Hepimiz tanıklık ediyor muyuz bilemiyorum ama edenlerin yüzüne vuracak olan aydınlık bekleyenlerin müjdesidir.
ZAMAN HEDİYEDİR
Tarihe tanıklık ettiğimiz günlerden geçiyoruz ve ben tanıklık kelimesi üzerine düşünüyorum bir süredir. Tan-ık-lık, yani kök kelimenin tan olması nedeniyle güneşin doğuşundan önceki alacakaranlık hali ile güneşin dünyayı aydınlatmaya başlaması arasındaki o ince çizgide olmak. Tanıklık etmek; yaşanan belirli bir sürecin içinde olma hali. Tan yeri dediğimiz o zaman dilimi alacakaranlıktan yavaş yavaş, usulca güneşin doğuşunu görecek olmanın verdiği bir gariplik hissi. Hepimiz tanıklık ediyor muyuz bilemiyorum ama edenlerin yüzüne vuracak olan aydınlık bekleyenlerin müjdesidir.
Beklemek değerdir
Beklediğimiz işlerin ardından açılan kapılarda, beklemediğiniz sırlarla kucaklandığımızı fark etmemiz için bekletiliriz. O yüzden huşu içinde bekleyenler, bekletenin arkasındaki hikmeti bildiklerindendir ki beklemeye devam ederler. Sabrın bir değer olduğunu bilenler, bekleyerek o değeri parlatırlar ki alacakaranlıkları tez zamanda aydınlansın. Sabırla yürüyen, yoldaki taşlara takılmaz, tökezlemez eğer ayağında bir arıza yoksa. Güneşin hiçbir zaman doğmak için bir acelesi olmaz. Güneşin hiçbir zaman batmak için de bir acelesi olmaz. İnsan zamanın ona verilen bir hediye olduğunu bilseydi, hiç kaçırır mıydı aydınlığı? Hediyeyi böylesine arsızca çar çur eder miydi?
Saati kim icad etti?
Bir zamanlar, doğanın zaman dilimine göre hareket eden insanoğlu, endüstrileşme ile birlikte fabrika ayarlarına göre şekil aldı. Zamanını toprağa ektiği tohumun filizlenmesi, serpilmesi, olgunlaşması ve hasat edilmesine göre yaşayan insan bir anda endüstrinin (Latince karşılığı çalışkanlık) çarklarına göre zamanını planlamaya başladı. Çünkü üretim için var olan endüstri, çalışkan insanlara para verecek bu durumda herkes kısa zamanda çok para kazanacaktı. Para için bir elmanın olgunlaşmasını beklemek gerekmeyecekti. Öyle de oldu! Fabrikalar birken iki oldu ve dev sanayi alanları, ülkeleri kuruldu. Artık herkes çalışkanlıkta yarışıyordu. Saatlerini herkes üretime ayarlamıştı. Saat asrın icadı olacaktı. Çünkü çalışkan, disiplinli insan için gerekli olan en önemli aygıt zamanı saatlere bölen parça pinçik eden bu icattı.
Zamanı yeniden keşfetmek
O kadar acelemiz vardı ki hızlı yiyip obez olduk. O kadar çok çalışıyorduk ki haz almak hakkımızdı. Bunun için tükettik ve tüketerek mutsuz olduk. Kendimizi daha iyi hissetmek için daha fazla tükettik. Kimimiz yetişemeyecek işler için kalp hastası olduk. Kimisi kazanmak için borsaya yatırdığı paralarına endişelenmekten tansiyon hastası oldu. Zamanın akıp gittiğini öyle unuttuk ki bir gün bir musibet geldi ve hepimizi durdurdu. Bir virüs! Katledilen doğa adına, petrol için öldürülen çocuklar, kadınlar, masum insanlar için unuttuğumuz zamanı hatırlamak için bize bir şans daha verilmek üzere evlere kapatıldık. Düşünmeye çok zamanımız var artık. Alacakaranlıktan sonraki güne kavuşmak için zamanın ne kadar değerli bir hediye olduğunu anlamak için yavaşlatıldık. Zamanı yeniden keşfetmek ve varlığımızı yeniden hatırlamak için bu olağanüstü hediyeye sımsıkı sarılma zamanıdır artık.
