23 ve 26 Mayıs 2019 tarihlerinde gerçekleşecek olan Avrupa Parlamentosu seçimleri merkez partiler açısından hayati önem taşımakta. Çünkü sonuç sadece parlamentoyu değil aynı zamanda AB Komisyonu açısından da önemli.
Eğer son dakikada AB üyesi hükümetler karar değiştirmezse AB Komisyonu’nun yeni başkanı ya hristiyan demokrat ya da sosyal demokrat olacak. EPP ve S&D bu seçimlerde sadece Avrupa Parlamentosu’nun en güçlü grubu olmak için değil aynı zamanda en güçlü grup oldukları takdirde AB Komisyonu Başkanını da belirlemek için yarışmaktalar.
Şu ana kadar kamuoyu yoklamalarına göre önde giden EPP (hristiyan demokratlar) ve adayları Manfred Weber oldukça şanslı gözükmekteler. AB Komisyonu Başkanı Manfred Weber olacak gibi gözükmekte. AB genelinde sosyal demokratlar (S&D) pek başarılı değiller. Seçimlerin galibi çıkmaya aday olarak gözüken grupların başında EPP ve Greens/EFA (Yeşiller) olsa da bu bizi teselli etmemeli. Çünkü büyük bir ihtimalle seçimin asıl kazananı aşırı sağcı ve ırkçı partiler olacak.
AB genelinde aşırı sağcıların ve ırkçıların yükselişi devam etmekte. AB üyesi ülkelerde özellikle ulusal parlamentolarda güçlerini arttırıyor ve artık AB başkentlerinin bazılarında hatta oluşan koalisyonlarda hükümet ortağı konumundalar.
Avrupa demokrasisi adına çok kaygı verici bu durumu değiştirmek aslında merkez partilerinin elinde. Yeşiller ya da liberaller bu konuda demokratik partiler olarak elbette önemli bir destek sunabilecek de olsalar asıl sorumluluk ve yükümlülük merkez partilerde. Yani kısacası hristiyan demokratlar ve sosyal demokratlar, eğer Avrupa Birliği değerlerini korumak ve demokrasinin daha fazla yara almamasını istiyorlarsa seçimlerde Avrupa’ya ve değerlerine sahip çıkmak zorundalar.
Avrupa Birliği karşıtlarına karşı dik durmaları gerekiyor. Çünkü Avrupa Birliği’ne karşı olan aşırı sağcı ve ırkçı partiler AB’nin değerleriyle sorunlular. İnsan hakları ve demokrasi gibi en önemli değerler aşorı sağcılar ve ırkçılar için ana sorun.
AB’de sığınmacılara, müslümanlara ve aslında demokratlara karşı olan aşırı sağcı ve ırkçı partiler bugüne kadar merkez partilerinin hataları sayesinde güçlendiler.
AB’de hem aşırı sağ hem de aşırı sol kesimler “ortak düşmanlar ve hedefler” göstererek palazlanmaktalar.
Örneğin hem aşırı sağ hem de aşırı sol her seçimde “Türkiye düşmanlığı” üzerinden oy avcılığı yapmakta. Aynı şekilde camiler ve müslümanlar hem aşırı sağın hem de aşırı solun hedefindeler.
Aşırı sağın “Türkiye düşmanlığını” propaganda malzemesi yaparak oy avına çıkmasına merkez partiler “Türkiye’nin AB üyeliğine karşıyız” şekilinde cevap verebildiklerini sanarak büyük bir hata yapıyorlar. Aslında bu tip yanlış çıkış ve vaatler aşırı sağcıların “işte haklıyız, tasdik edildik” diyerek seçmenleri daha kolay etkilemelerini sağlıyor.
Yine aşırı sağın ve aşırı solun müslümanlara, camilerine ya da derneklerine yönelik “karalamaları” karşısında panikleyen merkez partileri de aynı tavırlar içine girdiklerinde hem aşırı sağ ve solun oylarının artmasına istemeden destek oluyor hem de tüm müslüman demokrat seçmenleri de kaybediyorlar.
Oysa Avrupa’da demokrasiye sahip çıkmak istiyorsak hristiyan ve müslüman tüm demokratların birlikte olması için çaba vermeliyiz.
Aslında EPP ve S&D hatta Yeşiller ve liberaller Avrupalı müslümanların büyük bir çoğunluğunu seçmenleri olarak kazanabilirler. Avrupalı müslümanlar kendilerine yakın buldukları merkez partileri tarafından dışlanmadıklarını gördüklerinde hem yaşadıkları ülkeye hem de AB’ye sahip çıkmaya ve seçimlerde demokrasi sorumluluklarının bilinciyle bu partileri desteklemeye hazırlar.
Avrupa’da her geçen gün sayıları artan Avrupalı müslüman demokratlar tüm Avrupalıların birlikte yaşamına büyük değer verdiklerinden ve sorunlarının çözümünün ancak hep birlikte olacağına inandıklarından merkez partilere sempati duymaktalar.
Örneğin ara sıra gereksiz yere “Türkiye karşıtı açıklamalar ve sloganlar” ile oy alabileceğini sanan EPP aslında bu yanlışlarından arınabilse müslüman demokratların büyük bir kesimi için çok cazip bir tercih olabilirdi. Bu belli oranda S&D için de geçerli.
Avrupa karşıtları ve düşmanlarına karşı tüm AB değerlerine sahip çıkan hristiyan ve müslüman demokratların birliğini sağlamak isterlerse EPP ve S&D’nin elinde.
Örneğin Almanya’da müslüman seçmenlerin oylarının sırf CDU ve SPD’nin yanlış bir şekilde “Türkiye, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ya da AK Parti” karşıtlığından medet uman bazı politikacıları yüzünden kaybedilmesi aslında hiç de akıllıca değil. En başta eyaletler düzeyinde adayları seçilen CDU ve her şeye rağmen hala SPD müslüman demokratları kazanmayı deneseler yüzbinlerce oy hem demokrasiyi hem de merkezi güçlendirirdi.
Seçimler yaklaşırken hatırlatalım dedik.