Bir yandan işimiz çok kolay zira 2023 zor bir seneydi ve bu kadarını söylemek aslında belki de kâfi.
Âdettendir; sene sonlarında geride bırakılan yıl uluslararası siyasette nasıl bir tablo çizmiş, üzerine bir değerlendirme yazılır. Biz de adeti yerine getirelim. Bir yandan işimiz çok kolay zira 2023 zor bir seneydi ve bu kadarını söylemek aslında belki de kâfi. Ama işte daha ötesinde bir değerlendirme yapmamız gerektiğinde işimiz biraz daha zorlaşıyor. 2023, öncellikle yaşanan deprem nedeniyle pek çoğumuz için kayıpla işaretlenen bir sene oldu. Sadece Türkiye değil, Suriye ve Fas’ta da büyük depremler, Libya’da da büyük bir sel felaketi yaşandı. Yani bölge 2022 gibi gri bir seneyi geride bırakmıştı ki bu tür bir sınama ile karşılaştı. Bu sınamanın sosyal ve ekonomik bir yönü olabileceği aşikardı, ama ilginç bir biçimde bölgede 2021’in sonundan itibaren görülen normalleşme trendini güçlendirdi.
2023 normalleşmelerin yılı olarak anılacaktı
2023 için eğer 7 Ekim saldırısı yaşanmasaydı bölgesel normalleşme senesi oldu diyebilirdik. 2021’de Biden yönetimi Ortadoğu’da Trumpizmin aynı amaçlarını hemen hemen koruyarak Trump’ın uyguladığı “küre” siyasetini bir anlamda baş aşağı etti. Bunun en önemli sonucu, herkesin herkes ile normalleştiği bir atmosferin oluşması idi. Normalleşme dalgası Al-Ula Anlaşması ile Körfez içi normalleşme ile başladı ve bölgesel aktörlerin İran, Türkiye ve Suriye Rejimi ile normalleşme adımları attığı bir sürece evrildi.2022’de süren bölge içi-bölge dışı diplomasi 2023’te meyvelerini verdi. 2023 meyveleri ancak normalleşme sürecinin sadece ABD yönetiminin kontrollünde ilerlemediğini de gösteriyordu. 2023’ün başlarında Çin arabuluculuğunda gerçekleşen İran-Suudi Arabistan normalleşmesi son derece önemliydi. Anlaşmanın, Yemen’deki vekalet savaşına son vermeyi vaat etmesi, bugün Yemen üzerinden bölgenin karşı karşıya kaldıkları ve Husilerin elde etmiş oldukları kapasite düşünüldüğünde Suudi Arabistan adına çok önemli bir güvence idi. Bu yüzden de anlaşmayı takip eden dönemde pek çokları ABD, Ortadoğu’yu kaybediyor mu mealinde analizler kaleme aldı. Bu analizlerin geçerliliği- bugün ABD’nin bölgeye askeri olarak dönmek zorunda oluşu ve döndüğü göz önüne alınırsa- tartışılabilir. Ama, Çin’in bölge nezdinde ve kendi niyetiyle bir güvenlik sağlayıcısı olarak çıktığı bir seneydi 2023.
Rusya Federasyonu’nun önce Ukrayna’da yaşanan zorluklar sonra Wagner ile yaşadıkları nedeniyle bölgede ve Kuzey Afrika’da profilini düşüreceği beklentisi vardı. Bu beklenti kısmen gerçekleşse de 2022 sonu itibariyle Suriye ve Libya’da oluşan denge değişmedi. Türkiye, Libya’da kazanan aktör olmayı sürdürdü ve artık bu kazanca rağmen bölgesel denklem nedeniyle Mısır ile normalleşme sürecinin işlediği görüldü. Tam normalleşme gerçekleşti, büyükelçiler atandı ve bu normalleşmenin Libya’nın ötesinde temel getirisini olabileceği düşünülen Doğu Akdeniz-enerji mevzuna eğiliniyordu -ki Yunanistan ve İsrail ile iyi ilişkiler kurulması, Akdeniz’de sondaj çalışmaları bu mevzunun önünü-arkasını oluşturuyordu- 7 Ekim saldırısı gerçekleşti. Moskova’nın bastırdığı Suriye Rejimi ile normalleşme konusunda ise Suriye’nin Arap Birliği’ne geri dönüşü dışında ne bölge cephesinde ne de Türkiye cephesinde bir gelişme yaşandı. Aslında Arap Birliği’nin kararı Rusya ve İran’a bir selam niteliğinde olduğundan – özellikle İran ile ilgili dengeler konusunda başarısızlığın sınırlarında dolaşan- ABD için rahatsız ediciydi.