BU BİR HAFTA BİZE NELER KATTI?
Bir bakalım. Bana her şeyden önce yavaşlamak ve durmak çok iyi geldi. Acele, telaş, koşturma olmadan da işlerin halledildiğini yaşadım. Ailecek birlikte yemek yapmak, sofra kurmak ve toplamaktan keyif aldığımızı gördük. Hatta dokuz buçuk yaşındaki kızım beni şaşırttı. Bir akşam otururken elinde bir tepsiyle çıkageldi. Bize kahve yapmıştı. Gerçek saadetin çocukların büyümesini görmek olduğunu bildiğimiz halde hızlandırılmış zamanda tüm bunları görmeye halimizin kalmadığını fark ettim. Sokaklardaki sessizlik, araç kullanımın azalmasından kaynaklanan hava temizliği, kendime ayırabildiğim kitap okuma zamanları, ailecek film seyretme, sohbet etme imkanlarımız oldu ve bir süre daha olacak gibi gözüküyor. İnşallah sağlıkla ve keyifle, sevdiklerimizin iyi haberleriyle bu dönemi bilinçli bir şekilde atlatır ve virüs misafirini dünyamızdan böylece göndermek nasip olur.
GERÇEKTEN NEYİN PEŞİNDESİN?
Yüzlerce bilgiyi öğrensen de yine içini kemiren düşüncelerden kurtulamazsın. Asıl aradığın ne? Hangi bilginin peşindesin? Gerçekleri öğrenmek için devirdiğin kitaplar dolusu yazı senin içinde boşlukta duruyorsa! Sen neyin peşinde olduğunu bilmiyorsan! Görünmeyen bir canlı bütün bedenini ele geçiriyorsa! Sen evet sen, neyin peşindesin? Hangi gerçeğin peşindesin? Ya da gerçek olan her şeyden şüphe ediyorsan, neye talipsin? Senin kendinden mi şüphen var? Varsan nasıl yoksun, ama yoksan da nasıl varsın? Dikkat et! Aklın sana oyun oynuyor. Bu akıl oyunundan çıkmanın tek yolu var. Hakikatin dünyaya nasıl hükmettiğini gör ve kendini bu hakikat rüzgarına usulca bırak. O rüzgâr seni dingin bir limana götürecek. Her şeyin başladığı o yere.
Yazan: Gülgûn Uyar
BABASININ SIRRI: FÂTIMA HAZRETLERİ (3)
...............
Hazret-i Fâtıma, zâhiren ve bâtınen babasına benzetildiği güzel vasıflara sahip bir evlâttı. Resûlullah onu görünce sevinir, ayakta karşılar, elini tutarak yanaklarından öper, iltifat edip yanına veya kendi yerine oturturdu. Babası kendi evine gelince Hazret-i Fâtıma da onu aynı şekilde karşılar ve ağırlardı.
...............
MUHABBET SIRRI
Hazret-i Peygamber, kızı Fâtıma’ya derin bir muhabbet besler ve her vesile ile sevgisini izhâr ederdi. Fâtıma’yı gözünden sakınır, kimsenin onu üzmesine müsaade etmezdi. Âlemlerin Efendisi sık sık “Fâtıma benden bir parçadır, onu hoşnûd eden her şey beni memnûn eder. Onu üzen her şey de beni üzer” düstûrunu hatırlatırdı.
