NE DEDİ HENRY, NE DEDİ?

Alican DEĞER 20 Eki 2016

Alican DEĞER
Tüm Yazıları
​Gençliğimde bir çizgi film vardı. Ana karakteri konuşurdu ama anlaşılmazdı. Yanındakiler de Henry'e sorarlardı. Hep aynı cümle ile, "Ne dedi Henry, ne dedi?" diye. Henry'de aslında ne söylendiğini tercüme ederdi. Bu cümle hepimizin ağzına pelesenk olmuştu. Anlamadığımız birşey olduğunda tekrarlardık, "Ne dedi Henry, ne dedi?"

Gençliğimde bir çizgi film vardı. Ana karakteri konuşurdu ama anlaşılmazdı. Yanındakiler de Henry’e sorarlardı. Hep aynı cümle ile, “Ne dedi Henry, ne dedi?” diye. Henry’de aslında ne söylendiğini tercüme ederdi. Bu cümle hepimizin ağzına pelesenk olmuştu. Anlamadığımız birşey olduğunda tekrarlardık, “Ne dedi Henry, ne dedi?”

İşte MHP Genel Başkanı  Devlet Bahçeli’ye de bir Henry gerekiyor. Daha doğrusu bize bir Henry gerekiyor. Aslında ne dendiğini anlamak için. Sayın Bahçeli’nin konuşma metinlerini kendisinin yazdığını biliyorum. Ama, hayatı boyunca haber okuyup, yazarak para kazanmış olan ben bile bütününü anlamakta zorlanıyorsam, halkım kim bilir ne çile çekiyordur? Sayın Bahçeli kadar grift konuşan bir tek geçmiş Başbakan sayın Ahmet Davutoğlu’nu görmüştüm. Malumunuz artık Devlet Bahçeli tek kaldı.

Günlerdir bu tartışmalardan benim anladığım, Devlet Bahçeli’nin Başkanlığı da kapsayan anayasa değişikliklerine onay verdiği. Daha doğrusu eğer istedikleri şekilde hazırlanırsa onay verebilecekleri. Buraya kadar tamam.

Yine sayın Bahçeli’nin sözlerinden çıkarttığım ise aslında kendisinin Başkanlığa karşı olduğu. Ama fiili duruma da karşı olduğu. Bu durumun bir an önce çözülmesini istediği. Bu da tamam.

Ama zurnanın zırt dediği nokta, bunun nasıl gerçekleşeceği. İşte bu nokta biraz karışık. En makulu, eğer AK Parti ile MHP içerik konusunda uzlaşırsa, anayasa değişikliği konusunda grup kararı alınamadığı için Bahçeli milletvekillerini serbest bırakması. (Yani böylece bir anlamda ‘destekleyin’ demiş olacak.) Bu durumda, düşünülen anayasa değişikliği halk oylamasına götürülecek. Halk oylamasında MHP “Evet” propagandası yapacak. 

(Pekiyi, MHP’nin istediği değişiklikler ne? Belki bilen vardır. Ama muhtemel bir referandumda oy vereceğimiz için bizim de bilmemiz gerekmiyor mu?) 

Eğer AK Parti ile MHP’nin kafasındaki sistem uyuşmazsa ne olacak? İşte bu noktada işler daha da karışacak. Süreç benzer yöntemle ama farklı işleyecek. MHP’li milletvekilleri Meclis’te “Hayır” oyu verecek. Ama her muhalefet partisinden olabilecek kimi milletvekilleri “Evet” derse, konu yine halkın önüne gidecek. Bu kez MHP “Hayır” propagandası yapacak. 

Şimdi üzerinde durmamız gereken en önemli husus, MHP’nin kafasındakiler ile AK Parti’nin gönlündekilerin ne kadar uyumlu olduğu. Yüzde 50 oy almış bir parti ile iki kısa seçim arasında milletvekili sayısı yarıya inmiş, baraj sıkıntısı çeken bir partinin ne kadar ‘eşit’ olarak bir metin çıkartabilecekleri. Acaba mevcuttaki ’fiili durum’, AK Parti’ye,  MHP’nin kafasındakilerden daha uygun gelebilecek olabilir mi? 

Olur mu olur.

Aslında bir yandan da sayın Bahçeli’yi tebrik etmek lazım. Milletvekili sayı bakımından dördüncü parti olup da, gündemi belirleyebilmek de çok önemli. Şimdi hepimiz Bahçeli ve MHP’nin ne yapacağını konuşuyoruz. Eh, daha ne olsun?

EN İYİSİ ‘SENET’LE BORÇLANMAK

Eskiden İstanbul’un ara mahallelerinde satıcılar dolaşırdı. Bir kamyonete doldurabildikleri kadar ev eşyası doldurur, sokaklarda dolaşırdı. Ev kadınları da ihtiyaçlarını bu yürüyen mağazalardan karşılardı. Bu yürüyen mağazalar senetle satış yaparlardı. Yani ev hanımı bir miktar peşin verir, gerisini borçlanırdı. Sonrasını mutfak masraflarından arttırdıkları ile öderdi. Bu yöntem sorunsuz olarak yıllarca işledi. Şimdi bankalar sayesinde bu eski günlere dönüyoruz.