ABD’nin bölge planı: İsrail’in bölgeye dönüşü
ABD, 7 Ekim öncesinde İran politikasını “anlaşma yapmadan angajman yapma” olarak belirledi. Bu duruşun ve İran ile bölgede süren -ki kimi zaman Washington’u rahatsız eden- normalleşme ve iyi ilişkilerin gelişme sürecinin Tahran’ı provokatif eylemlerden, bölgesel dengeyi rahatsız edecek hamleler yapmaktan geri tutacağı umuluyordu. ABD’nin elindeki tek seçenek umut değildi elbette. İsrail’in bölgeye-ki bu bölgeyi Körfez (hatta Hint-Körfez alanından) -Doğu Akdeniz – Hazar Havzası-Kızıldeniz arasındaki büyük alan olarak düşünün- dönüşü, bir yandan Körfez-Arap Dünyası, diğer yandan Mısır-Fas üzerinden Kuzey Afrika ülkeleri, öte yandan Türkiye-Azerbaycan ile iyi ilişkiler kurmasının İran’ın veya Rusya’nın veya Çin’in veya üçünün birden ayrı ayrı, birlikte yaratabileceği etkiyi dengelemesi düşünülüyordu. Sorun çıkartabilecek alanlarla ilgili- Lübnan ve Gazze- aslında belirli tedbirleri ABD almaya çalışmıştı. 2022’de Lübnan-İsrail Deniz Yetki Anlaşması yapılmış, 2023 yaz aylarında da Netanyahu Hükümeti Gazze Marine gaz sahalarıyla ilgili anlaşmayı kapalı ifadelerle de olsa duyurmuştu. Bu anlaşmalarla Lübnan ve Gazze’nin geliştirilmesi için bir kaynak yaratılıyordu. Bu kaynağın buraları kontrolünde tutan aktörlerden (Hizbullah ve Hamas) kaçırılması çok kolay olmadığından hem Filistin Yönetimi-Hamas arasında kazançlar üzerinden bir paylaşım alanı açılıyor hem de Hizbullah’ın ağzına bir parmak bal çalınıyordu. Bu arada İsrail politikası Netanyahu’yu defetmeyi başarsa (7 Ekim öncesi Netanyahululuk-Netanyahusuzluk üzerinden İsrail’in bölündüğünü hatırlayalım) ve Batı Şeria ile Doğu Kudüs’ün yaratabileceği huzursuzluklar minimuma inse ABD adına İsrail’in dengeleyiciliğine bel bağlamak çok yanlış bir hesap görünmüyordu kağıt üstünde.
Bu hesap 7 Ekim’de çöktü. Bu hesap çökerken İsrail yara aldığından İsrail’in yarasını tamir için izleyeceği Gazze politikasına koşulsuz destek verildi. Ama Gazze’ye yönelik İsrail’in saldırısının söylem ve eylem olarak soykırımı hatırlatması ABD’nin bölge politikalarındaki denge arayışını iyice karmaşıklaştırdı. 2023 sonunda Biden Hükümeti, ABD’yi askeri olarak bölgeye döndüren, başarısız bir savaşa bulaşma eşiğinde duran ve bölgeyi kamuoyları nezdinde bir kez daha kaybeden bir Amerikan yönetimi olarak görülüyor. Üstelik bu seferki Amerika’nın askeri olarak bölgeye dönüşü bir caydırıcılık misyonu çerçevesinde olduğundan, bu caydırıcılık üzerinden 7 Ekim ve sonrasında bozulan dengenin yeniden kurulup kurulamayacağı çok şüpheli. Bozulan dengenin bir ayağı elbette İsrail ile ilgili. İsrail’in bölgeye dönüşünden Gazze’de yaşananlar devam ettikçe, Netanyahu ya da Netanyahu’ya benzer hükümetlerin söylemi devam ettikçe bahsetmek mümkün değil.