Hazret-i Fâtıma, zâhiren ve bâtınen babasına benzetildiği güzel vasıflara sahip bir evlâttı. Resûlullah onu görünce sevinir, ayakta karşılar, elini tutarak yanaklarından öper, iltifat edip yanına veya kendi yerine oturturdu. Babası kendi evine gelince Hazret-i Fâtıma da onu aynı şekilde karşılar ve ağırlardı. Hazret-i Peygamber sefere giderken aile efrâdından en son Fâtıma ile vedâlaşır, seferden dönünce de ilk olarak onunla görüşürdü. Hazret-i Fâtıma, güzel ahlâkı, zühd ve takvâsı sebebiyle Resûl-i Ekrem’in teveccühüne mazhâr oldu. “Bana melek gelerek Fâtıma’nın cennet hanımlarının efendisi olduğunu müjdeledi” ifadesinde olduğu gibi, “İnsanlık âlemine şeref olarak şu dört kadın yeter: Îsâ’nın annesi Meryem, Firavun’un iman eden karısı Âsiye, benim eşim Hatîce ve benim kızım Fâtıma” beyânı da, Hazret-i Fâtıma’nın rüchâniyetini ilan etmektedir.
Risâlet vazifesinin tamamlandığını bilen ve son günlerini idrak etmekte olduğunu anlayan Hazret-i Peygamber, baba şefkatiyle kızını bu ayrılığa hazırlamıştı. Rahatsızlığı esnasında Hazret-i Fâtıma’nın kulağına eğilerek, o sene Cebrâil Aleyhisselâm’ın Kur’ân-ı Kerîm’i mukâbele etmek üzere iki kere geldiğini ve bunun, vefatının yaklaştığına bir işaret olduğunu fısıldadı. Kızının son derece kederlendiğini ve ağladığını görünce de ailesinden ilk olarak onunla kavuşacaklarını haber verdi. Bu haberi bir müjde kabul eden Hazret-i Fâtıma’nın hüznü yerini sevince bırakmıştır. İrtihâl-i Nebevî üzerine Hazret-i Fâtıma “Ey Tanrısının emr ü fermânı kendisine erişen babacığım! Senin mevt haberini Cibrîl Aleyhisselâm’a duyuralım” diye nidâ eder. Hazret-i Fâtıma’nın bundan sonraki günleri babasına duyduğu tahassür ile geçmiştir.
Nebiyy-i Ekrem’in âlem-i bekâya irtihâlinden bir müddet sonra Hazret-i Fâtıma rahatsızlandı. Belli bir süre tedavi gördü. Hazret-i Peygamber’in müjdelediği gibi O’na kavuşacak olmanın sürûruyla 3 Ramazan 11 (22 Kasım 632) tarihinde Salı günü, 29 yaşlarında ebedî âleme göçtü. Nübüvveti karşıladığı gibi Nebî’yi uğurlamış ve tez vakitte ona kavuşmuştur. Mübârek nâşını Hazret-i Ali, Hazret-i Ebû Bekir’in hanımı Esmâ bint Umeys ve Selmâ gaslettiler. Cenazesi kendi vasiyeti uyarınca, o zaman ilk defa tatbik edilen bir usulle üst kısmı kapalı bir şekilde tabut içinde taşındı. Cenaze namazını Hazret-i Ali (veya Abbâs b. Abdülmuttalib) kıldırdı. Vasiyeti üzerine gece, Hazret-i Ali, Abbâs ve oğlu Fazl tarafından Cennetü’l-Bakî‘da sırlandı.
Fâtıma’nın ömrü asr-ı saâdettir. Ahlâkı nübüvvetin aynasıdır. Hazret-i Fâtıma’nın vazgeçilmez bir parçası olduğu Ehl-i beyt’i sevmek, Peygamberimiz’in bizlere vasiyetidir. Bu vasiyet, Resûlullâh’ın aşıladığı meveddet /muhabbet sırrıdır. (Yüce Mevlam O’ndan razı olsun.)
