Eşyadan fazlalığı çıkartmak üzerine sanatın da felsefesine girebilen edebiyat, sözün fazlasını çıkartıp şiir olmuş iddiası ile yola çıkarsak; bahsi geçen dönemde bu durum belli ki çok insanda bulunmuş. Ama çok az insanda Sezai Karakoç kadar diklemesine durmuş!
“Biz inkar eden insanları severiz
Bayram hediyenizi iade ederiz
Biz mahcup ve onurlu çocuklarız
Başımızı kaldırıp bir bakmayız
Siz rüyalarınızda yaşayıp durursunuz
Siz güvercinleri gözlerinden vurursunuz
Siz ekmeğin hamurunu, aşkın hamurunu samandan yoğurursunuz
Siz rüyalarınızda yaşayıp durursunuz” (1996/59) / Karakoç
Üslup ile doğulur mu yoksa üslup insanın gelişim seyrinde varılan bir oluşum mu sorusunu, felsefenin konusu olarak bir kenara koyup mevcudu değerlendirmiş yazar Zafer Acar. Bu değerlendirmenin eksenini ise “İkinci Yeni” üzerinden bir okuma ile belirlemiş. Üslup, “insanın ta kendisi” demiş! Kaynağından uzaklaşarak keyfine varılması gereken yanı da burada başlamaktadır belki.
Eşyadan fazlalığı çıkartmak üzerine sanatın da felsefesine girebilen edebiyat, sözün fazlasını çıkartıp şiir olmuş iddiası ile yola çıkarsak; bahsi geçen dönemde bu durum belli ki çok insanda bulunmuş. Ama çok az insanda Sezai Karakoç kadar diklemesine durmuş! Yerin dibinden kavrayıp Tanrı’ya en şık huzmelerden süzülen, bükülecekse de Aşk ile bükülen. Buradan mülhem olsa gerek; “ikinci yeni” ile ilgili bu irdelemedeki pergelin sabit ayağı Karakoç Üzerinde karar kılınmış yazar tarafından.
İthal olmasından zaar, güzel ülkemin dirilten değil körelten devrimlerinin, hali hazırda bugün dahi travmalarından sıyrılamamış okurunun yeterince süzemediği Karakoç, Türk şiirine “yapısöküm” bir hamle yaparak damıtılmış kitapta. Karakoç ile birlikte, Cumhuriyet’in ilk yıllarının, yönetimi kadar kafası karışık diğer kalemleri de eleğe alınmış. Bu seyreltinin serüvenini ise damarlarım(da)ızda akan şiir anlatmış.
Parasızlıktan değil okulsuzluktan yatılı okuyan çocukların; toprak yollarda, tahta bavullarının içinde, biricik takım elbisesinin cebinde, ranzalarındaki yastık altlarında biriktirdikleri şiir!
Karakoç’un; “Laleli’den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız” dediği şiir!
Camus’ca bir dille “absürt ile savaşabilmek için onu yaşamamız gerekir” denildiğinde saçmalıkları ışıldayan şiir!
Ece Ayhan’ın “sivil şiir” diye adlanmasının gerekliliğine hepimizi ikna etmeye çalıştığı; İlhan Berk’in Marksçı düşünceden sola ağdırsa da bohem içerisinden huzuru yakalayamayanlar arasında ve Araf’ında kaldığı şiir!
Turgut Uyar’ın başı çektiği düşünülen akımda, ben tutmadım ama iyi becerene hakkını iade ederim nevinde söylemleri ile Karakoç’tan beklenebilecek hamleyi yaptığı hatta asıl şiirin henüz yazılmadığına inandığı; Karakoç’un ise İsmet Özel ve Turgut Uyar’ın karşısına dikilip söze değil öze dokunana yandaş olduğu şiir.
“Bir mezarlık önüne geldik bu taş ustası kim
Taşları bu kadar iyi bilen bu taş ustası kim” (1998/236) gibi tekrarlar ile dönemdaş olduğu Karakoç ile benzeşen Edip Cansever’deki çok olmadan çok konuşan şiir!
Yazara göre kendi psikolojisine çok da uymayan bir akımın içinde debelenen Cemal Süreya’nın, babası ölmeden yazdığı “Sizin Hiç Babanız Öldü mü” şiirinden anlaşılsa gerek, duygu ile değil akıl ile yazdığı; Ece Ayhan için ise “şair midir” diye tartışabileceğimiz şiir!
Medeniyetine uzak kalanların temsil ettiğine olan inancın bu kitap ile yerle yeksan olduğu şiir: “İkinci Yeni”
“Tanrı’nın sadece hissedilmesi biraz da onun tekliği ile alakalı değil mi! “
Eserde son bölüm, “İkinci Yeni” temsilinde de olsa şairden çok bir filozof üzerine. Karakoç! Muhtemel ki Monoroza şiiri laneti olup üzerini örtmüş der tüm yazı ve şiirlerini kendisinin yazdığı derinliğe yakın bir yerden okuyan her okur. Almond, Kant, Schelling, Camus, Pythagorascılar, Herakleitos, İbn-i Arabi okuduğunu düşündüğü Eckhart –ki bu mermi etkisi yapar bileninde-, Hegel, The Orders filmine eklediği “ben ve öteki” diyalektiğinin “ying-yang” benzerliği, Descartes, Spinozadan süzüp çayıma şeker ettiği “töz”… Ayet ayet felsefe ve Kuran!
Tıpkı bahsettiği Tanrı gibi; yeterince bilinememesi tekliği ile alakalı; uslub-i beyan aynıyla insan; insan gibi insan! Sevenine gelsin bu irdeleme. Ben kadar sevenine… Kalanı için ise sözü şaire bırakalım:
“Sizin defolup gitmenizi istiyorum o kadar
Ali de istiyor ama söylemekten çekiniyor”