Radikal metotlarla başlayan 'Yeni Nesil' Ilımlı İslam: Suudi Arabistan!
Radikal metotlarla başlayan ‘Yeni Nesil’ Ilımlı İslam: Suudi Arabistan!
Arap toplumu üzerindeki etnik ve İslam Dünyası üzerindeki Sünni-Vahhabi-Selefi etkisini, ABD ve İsrail başta olmak üzere angajmana girdiği güç odaklarının menfaatleri doğrultusunda kullanmaktan çekinmeyen Suudi Arabistan, son dönemde yaptığı ILIMLI İSLAM çıkışıyla dikkati çekmişti.
Veliaht Prensin Ilımlı İslam çıkışı; ‘kadınların araba kullanması gibi’ Suudi Arabistan’da adımları atılacak bazı hak ve özgürlükler olarak algılayan üst düzey analizcilerin (!) öngörülerinin çok daha ötesinde, bölgenin ve dünyanın jeopolitiği ve jeostrateji ile en üst katmanda yaşanan kavramsal savaşların temel silahlarından birisi olması nedeniyle çok özel bir anlam ve önem taşıyor.
Veliaht Prens Muhammed Bin Selman 25 Ekim 2017’de “Ülkesinin radikal düşünceleri derhal terk ederek Ilımlı İslam’a geçeceğini” açıklamıştı. Ve bu açıklamanın hemen ardından -12 gün sonra- ılımlılığa nazire eden radikal bir plan ve uygulamayla ‘yolsuzluk gerekçeli’ bir dizi Ilımlı İslam operasyonuna girişti.
Bir ara not olarak; “Radikal düşünceleri terk” ifadesinin, coğrafyayı kan, kıyım, karmaşa ve yıkıma boğan radikal akımlara verilen desteğe dair ‘örtülü bir itiraf’ olabileceğinin de altını çizmek gerekiyor.
Peki, gözaltına alınmaya çalışılan bazı prenslerin hayatını kaybettiği, bazılarının şüpheli helikopter kazalarına kurban gittiği, ateşlenen balistik füzelerin gölgesinde icra edilen Ilımlı İslam günceli bu radikal operasyonların hedefinde kimler var?
Ve neden bunlar hedef alınıyorlar?
Suudi Arabistan’ın kum fırtınalı oynak zemininde ‘ve büyük olasılıkla bu tür bir zeminde yolsuzluk yapmayacak kadar akıllı’ ve buna ihtiyaç duymayacak kadar zengin, nüfuzlu ve Arap kült kültüründen beslenen ‘şeref ve haysiyet’ hassasiyetli Bedevi Elitler ve onların operatörlerinin, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın yönettiği kamusal erk tarafından hedef alınmaları anlamak çok zor değil:
Bir şekilde “tehdittiler” veya “tehdit olma olasılıkları” vardı.
Ve bu koşullar altında çok daha uzun soluklu olacağı anlaşılan ‘Yolsuzluk gerekçeli’ tasfiyelerin ilk dalgası icra edildi.
Tabii akla ilk önce; kilit altına alınanların Radikal İslam, grupları, eylemleri ve kavramlarıyla olan olası bağlantıları geliyor. Suudi Arabistan’ın Radikal İslam’dan Ilımlı İslam’a geçişin yaşanmasının istendiği bu yeni güncesinde zihinlerde yer edilen sembol isim-yer ve figürlerle olan fantastik bağlantılar bile, bağlantının diğer ucundaki kişi kurum ve varlıkların çok rahatlıkla hedef alınabileceğini gösteriyor. Örneğin; 90’lı yılların başında ağabeyini Usame’yi reddeden ve yıllık 30 milyar dolar bütçeli Ladin Group ve başındaki Bakr bin Ladin bu operasyon dalgasında rahatlıkla derdest edilebiliyor. O zaman şu soruya bir yanıt bulmak gerek. Usame bin Ladin’in kardeşi Bakr’in 30 yıllık geçmiş mi doğru, yoksa şu an maruz kaldığı suçlamalar mı? Suçlamalar doğru ise bunun hamisi, azmettiricisi ve yönlendiricisi kim yada hangi erk?
