Sevinciyle birlikte acısını da samimiyetle sahiplenmeli, sarmalı, dindirmeli...
Bir kaç yıl önce yılın 364 gününü bir öküz olarak geçirip kalan bir günde sevgi kelebeğine dönüşmemizi anlam veremeyip “sevginin günü mü” olur demiştim 14 Şubat’a ithaf ettiğim yazımda...
Abartılı, ağdalı, havada uçuşan vıcık vıcık cümlelerle sevmekten ve sevilmekten haz etmeyen biz; yüreği kadar sevmeli ve seviyorsa lakırdıya ihtiyaç duymadan emek vermeli diyen tarafta olduk her zaman... Çiçeği, böceği, otu, hayvanı, insanı, dostu, Yaradan’ı sözüyle değil özüyle sevip yüreğine kıblegâh etmeli... Sevinciyle birlikte acısını da samimiyetle sahiplenmeli, sarmalı, dindirmeli... Çok sevdiğim bir cümle var çoğu sükutlarımıza tercüman olan; “konuşmayı değil anlaşılmayı seviyorum...”
Bu yönde Erich Fromm’un da değerli bir yansıması var; “önemli olan sözler değil davranışlardır... Sevdiğini söyleyen birisi yerine, sevgisini gösteren birisine inanın...”
Evet komşunun acısı, matemi, hastası varken tebessüm etmeyi bile kendine haram kılan bir coğrafyanın evlatları olarak şimdilerde toplumumuzun hassasiyetlerini “anlamayı” reddederek aslımıza ihanet ediyoruz hem de tüm değerlerimizi kanata kanata... Adına da bireysellik, özgürlük, hür irade, benim hayatım, benim tercihlerim diyoruz maalesef...
Bugün bir yılı daha bitirip yeni bir yılın kapısından “haydi Bismillah” deyip geçeceğiz... Gecesiyle gündüzüyle pandemiye heba ettiğimiz neredeyse iki yılda sayısız acıyla sınandık! Aramızdan yitip giden değerleri, halâ daha hastalıkla mücadele edenleri, bu süreçte canla başla emek verenleri, büyüklerimizden ayrı geçirdiğimiz günleri, birbirimize sarılıp hasret gideremediğimiz ayları, evlerimize kapanıp “her şey anlamsızmış aslolan sağlığımız ve huzurumuzmuş” dediğimiz günleri-haftaları-ayları unutmadık...
Unutmayalım da bi zahmet! Zira bizi hayvandan, bitkiden, mal-dan ayıran “insan özümüzün” ne anlamı kalırdı?
Kişi; vefası, yüreği, emeği, değerleri, geçmişine ve geleceğine sadakati varsa insandır...
Hafta içi ABD’de yeni yıl hazırlıklarına dair bir haber vardı... Acıların yazıldığı kağıtlar sokağa kurulan bir sobaya atılıp yakılıyordu... Kimi komşusunun, kimi arkadaşının, kimi aile bireylerinin acısını dindirmek adına isimlerini yazıp ateşte yakıyordu... Acılar yansın, bitsin, küle dönüp kaybolsun mahiyetinde yapılan bu hareket beni çocukluğumun mahalle, akraba, dost meclislerine götürdü... Birinin acısı herkesin acısıydı! Kimseler gülmezdi, eğlenmezdi, televizyon açmazdı, düğünler iptal edilirdi birinin hastası veya matemi varsa... Tüm mahallenin acısı olurdu birimizin derdi...
Şimdilerde bunun bir örneğini Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nden gördük. Erbil’de yaşanan sel felaketi nedeniyle tüm bölge yeni yıl kutlamalarını iptal ederek acıyı paylaşmayı seçmişti...
“Derdi neye verdiyse Yaradan, kaldıramamış... Ağaçlar, çiçekler, otlar solmuş... Dağlar küle toza dönmüş... Koca Sabır Taşı bile çatlamış... Bir tek İnsan Nesli acıyla yaşamaya devam etmiş... Zamanla yaşamak yetmemiş acıları hemencecik unutmuş, hiç olmamış gibi davranmış, yüreği bile sızlamamış, sadece dilindeki üç beş cümleye yükleyip rüzgarlara savurmuş... Günümüzde de yanı başındakinin acısına gözünü kulağını kapatıp sırtını döner olmuş...
Özetle komşusunun, akrabasının, arkadaşının, toplumun acısıyla dertlenip burnunun kemiği bile sızlamıyor artık “İnsan Neslinin...”
Pandeminin daha başında şu cümleyi fazlasıyla işittik; “deliler ve veliler asrı başladı...”
Çünkü haddimizi fazlasıyla aşmıştık! Abartılı hayatlar, israf, yalan, dolan, zulüm, entrika kotasını kat be kat aşan insan nesli yüreğinin yolunu ve gelip geçici sıradan bir canlı olduğunu unutmuştu... Sonra zerre virüs tüm tahtları sallayınca; alimler ve zalimler asrı başladı... Alimler safını seçenler; bunca curcunanın anlamsız olduğunu ve insanın sadece insana muhtaç olduğunu anlayıp sımsıkı sarıldı özüne, dostuna, ailesine, yüreklere...
Zalimlik safını seçenler ise; güçsüz ve vasıfsız benliğini örtecek çareyi bencillikte buldu ve mala, egoya, şiddete, kalın duvarlar ardına saklanıp yalnızlığına sarıldı...
Acı dünyanın acısıydı fakat acı karşısında kimi zalim kimi de alim olma yoluna yöneldi... Fakat unutulan bir şey vardı; Kainat’a bıraktığımız her zerre bumeranglara yüklenir ve er yada geç yine gelir bizi bulur...
Evet bu gece yeni bir yılın kapısından Bismillah deyip geçeceğiz... Gelin bir değişiklik yapalım ve yılın 364 gününün vurdum duymazlığını bir kenara bırakıp bugün alıcılarımızı topluma çevirelim ve “söylenmemiş acıları anlamayı” seçelim...
Ve umarım 2022 acıları, umutları, mutlulukları ile birlikte tüm insanlığın yüreğine yağacak merhamet yağmurlarını da bolca getirsin...
Yeni yılda hepimiz adına; anlamayı ve anlaşılmayı diliyorum...