DAHA DA AZ ŞEYLE YAŞANABİLİYORMUŞ
İki haftadır evden ihtiyaçlar haricinde dışarı çıkmadığımız için az giysiyle de yaşanabildiğini gördük. Böyle olunca deterjan masrafının azaldığını fark ettik. Ütüye ihtiyacımız bile olmadı. Araba kullanımı neredeyse çok azaldığı için benzin masrafı beşte bire düştü. Benzin tüketiminin azalmasının fiyatlara yansıdığını da gördük. İki hafta önce yedi lira olan en yüksek litre benzin fiyatı beş otuz dokuza kadar geriledi. Dışarı çıkılmadığı için masraf yapılmadı, yemekler sadece evde yenildiği için yine paraların cepte kaldığını gördük. Birlikte yemenin, içmenin bereketi farklı etkilediğini gözlerimizle müşahede ettik. Evden çalıştığım için kuaför masrafım da ortadan kalktı. Çocuklar da harçlık istemez oldular. Demek ki daha az şeyle yaşanabiliyormuş.
ARTI – EKSİ
Artı
Gençlerin hizmet etmesi
Akrabalarımdan ve etrafımdan çokça duyuyorum. Gençler apartmanlarda dışarıya çıkamayan yaşlı ve engelli, hasta vatandaşlarımızın günlük ihtiyaçlarını karşılamak için grup kurmuşlar. Kendi aralarında dönüşümlü komşularının ihtiyaçlarını tedarik ediyorlarmış. Zamane gençlerden bir şey olmaz diyenler utansın. Gençlerin içindeki ortak cevher böylelikle ortaya çıkmış oldu.
Eksi
Virüs ve ekonomik endişe
Bazı sektörlerde günlük kazanan esnafların işleri şu anda durdu. Bu güzel ve istenilen bir şey değil. Ancak sürekli bu konuda olumsuz haberler yazıp yayacağımıza nasıl yardım edilebileceğine dair sivil toplum kuruluşlarının harekete geçmesini beklerdim. Nasıl şu anda sağlık çalışanlarını desteklemek için kampanyalar yapılıyorsa aynı şekilde zararda olan esnaf için de yardımlar hazırlanmalı. Devlet bu süreçte maddi kayba uğrayacak olanlar iş yerleri için önlemler aldı. Belki yeterli olmayabilir. Bu yüzden sivil toplum kurumları ve sivil toplumun kendisi mahalle ve esnaf bazına çözümler üretecek şekilde planlama yapmalı. Her şeyi devletten beklemek doğru değil.
BİR TESPİT
Dünyamız iyiler ve kötülerin savaştığı bir dünya ne yazık ki.
Toplumda meydana gelen felaketler üzerinden rant siyasi, ticari devşirmeye çalışanlar var. Kimisi ticari stokçuluk yapar, kimisi siyasi rant uğruna ajitasyonlar yapar. Böyle zamanlarda birlik beraberlik ve empati duygusunu geliştirmek varken utanç verici davranışlarda bulunmak ne kadar insani ve vicdanidir!.. "Merhamet etmeyene merhamet olunmaz" sözünü hatırımızdan çıkarmamamız gerek.
Bütün kutsal kitaplarda, afetler ve felaketler üzerinden toplumlar nasıl uyarıldığını ve terbiye edildiğini biliyoruz. Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz olmadığı müddetçe sadece ulus olarak değil bütün insanlık olarak hüsrandayız. Savaşlar, salgın hastalıklar, kıtlıklar, susuzluklar... Salgın hastalıklar, çekirge istilaları, büyük orman yangınları, sel felaketleri, dev tsunamiler, gel gitler, depremler hepsi birer ilahi ikazdır. Buna rağmen insanımız biraz akletmez mi!..
Evlere geliniyor, Sağlık Bakanlığı ya da Milli Eğitim Bakanlığından geliyoruz deyip hırsızlık ve dolandırıcılığa tevessül edilebiliyor.
Elbette yasalar bunların takibinde. Fakat asıl savaş yapılan iyiliklerle kötülükler arasında.