Diğer bir örnek ise küresel bağlantıları oldukça güçlü olan Prens Talal. Talal ise bambaşka bir eksen. O misyoner kimliğinden öte vizyoner kimliği ve buradan Salmanlara ürettiği tehdit ile kendini belli ediyor.
Ortaya konulan bu ‘Yolsuzluk gerekçesine’ çok takılıp kalınmaz ise bu operasyonlarla; geleceği şu andaki kralın zürriyeti üzerinden kurgulanan hanedana/ardılına ve öngörülen olası sisteme alternatif-muhalefet-tehdit üretebilecek ve tahtta hak iddia edebilecek kişi ve güç odaklarının hedef alındığı görülecektir.
Diğer bir tarafıyla derdest edilen bu Bedevi Elit ve türevlerinin diğer özelliği; başta ABD olmak üzere, Suud ülkesinin geleceğinde etki üretebilecek güç odaklarının desteğini alma, pazarlık ve müzakere edebilme kabiliyetidir. Yani Kral Selman ve veliaht oğlu, ABD desteğini alma potansiyeli taşıyan güç odaklarını yine ABD desteği ile pasifize etmenin peşine düşmüşlerdir.
Ve elbette bunun bir de bedeli vardır.
Suud milli güç unsurlarının ABD ekseninde sarfı nazarı, para ile silahın el değiştirmesi, ‘para patlatma’, ABD’nin Ortadoğu ve küresel politikalarına destek ve hizmet, İslami gözüken kavramların, toplumlarının, topraklarının, örgütlerin, güç ve silah unsurlarının dönüşüm ve yönetimi, enerji kaynakları ve hatları konunun temel başlıklarıdır.
Öyle ki; Radikal İslam etkisiyle yere çarpılan bir vazo gibi paramparça olan İslam Dünyasının, başat ABD ve İsrail’in istediği gibi dikiş tutmayacak, kavramsal bir doğruluk ve bütünlük oluşturamayacak, direnç ve onur üretemeyecek ve birbirlerini ‘istenilen şekilde’ domine ederek yapıştırılması, bundan sonrası için büyük önem taşımaktadır.
Belli ki artık bunun adı da Vahhabi-Selefi kökenli yeni nesil ILIMLI İSLAMDIR.
Kral Selman’ın tahtı ele geçirmesiyle birlikte kendi zürriyetinin iktidarda baki olmasını amaçlayan niyet ve maksadı; Suudi kökenli Ilımlı İslam projesiyle bütünleşerek, artık ortak bir gelecek arayacak.
***
Belli ölçülerde sübvanse edebileceği öngörülse bile radikalizm üzerine inşa edilecek ılımlılığın başarı şansı çok yüksek değil. Projenin özellikle toplumsal katmanlarda karşılık bulması gerekiyor. Bunun içinde radikalizmin ortaya çıkmasına neden olan nedenlerin, gerekçelerin ve koşulların ortadan kalkması ve neden olduğu düşmanlıkların genetik altyapılardan kazınması/temizlenmesi gerekiyor. Buna bırakın Suud’u, bütün dünya toplansa kolayına güç yetmez. Sonuçta Suud’un ya da ABD’nin Ilımlı İslam’a yatıracağı para ne kadar çok olursa olsun, yapılan harcamalar ve uygulamaya konulan projeler optimum sonuçlara ulaşılmasını sağlayamayacaktır. Zaten maksatta soruna kalıcı bir çözüm bulmak değildir.
Hatta ortaya çıkan sonuçlarıyla şimdiki Suud hanedanının ve yeni nesil Ilımlı İslam’ın yıkılmasıyla dahi sonuçlanabilir.
Kim bilir, belki de bu bile tasarlanmıştır.
