Son zamanlarda birçok kez dile getirdiğim ve yazılarına yansıttığım bir cümle var

Geçtiğimiz hafta “Çaresizlik tek çözüm mü?” başlığı altında yazdığım yazımda yaptığım analizlerle neden “çaresizlik”ten söz ettiğimi ayrıntılarıyla ve somut örnekleriyle anlatmaya çalışmıştım. Sokakta, markette, alışveriş merkezlerinde aldıklarınızın hesabını ödemek için kasalara uğrayanlardan duyulan tek şey, artık “homurtu” benzeri şikayetleridir. Bunlar iyice eziyete dönüştüğü net anlaşılabilen, neredeyse günlük fiyat değişimleriyle tüketiciyi canından bezdiren fiyat artışları konusundaki yoğun şikayetlerdir. “Bu şikayetlerin yorumlanması ve etkilerinin giderilmesi konusunda neler yapılıyor gibi bir sorunun net ve anlaşılır tek yanıtı ise “hiçbir şey” şeklinde karşılık bulmasıdır.

Son zamanlarda birçok kez dile getirdiğim ve yazılarına yansıttığım bir cümle var. Bunu burada bir kez daha dile getirmem gerekecek; az önce yazdığım şikayetlerin iyice yoğunlaştığı ve giderek çığ gibi büyüdüğü bu ortamlarda yaşanan gerçekler yukarıdan bakılınca net yansıyanlarıdır. Dikkatlice bakınca nasıl görünüyor bilemiyoruz ama, dargelirlinin gerçek yaşamında kopan dindirilemeyen fırtınalarıdır bunlar. Çarşıda, semt pazarında, alışveriş yerlerinden haberlere yansıyanlardaki yaşamlarında görünen gerçek yaşam hiç de iç açıcı değil.

Uzunca bir süreden beri hep örneklediğim izlenimlerimde, sokaklarda rastladığım sohbetlerde durumun oralardan bakıldığında gördükleri, yorumladıkları, değerlendirdikleri gibi olmadığını rahatlıkla gözlemleyebiliyorum. Bizi yönetenler bu daralan ekonomik şartlarda var olandan daha fazlasını yapmaya çalışıyorlar hiç şüphesiz. İhtiyaç olan sıcak para temini için gösterilen çabaları da görmüyor değiliz. Ama bir gerçek var ki, dargelirli artık görülebilenden çok daha can yakıcı bir yaşam biçimi zorluğunun içinde.

Cepler delik, mutfak tamtakır, ihtiyaçların giderilmesi için planladıkları ihtiyaçlarının bir çoğunu alamayıp zorunlu tasarrufa yönelip alabildikleriyle yetinen insanlarımızın şikayetlenmeleri giderek feryada dönüşmüş durumda. Dargelirlinin hemen hemen tamamı, bugün satın alabildiğini, yarın satın alamayacak durumda, mutfakta tencere kaynamıyor neredeyse. Domates, salatalık, peynir, zeytin ekmekle veya daha eskilerde artık zor anımsayabildiğimiz soğan ekmek zeytin veya peynir ile bir öğünle kapatılarak karın doyurmak artık neredeyse bir efsane, bir hayal gibi.

Bazı hatırladıklarımız da atık telaffuz bile edemediğimiz, hayal gibi aklımızın bir köşesinde şıkışıp kalmış öyküler gibi.

Bir zamanlar belli periyotlarda belli oranda alışkanlık yapan vergiler vardı. Şimdi ise vergiler de çağ atladı. Direkt vergiler ve yanı sıra birçok temel gıda ve tüketim maddelerindeki gibi dolaylı vergiler var.. Verginin cilalanmiş hali diyelim. Sokaklarda, bir araya gelinen ortamların gündem konusu; var olan, beklenen vergiler, çarşı pazarda iyice kabus haline dönüşen fiyat artışları ve neredeyse gündeliğe dönüştürülen zamlar. Sokakta konuşulan zamlar ve bu konuda artık yerleşik hale gelen fiyat artışları üzerine kurulan şehir efsaneleri. İşin en ilginç yanı ise; fiyat artışlarıyla ilgili şikayetlenmelerin çarşı pazarda, özellikle semt pazarlarında satış yapan pazarcı esnafların da fahiş fiyat artışlarından şikayetçi olmalarıdır. Çarşı pazarda iyice azalan satışlar esnafın da canını yakmaya başladı. Onlar da günlük masraflarını karşılayamayacak durumdalar.

Gelinen noktada, dargelirli satın alamamaktan, küçük esnaf satış yapamamaktan şikayetçi, üreten çifti, köylü ürettiğini satamamaktan şikayetçi. Üretenin bir başka şikayeti ise üretim destek hammaddelerine gelen zamlar nedeniyle üretemiyor olmalarıdır..

Bir başka çok önemli şikayetleren biri ise; çifçi, köylü ürettiğini toptan satış yerlerine gönderebilmek için zorunlu işlevleri olan ürün nakliyeleri konusunda iyice zorlanmaya başladıklarıyla ilgili giderek artan şikayetleridir. Akaryakıta yapılan kısa süreli fahiş zamlar, sadece; benzine ve mazota yapılan zamlar olarak değerlendirilme sınırını çoktan aştı. Akaryakıta yapılan zamlar; taşıma, nakliye ücretlerine yoğun şekilde yansımaya başlayınca, üreticiden; ana dağıtım merkezlerine ulaştırılıncaya kadar üzerine yüklenen nakliye giderleri, tüketiciye büyük oranda zam olarak yansıyor. Bu nakliye artışlarından yansıyan zamlar tüm ürünlerde tüketiciye vardığında büyük neredeyse bir misli fark olarak ürüne yansıyarak kendini gösteriyor.

Mevsimi olmasına rağmen temmuz ayında tüm meyvelere yansıyan kilogram fiyatları ortalama 35-60 lira arasında. Bazı meyveler ise daha da yüksek fiyatlardan alıcı bekliyor. Kirazın, şeftalinin, kayısının, üzümün en çok yetiştirildiği ülkemizde 50-70 liralık etiket fiyatları var. Sebzelerde de durum pek farklı değil. Domates 30-45, patlıcan, biber ve benzeri sebzelerdeki fiyat ortalamaları 30-45 liralar civarında. Patates, soğan 15-20 lira. Sofraların efendisi lezzet odağının vazgeçilmesi mevsim salata benzerleri artık lüks oldu bile.

Ekonomik kriz, var olan bütçe açığının telafisi için dost Arap ülkelerinden sıcak para bulabilme turlarına çıkılmasını vatandaşlar olarak bizler görebiliyoruz, anlıyoruz. Ekonomide düze çıkacağız diye umutlu muyuz.. Başımızı yere eğmeyelim, tabii ki umutluyuz. Enseyi de karartmayalım!

O sözü edilen “Ekonomik enkaz” öncelikli olarak yüzde 25 gibi bir zam oranıyla yıl sonuna kadar geçinmek durumuna bırakılmış işçimiz emeklimiz, dahası tüm dargelirlinin sırtına bindirilmiş görünüyor”.

Bu ortamda, var olanla yetinebilmek de artık hiç mümkün görünmüyor.

Asıl yapılması gereken çarşı pazarlardaki fiyat anarşisine dur diyebilmek.