmanlı Devleti, gücünü Doğu Cephesi’nde İran ile savaşa ve özellikle Celali isyanını sona erdirmeye yönelmiştir. Bu kapsamda Sultan I. Ahmed’in emri ve olağanüstü yetkilerle Anadolu’ya geçen Kuyucu Murad Paşa, aldığı sert tedbirler ve kararlı eylemleriyle Celali eşkıyalarını yakalayarak cezalandırmış ve Anadolu’da yaklaşık 15 yıldır aralıklarla devam eden karışıklığı sona erdirmiştir.
Doğu Cephesi’nde ise İran, Osmanlı Devleti’nin Batı Cephesi’ndeki mücadelesi ve iç karışıklıklardan faydalanarak 1590 Ferhat Paşa Antlaşması ile kaybettiği toprakları büyük ölçüde geri almıştır. Serdar-ı Ekrem Nasuh Paşa’nın Safevîler’e yönelik giriştiği seferlerde, özellikle Tebriz ve Revan’ı geri almak için yaptığı harekatlarda, başarı sağlayamaması üzerine İran ile de bir sulh yapılması gündeme gelmiştir. Bu bağlamda padişah tarafından yetkili kılınan Nasuh Paşa, Safevî Şahı Abbas ile 20 Kasım 1612’de Nasuh Paşa adı verilen antlaşmayı imzalamıştır.
Yapılan antlaşma ile Osmanlı Devleti, Dağıstan bölgesi ve Gürcistan’ın kuzey bölgeleri dışında 1578-1590 yılları arasındaki seferleriyle kazandığı bugünkü Azerbaycan, Ermenistan ve İran’ın batı topraklarını kaybetti. Böylece Sultan III. Mehmed döneminde Osmanlı Devleti’nin Batı ve Doğu’da, aynı anda en geniş topraklara ulaşma durumu ve zirvenin zirvesi sona erdi. Nasuh Paşa Antlaşması ile Safevîlerin Osmanlı Devleti’ne savaş tazminatı ödemesi kararlaştırıldı. Bu madde Osmanlı Devleti için çok önemli olmasa da pozitif bir karar olarak zikredilebilir. Esasında geçici bir antlaşma olarak Osmanlı Devleti için toprak kaybı anlamına gelen Safevîler’i ise daha çok toprak istedikleri için tatmin etmeyen bu antlaşma 3 yıl sonra bozuldu ve Osmanlı-İran savaşları yeniden başladı.
Sultan I. Ahmed’in siyasi ve askeri faaliyetlerinin yanı sıra adını tarihe yazdıran önemli icraatları da olmuştur. Bunlardan bir tanesi Ayasofya Camisinin karşısında yaptırdığı Sultan Ahmed Camisidir. 1609 yılı sonlarında temeli atılan cami, saltanatının son döneminde, Haziran 1617 yılında, ibadete açılmıştır. Padişahın bu camiyi yaptırmasındaki sembol gayenin, Hristiyanlar tarafından yapılan Ayasofya’nın karşısında İslam dünyasının heybet ve ihtişamını yansıtan bir dini mimari yaptırmak olduğu da ifade edilmektedir. Mimar Sinan’ın öğrencisi olan Sedefkar Mehmet Ağa tarafından yapılan caminin 6 minaresi ve 16 şerefesi bulunmaktadır. Ayrıca içindeki İznik ve Kütahya çinilerinin yoğun kullanımından ötürü Batılılar tarafından Mavi Cami olarak adlandırılmaktadır.
22 Kasım 1617’de vefat ettiğinde 27.5 yaşında olan Sultan Ahmed, genç yaşta çıktığı Osmanlı tahtını genç yaşta tifüs hastalığı sebebiyle vefat ederek bırakmıştır. 14 yıllık saltanatı boyunca birçok siyasi, idari ve askeri icraatların yöneticisi durumunda olan padişahın iyi niyetli bir şekilde devleti yönetmeye çalıştığı; atalarının ihtişamlı dönemindeki kadar olmasa bile yaptığı antlaşmalarla devletin eski gücünün izlerini korumaya çalıştığı görülmektedir. Bununla birlikte Sultan I. Ahmed döneminden itibaren Osmanlı Devleti gücünün zirvesinden yavaş yavaş aşağı inmeye başlayacaktır. 1600’lü yılların başı olan bu dönemle birlikte Osmanlı Devleti için kum saati tersine dönecektir. Şüphesiz bu dönemde Avrupa’da meydana gelen bilimsel ve reformist değişim ve dönüşümün de Osmanlı aleyhine, rakipleri Batılı devletlerin lehine olduğu da ifade edilebilir.
Sultan Ahmed’in Osmanlı tarihine bıraktığı önemli miras ve isimlerden biri de eşi Mahpeyker Kösem Sultan’dır. Kanuni Sultan Süleyman’ın eşi Hürrem Sultan’dan sonra en popüler Valide Sultan ve padişah eşi olan Kösem Sultan, eşi Sultan Ahmed’in vefatından sonra yaklaşık 30 yıl Osmanlı Devleti’nde söz sahibi olacak ve olmaya çalışacak bir isimdir. Kösem Sultan bu yönüyle, Osmanlı tarihinde devleti naibe olarak yöneten ve nüfuz sahibi tek kadın olma özelliğine de sahip olmuştur. Sultan I. Ahmed’in diğer eşi ise Mahfiruz Sultan’dır.
Sultan Ahmed’in dünyaya gelen 11 oğlundan 3’ü (Sultan II. Osman, Sultan IV. Murad ve Sultan I. İbrahim) Osmanlı tahtına geçmiştir. Bu yönüyle Osmanlı saltanatının soy olarak önemli dönüm noktalarından biri Sultan Ahmed’dir.
Sultan I. Ahmed, kendi yaptırdığı Sultan Ahmed Camisinin Ayasofya’ya bakan kısmındaki meydana yaptırdığı türbesinde metfun bulunmaktadır.