Hatta ve hatta İran (Şia-Pers) ile (Arap-Suud-Sünni-Selefi-Vehhabi) dominasyonu ve hesaplaşması üzerinden olası projeksiyonlar çoktan yapılmış ve sırasını beklemektedir.
Sonuçta bu coğrafya; “Yelkenleri rüzgarla doldurulup, ana direği kırılan gemi enkazlarıyla doludur.”
***
Her şey bir yana, artık Kral Salman ve payitahtı öngörülerine ve sorumluluğunu aldığı projeye tehdit olarak algıladığı güç-insan-para yığınağını artık etkisizleştirmek, biat ettirmek, gücü ve parayı kendi tasarrufuna altına almak isteyecek.
Peki bu süreç tersine dönebilir mi?
Ya da orta bir yol bulunabilir mi?
Aslında bunların da hepsi mümkün.
Çünkü Kral Selman ve veliaht oğlu projenin asli sahipleri değil. Sadece ödeyecekleri bedel karşılığında hanedanlarını sürdürmek isteyen bir uygulayıcı onlar. Arkalarına aldıkları bu destek ve ambalajlı bu söylevle farklı fikir, ideoloji, ekol, para ve güç kaynakları kontrol etmek istiyorlar.
Buna izin verilmeyebilir ve bu onlar için her an mayına basabilecekleri bir tuzak sarmalı.
Ve artık bu tarlaya girmiş durumdalar.
***
Vahhabi tabanlı Ilımlı İslam ise; kendisi gibi İslam’a montajlanan İdeolojik İslam, Radikal İslam, Tasavvuf-Cemaat-Tarikat modelleriyle birlikte İslam’a dair veri tabanını kullanması nedeniyle, diğerleriyle benzerlikler gösterse de temelde çok daha farklı bir eksen ve kimya üretiyor. Öncelikle Ilımlı İslam’ın hedefinde kavramlar üzerinden değişim-başkalaşım-dönüşüm var: Temelde “Ilımlılık” adı altında, İslam’ın muharref (bozulmuş-aslını yitirmiş) olarak tanımladığı ve bu nedenle ret ettiği Yahudilik ve Hristiyanlığı; “ortak noktalar (!) üzerinden “Hak” kabul eden-edilmesi gerektiğini dikte ve/veya tavsiye eden bir öğreti. Diğer bir tarafıyla saldırıya uğrama halinde bile savunma pozisyonları almayı dahi engellemeyi amaçlayan temel öngörüleri içinde barındırıyor. Bu haliyle tam bir ‘siyasi-askeri-ekonomik-dini-kültürel-coğrafi ve kavramsal’ işgal projesi!
Bununla birlikte diğerleri gibi karşıtlıklar, kullandığı farklı semboller, ritüeller, figürler, kişiler, angajman ve bağlantıları nedeniyle “çözüm iddiasıyla birlikte” temel sorunun tam bir parçası. Sonuçta o da Müslümanlık iddiasındaki kişi-kitle ve toplumları vahiy-irade-akıl-vicdan ve fıtrat çizgisinden ‘sözde’ vahyi ve dini kavramları kullanarak uzak tutmaya çalışıyor.
Artık Ilımlı İslam Suud üzerinden çok daha farklı bir sistematik üzerinden yol almaya çalışacak. Daha da evrilerek, orijininde İngiliz mayası olan ‘Arap milliyetçiliği, aşiret ve çöl kültürü (Bedevilik) tabanlı İdeolojik İslam olan’ Vahhabilik ve Selefilik üzerinden varlık ve etki üretmeye çalışacak.
Bunu da radikalizmin anti tezi olarak yapmak isteyecek.
Hem de ilginç bir şekilde radikalizmin merkezi ve ana omurgası olduğu iddia edilen topraklar ve öğretiler üzerinden!
