Türkiye'nin "aydın"ları olarak medya tarafından gözümüze gözümüze sokuldular.
Türkiye’nin “aydın”ları olarak medya tarafından gözümüze gözümüze sokuldular.
Hep onlara mikrofon uzatıldı.
Onların beyanatları gazetelerin manşetlerini süsledi.
İstiklal Caddesi, Taksim Anıtı ve Anıtkabir üçgeninde kol kola verip “eylem” yaptılar hep.
Kimi zaman cüppelerini giydiler; daha bir etkili ve afili oluyordu…
Manşetler hazırdı; “Aydınlar çağdaşlık için yürüdüler…”
Bilim üretemiyorlardı; ama öküze tapar gibi bilime tapıyorlardı.
İkna odalarında ve yasaklarda “hukuk” cinayetleri işliyorlardı.
Parti kapatmalar, 367 garabeti, kendi binası kaçak mimarlar odası, millete telefon faturası kazığı atan fazilet tellalları…
Bunlar sağdan say, soldan say birkaç yüz belirli aileden gelme ve belirli ailelerin desteklediği “proje çocuklar”dı aslında.
Yine sıraya geçiyorlar, yeri geliyor ilkokul önlüğü bile giyerek, komünist geçit törenlerindeki disiplini aratmayacak bir muntazamlık içinde “Ata’ya şikâyete” çıkıyorlardı.
Gazeteler ve televizyonlar onların çıkardığı zırıltıya mikrofon bağlayarak büyük bir gürültü halinde millete servis ediyordu.
Türbeye çaput bağlamakla, Anıtkabir defterine şikâyet yazmak arasında ne fark var?
Kapılarına at nalı asan, sarımsak bağlayan fakat bilimsellikten bahseden bu güruh için ne söylenebilir?
Yürüyüşler, şikayetler manzumesinden diğer bir etkinlikleri de “bildiri imzalamak”tı.
Bilmem kaç aydın bilmem ne için imza verdi ve şu gazetelerde yayınlandı.
“Biz aşağıda imzası olanlar…”
Siz aşağıda imzası olanlar genelde bu milletin ve devletin başına “bela” oldunuz, yürüyen tekerine çomak soktunuz. Adına da hep aynı bıkkınlık veren şaibeli kavramları yapıştırdınız; laiklik, çağdaşlık, uygarlık, falan ve filan…
Bu milletin aleyhine olan işlerde PKK ile de kol kola girdiniz… Eşcinsellerle de… Almanlarla da…
Bütün bu manzaraya bakınca bir tanımlama yapmak gerekiyor aslında; neye inanırlar, insanı, hayatı ve ölümü inançlarında nereye konumlandırırlar? Ahlak, dürüstlük, fazilet kavramlarının tarifini nasıl yaparlar?
Tam bunu düşünecekken gerçek Müslüman olduklarını beyan eder çoğu…
Türk İslamlığı, Anadolu Müslümanlığı, Atatürk’ün dindarlığı çizgisinde “kalp temizliği”ne endeksli bir inanış tarif ederler.
Yaşar Nuri Öztürk Hocaları, “Namaz ümmetin başına bela edildi” der…
Namık Kemal Zeybek abileri, “Kur’anda namaz yok. Namazı Zerdüştlerden aldık” der…
Kenan Evren Komutanları, “Başörtüsü yemek yaparken saç dökülmesin diye bağlanmıştır” fetvası verir.
Velhasıl 28 Şubat’la milleti dövmek için uyuşturucu tüccarı Ali Kalkancı’yı şeyh yapıp kucağına konsomatris verirler. Sonra irtica yaygaraları koparırlar.
Ne sabırlı milletmişiz ki, bunları yüzyıl çektik...
Üstelik hiçbirinin tavuğuna kışt demedik. Burnunu kanatmadık.
Bu yürüyüşçü, eylemci, aktivist takımı 15 Temmuz’da vatan elden giderken, bankamatiklere koşup, Bağdat Caddesi ve benzeri izole mahallerinden tank alkışlamayı tercih ettiler…
Yüzlerce şehit ve binlerce gaziyi umursamayıp tiyatro dediler.
Sustuk.
Şimdi…
Ey bu çürük zevatın kalıntıları…
Gezi kalkışmasının aslında ne olduğunu 15 Temmuz ile birlikte köydeki çoban bile öğrendi.
Müsamere zekasına denk bir acullukla, siyasi tarihimize geçmemesi hayrımıza olacak Kemal Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşü, ola ki yeni bir gezi kalkışması umuduysa, avucunuzu yalarsınız.
Hatta pek alışık olduğunuz “yalama” ameliyesini gerçekleştiremeyecek kadar halsiz ve sürüngen hallere düşersiniz.
Demedi demeyin.