Normalleşmeden 40 katır-satır-giyotin darbesi gerginliğine
BAE ve Bahreyn’in İsrail’e yönelik sert kararları veto etmelerinden anlıyoruz ki normaleşmenin tüm rasyonelitesi ortadan kalkmadı. Ayrıca bölge, İsrail gibi caydırıcı gücü ve ötesi ile ün salmış bir aktörün güçler dengesinden düşmesinin bölgede yaratabileceği komplikasyonların farkında. ABD’nin telafi için bölgeye dönüp kalmak zorunda kalacağının ve kurulan stratejik otonomi hayallerinin “koalisyon ortaklığı” gibi pozisyonlarla yetinmeye dönüşeceğinin farkında olan bölge devletleri tabi ki bunu istemiyor. Ama bu tür bir caydırıcılık olmadan İran’ın nükleer silah eşiğinde bir devlet olarak Hamas, Hizbullah, Husiler üçgeninde gerçekleştirdiği gövde gösterisine katlanmak çok zor. Bölge devletleri ABD caydırıcılığı var olduğundan ve ciddiye alındığından Tahran sanki hiç gövde gösterisi yapmamış gibi, odadaki fili söylemeden bölge diplomasisine devam ediyorlar ve odaklarını bir kısmının düne kadar anmakta zorlandığı Filistin meselesine kaydırıyorlar. Ama ABD caydırıcılığı aynı zamanda yan etkileri açısından kamuoyu açısından katlanılmaz olan İsrail’in Gazze politikası sürecek demek. Bu nedenle İsrail için bölgesel dengelerde kazanç ya da kayıp telafisi gibi görünebilecek bir adımı bugün hiçbir bölge devleti kolay kolay atamaz. Kısaca bölge 40 katır ve 40 satır arasına sıkışmış durumda ve ancak kazançlar -kayıplar dengeli şekilde dağılırsa yeniden güç dengesine geri dönülebilir. İsrail’in Gazze politikası bunu engellediği gibi (çünkü kayıpları bir taraf için sürekli artırıyor ama doğru düzgün bir kazanç elde edemiyor) bölgesel savaş riskini de hala canlı tutuyor. Özetle bölge, 40 katır, 40 satır, 40 giyotin darbesi arasında asılı durumda 2023’ün sonunda. ABD’nin caydırıcılığı, İran’ın gövde gösterisinden kazanç sağlama isteği (dolayısıyla kayba neden olabilecek bir çatışmaya girmeme arzusu) ve Rusya ile Çin’in ABD’nin Ortadoğu’da kendi yarattığı kargaşaya batmış olmasından mutluluk duymakla beraber bölgesel bir savaş istememesi bölgesel savaş riskini azaltıyor. Ancak unutulmamalı 7 Ekim’den itibaren aktörlerin gerçekleştirdiği gövde gösterisi vekiller ve Filistin davası üzerinden oldu. Gazze özelinde Filistin davası kanadıkça, tırmanma vekillerin aklıselimliğine ve İran’ın ABD caydırıcılığını gerçekten sınamayı isteyip istemediğine (bence istemiyor) kalıyor.
Bu kadar gerginlik çok, 40 katır, 40 satır, 40 giyotin darbesi görmek-duymak istemiyorum mu diyorsunuz. Tüm bu gürültüyü çevreleyen Yeni Soğuk Savaş’ın sert, korkutucu iklimini unutmayın derim. Orada yaşananlar, NATO’nun-AB’nin genişleme kararları, silahsızlanma rejiminde geri adımlar, Tayvan’da kopartılan fırtına ve darbe kuşaklarıyla yeni cepheler haftaya yazımızda.