Çünkü, bankalar ayak sürüyor. Yani istediğiniz kadar baskı yapın onlar yine bildiğini okuyor. Hükümet konut kredisi faizleri yüzde 1’in altına insin, vatandaş rahatlasın diye uğraşıyor, ama onlar bırakın altını, yüzde 1’in yanına bile yaklaşmıyor. Hükümet kredi kartı borçları 72 ay taksitlendirilebilsin diye düzenlemeler yapıyor. Gidin bir bankanın kapısına görün ne olduğunu. Kimsenin böyle bir taksitlendirme yaptığını henüz duymadım. Bankalar (Yasal mı bilemiyorum) kurdukları borç takip servisleri ile enflasyonun iki katını aşan faizle verdikleri paraların peşine düşüyorlar. Sürekli telefonla arayıp, ‘hatırlatmalar’ yapıyorlar. Yani “Borcunu öde kardeşim” diyorlar. Evet bir borç alacak ilişkisi var. Ama bankaları köşebaşı tefecilerinden ayıran da birşey olmalı değil mi? Turizmci bir dostumu arayan böyle bir kişi “Madem ödemeyecektiniz niye aldınız o zaman?” demiş. Dostum muhtemelen asgari ücretle çalışan, yani kendisi de aslında geçim sıkıntısı çeken bu telefon operatörüne cevap vermiş, “Çünkü reklamlarla dünyayı başımıza yıktınız kredi alın diye. Ama hata bende, özür dilerim bir daha kredi isterken sana sorarım”

Bir tek kamu bankaları farklı durumda. Onlan adları üzerinde “Kamu” oldukları için bu tip uygulamalara karşı duyarlılar. Tek tük bir kaç banka da tabii ki bu genel tanımlamanın dışında.

Diyelim ki bir bankadan konut kredisi alacaksınız. Ev yine diyelim ki, 400 bin lira. Sizin de 300 bin liranız var. Yani 100 bin liraya ihtiyacınız var. Yasal prosedür aşağı yukarı şöyle: Öncelikle BDDK’nın kurallarına uyuyorlar. Yani son 6 aydır bir iş yerinde sigortalı çalışıyor olmanız falan. Bunlara birşey dediğim yok. Sonra sıra teminat kısmına geliyor. Bankalar kabaca şöyle bir hesap yapıyorlar. 100 bin lira kredinin 10 yıllık faizi 100 bin lira. Yani sizin aslında 200 bin lira borcunuz var. Bu olası 200 bin lira borcuna karşılık 400 bin liralık tedbir koyuyorlar. Daha bankanın içindeyken canınız çıkarak biriktirdiğiniz 300 bin lira buhar olup gidiyor. Bunun adı da teminat. Kurt olsa kuzuya karşı böyle bir adalete utanır.       

Vatandaşımızda bunu bildiği için kendi tedbirini yaratıyor. Doğrudan müteahhitlere borçlanıyor. Müteahhitler ya kendi paraları olduğu için, ya da bankalardan daha uygun kredi aldıkları için çok daha esnekler. Nitekim rakamlarda bunu doğruluyor. Müteahhitler ev almak isteyenlere 120 ay vade yapıyorlar. Üstelik 0.70 faizle. Yani bankaya gidenlerin hayalini bile kuramayacakları oranda.

Gayrimenkul ve Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı Derneği ile bir gayrimenkul danışmanlık şirketi tarafından 22 bini aşkın konut üzerinde yapılan araştırmaya göre markalı konut projelerinde banka kredili alım oranı temmuz ayında yüzde 43’ken ağustosta 31, eylülde 29 olmuş. Senetli alım ise temmuzda yüzde 22 paya sahipken bu oran ağustosta yüzde 39, eylülde yüzde 37 olmuş.

Yani vatandaş güvendiği markalara borçlanmayı tercih ediyor. Üstelik senet imzalamak gibi basit bir yöntemle. Gözünü seveyim eski usullerin.

ASLINDA BUĞDAY BİZİ EVCİLLEŞTİRMİŞ

“ 10 bin yıl önce buğday sadece Ortadoğu’nun bazı bölgelerine sıkışmış yabani bir ottu. Birden bire birkaç bin yıl içinde tüm dünyada yetişmeye başladı. En temel evrimsel hayatta kalma ve üreme kriterlerine göre dünya tarihindeki en başarılı bitkilerden biri oldu. 10 bin yıldır tek bir buğday başağının yetişmediği Kuzey Amerika’nın büyük ovaları gibi bölgelerde, bugün yüzlerce kilometrelik buğday tarlalarında yürüyebilir ve başka hiç bir bitki ile karşılaşmazsınız. Dünya çapında buğday 2,25 milyon kilometrekarelik bir alanı kapsamaktadır, Britanya adasının neredeyse 10 katı. Bu kadar önemsiz bir ot, nasıl her yerde bulunan bir bitki haline geldi?

Buğday çok emek isteyen bir bitkidir, kayalık ve çakıllı arazileri sevmez, bu sebeple ‘insan’ tarlaları temizleyebilmek için beli çatlayana kadar çalıştı. Buğday kendi alanını, suyunu ve besin kaynaklarını da diğer bitkilerle paylaşmayı sevmez. Bu yüzden erkekler ve kadınlar kavurucu güneş altında uzun saatler çalışarak ot yolarlardı. Buğday hastalık da kapabilirdi, bu yüzden ‘insan’ küf ve kurtlara karşı da tetikteydi. Buna ek olarak, buğday kendisini yemek isteyen diğer organizmalara karşı savunmasız olduğundan çiftçiler çekirge sürülerine ve tavşanlara karşı önlem alarak bitkiyi korumaya çalıştılar, çok su istediği için kaynaklardan ve derelerden su taşıdılar, hatta tezek toplayarak yetiştiği toprağı beslemek zorunda kaldılar…

İnsanlar bunun bedelini omurga, diz boyun ve bel ağrılarıyla ödediler…

Yeni tarımsal işler o kadar zaman almaktaydı ki, insanlar buğday tarlalarının yakınına kalıcı yerleşimler kurmak zorunda kaldılar. Biz buğdayı evcilleştirmedik, buğday bizi evcilleştirdi.”

* Sapiens - Kolektif kitap