Şimdilik isim vermeyeceğim.

Şimdilik isim vermeyeceğim.

Çünkü hatırayı anlatan hayatta. Ve inşallah uzun soluklu bir çalışmayla yakın tarihe ışık tutacak anılarını derlemeye başlayacağız.

Belki o zaman isim isim anlatmak daha ilgi çekici olacak.

Fakat sansürlü haliyle de çok şey anlayacağınıza eminim.

Çok uzun yıllar önce…

Türkiye’nin tek sağ, muhafazakâr ve mukaddesatçı gazetesi Tercüman’ın yazı işleri toplantısı…

Benim de birçoğunu yakinen tanıdığım Babıali’nin seçkin simaları harıl harıl çalışıyorlar.

Ertesi gün Ramazan Bayramı arifesi…

Masadan bir görevli soruyor: “Son teravih haberi yapıyor muyuz?”

Hatırayı anlatan büyüğüm diyor ki;

“Ulan onu dün yapacaktın. Yarın Ramazan’ın son günü. Teravih yok!”

Arkasından İslamiyet’e göre günün gece ile başladığını mesela Perşembe gününün akşam namazından sonrasına Cuma gecesi dendiğini, Cuma gününün de Cuma günü akşam namazı ile bitip o andan itibaren giren vakte Cumartesi gecesi dendiğini izah ediyor.

Fakat kafalar basmıyor.

İçlerinden biri telefona sarılıp “Bir dakika, tartışmayın, ben hallediyorum!” deyip numara çevirmeye başlıyor.

Müdürlerden biri “Oğlum ne yapıyorsun sen?” diye karşı çıkıp telefonu kapattırıyor.

“Müftülüğü arıyorum. Onlara soracağım.” diyor akl-ı evvel.

Telefonu kapattıran müdür, “Yahu sende akıl yok mu. Rezil edeceksin bizi. Tercüman Gazetesi burası.” diye basıyor fırçayı.

Aynı müdür masada oturan ve defalarca Hac’ca giden bir arkadaşına dönüp, “Sen bilirsin. İşin aslı nedir?” diye soruyor.

Hatırayı nakleden büyüğüm, “Benim açıklamalarım yeterli gelmedi masadakilere” diye ilave ediyor.

Soru sorulan zat-ı muhterem ise şu manidar cevabı veriyor:

-Ben hac masasına bakıyorum. Teravih masasına değil!

Tartışma uzayıp giderken, Tercüman’a yeni genel yayın müdürü olmuş çok meşhur bir zat gülüyor ve dayanamayıp soruyor:

-Arkadaşlar, kusura bakmayın ama siz neyi tartışıyorsunuz? Teravih dediğiniz nedir?

Alın size Türkiye’nin muhafazakâr medya kadrosu!

Şimdi tek tek o isimleri gözümün önüne getiriyorum.

Tamamı sorarsanız muhafazakâr ve fakat “hayır”cı çağdaş muhafazakâr.

Burada maksadım onların dini bilgileri ile alay etmek değil.

Asla.

İçlerinden bir kısmının gazetecilik mesleği anlamında üzerimde hakları var.

Ama biz buyuz.

Medyamız bu!

Belki az daha sabredip Ramazan hatırası diye Ramazan’da paylaşmak daha manidar olabilirdi.

Fakat benim dikkat çekmek istediğim nokta, dine olan mesafeleri değil, dindarlığı kimselere bırakmayıp millete karşı olan tavırları.

“Hayır” propagandasının liderleri ne diyor?

Muharrem İnce “asın!” diyor.

Tuncay Özkan “it” diye hakaret ediyor.

Adı silik şahsiyet denize dökmekten bahsediyor.

Bu şuuraltı boşalmalarının tanımladığı kimlikle, teravihi bilmeyen sözde muhafazakâr eski gazeteciler aynı “Hayır”da buluşuyor.

Ben de bu hatırayı dinleyene kadar o masadakilerden bazılarının niye “hayır” dediklerini anlatmakta zorluk çekiyordum.

İşim kolaylaştı.

Cumhuriyeti kuran elitlerin elbette bizim için tayin ettikleri kanaat önderleri vardı.

Biz de onları bizden sanıyorduk.

Hepsi bu.