Ama önce etkilediği coğrafyada ve toplumsal katmanlarda hedeflenen dönüşümün gerçekleşebilmesi için öncelikle dönüşüme önderlik yapması tasarlanan ülkenin, kimyasının ve omurgasının değişmesi gerekiyor.
Temel sorulardan-sorunlardan biri de bu! Suudi Arabistan’ı Selefi-Vahhabi orijinli Ilımlı İslam’ın merkez üssü seçen ABD ve yörüngesindeki güçler, neden yeni sıklet merkezini buradan oluşturmaya çalışıyorlar?
Ve bunda başarılı olabilirler mi?
Bu sorunun yanıtında Suudi Arabistan’ın yığınağı ve bu yığınakla etkili olabileceği alanlarda ve zihinlerde gizli.
***
Şu an Suudi Arabistan’a biçilen Ilımlı İslam vizyon ve misyonuna Türkiye ise hiç de yabancı değil. Hatta bu konu da; “Dünyadaki en tecrübeli ülke” demek çok daha doğru.
İdeolojik İslam, tasavvuf-tarikat-cemaat öğretilerini kullanarak ortaya çıkan güç, etki ve menfaat odaklı ‘ara versiyon olan’ Ilımlı İslam’ın asıl uygulayıcısı Fetullah Gülen ve taifesiydi. Fetullah Gülen orijinli Ilımlı İslam’ın ortaya koyduğu ya da ortaya koyması öngörülen etki 15 Temmuz gecesi asıl kullanmak istediği güç ve alan (ordu ve devlet) için giriştiği mücadele de (darbe girişiminde) kaybedince, küresel bu proje (Ilımlı İslam vizyon ve misyonu) bu güne kadar sahipsiz kaldı.
Ve artık yeni sahibini bulmuş gözüküyor:
Suudi Arabistan!
Açıkçası bu konunun (1) Türkiye’de başarısız olan FETÖ Ilımlı İslam’ının teşebbüs ettiği darbe girişimiyle ve (2) Cumhurbaşkanı Erdoğan’a giymesi için biçilen, ama bir türlü istedikleri gibi giydiremedikleri BOP Eş başkanlığı gömleğiyle doğrudan ilişkisi var.
Türkiye’deki Ilımlı İslam’ın 40 yıllık bir kökü ve tecrübesi vardı. Öncesiyle birlikte bir inkıraz (Osmanlı dağılma) projesi idi. Buna rağmen ordu ve devlet erkini ele geçirmek isterken, dize vurulan bir değnek gibi kırıldı. Bu haliyle dipten yükselerek, hücre ve kılcal damarlara kadar nüfuz ederek, bütün bünyeyi ele geçirmek ve zirveye çökmek gibi temel bir stratejisi vardı.
Şimdi ise tam tersi.
Devlet ve ordu erki Ilımlı İslam’a bahşedilmiş durumda. Artık Ilımlı İslam; Suud hanedanı, gücü, parası ve ideolojisi üzerinden aradığı etkiyi üretmeye çalışacak.
Olur mu?
En azından bunun deneneceğini, proje sahip ve yatırımcılarına ne kadarlık bir kazanç getireceğine bakılacağını öngörmek gerekiyor. Ayrıca sadece bu da olmayacak! Uygulayacak bu proje üzerinden uygulayıcının da (Suudi Arabistan’ın-Vahhabiliğin-Selefiliğin-Radikalizm de) evrileceğini ve dönüşeceğini öngörmek gerekiyor.
Yani projenin ana hedefinde sadece Suudi Arabistan’ın etkilediği (ittiği-çektiği) coğrafyalar ve kitleler/tabanlar yok.
Bu işin içinde bizzat Suudi Arabistan’ın değişip dönüşmesi de var.
Artık: “Suud’un eline tutuşturulan Ilımlı İslam’ın bu istikrarsız Scud’larının nereye ve nasıl paralanacağının çok belli olmadığını” ifade etmek gerekiyor.
“Artık nereye düşerse.”
“Ya da kimin elinde patlarsa!”