Varlık aktaran fail sebebin, varlık aktardığı sebepliden, daha öncelikli ve güçlü olması gerekir. Varlık veren, varlığa, varlık verdiği sebepliden daha layıktır da denilebilir. SEBEP, SEBEPLİDEN BÜYÜKTÜR! Bu, İbn Sina'nın "sebeplilik ilkesi"nin en sade ifade edilebilen formülü olarak kullanılabilir.
Antropomorfizm: Yunanca insan anlamına gelen, anthropos ve biçim, şekil anlamına gelen morphe sözcüklerinden türetilmiştir; genel olarak insana ait özelliklerin insan dışındaki varlıklara yüklenmesini ifade eder. A. Cevizci, Paradigma Felsefe Sözlüğünde “Antropomorfik” kavramını, faaliyetinden hareket ederek, dünyanın bir amaca göre düzenlenmiş olduğunu, bu düzenin düşünmeye, istemeye ve iradesini gerçekleştirmeye yetili bir varlığın eseri olduğunu, dünyanın doğaüstü bir varlık tarafından belli bir amaç için kurulduğu ya da yaratıldığını öne süren görüş olarak ifade eder.
İbn Sina’da, Yeni Platonculuk’dan aldığı ilham ile antropomorfik bir Tanrı tasarımından, bir mimar veya el sanatları işçisinden ziyade, yaratıcı bir kuvvet olarak tanrısallık düşüncesi mevcuttur. “Aşk Risalesi” kitabı, bu tanrısallığın, “ilk neden” olarak orada öylece var olan, “kendinde var olan” bir varlığı nitelemesini anlatma derdindedir. Başka bir yazıya saklayacağımız Farabi’de de olduğu gibi İbn Sina’da da Antik Yunan ile İslam düşüncesi arasındaki geçirgenlik keyif verici izlekler verir.
Sina, varlıkların sebebi olarak gördüğü “Aşk Hakkında Risale”sinde, aşk’ın “Bir” olanın delili olduğu hakkındaki görüşlerini yedi bölümde dillendirir. Aşk ontolojik açıdan ele alınır ve varlıkla ilişkisi irdelenir. Bu bağlam İbn Sina’ya Felsefe ile ilişkilendirildiğinde daha net anlaşılmasını sağladığı alanı oluşturmaktadır. “Aşk”, “Âşık” ve “Maşuk” aslında hepsi varlığın mevcudundan kopanlardır diye ifade etmeye çalışır. Aşk, bütün varlığın esasıdır ve her şey ondan doğar. Aşk, Allah'ın varlığının bir delilidir. Varlık kavramı bir şeyin gerçekliğini ifade ederken; Aşk, şeyin gerçekliğini de ortaya koymaktadır!
Sina’nın aşkın varlıkların sebebi olarak anlattığı bu yedi bölüm şu şekildedir: Birinci fasıl; Her bir hüviyete aşk, kuvvetlerin sirayet etmiş olmasına dairdir. İkinci fasıl; canlı olmayan basit cevherlerde aşkın varlığı hakkındadır. Üçüncü fasıl; aşkın nebati suretlerde yani nebati nefislerdeki varlığına dair. Dördüncü fasıl: aşkın gıdalanabilme kuvvetine sahip olan varlıklarda gıdalanabilme kuvveti yönünden varlığına dairdir. Beşinci fasıl: Zariflerin ve gençlerin güzel yüzlere duyduğu aşk hakkındadır. Altıncı fasıl: İlahi nefslerin aşkı hakkındadır. Son fasıl ise; tüm bu fasılların hatimesidir.
***
İşin aslı: “Sudur” teorisi söz konusu olduğunda ilk akla gelen felsefî akım, Yeni Platonculuk’tur. Yeni-Platoncu metinler üzerinden İslam düşüncesine girmiş ve Fârâbî’nin katkılarıyla da İbn Sînâ’ya ulaşmıştır. Bu yüzden, “sudur” dâhilinde “Bir”e bakışı anlamak için, Plotinus’un ardından ikinci olarak Farabi irdelenmelidir. Biz sondan başlıyoruz gibi görünüyor olsak da sistematize etmesi bakımından en mahiri, en anlaşılır ifade şekli bu yedi maddeden de anlaşılacağı üzere İbn Sina’dır.
“Sebeplilik ilkesi”, Tanrı’nın varlığını var etmeye indirgememenin, yüce kutsamasıdır. Üzerine, hatta daha ziyade altına yeterli okumalar yapılırsa Panteizm’in de Tanrı’yı yüceltme derdinde olduğuna inandığım alt yapısının yeniden inşasına da anlam katabilir diye serbest düşünülebilir mi? Çok da yakışır!
O, vardır.
Ne var ise ondan taşmıştır.
Bu, yaratmaya kadri olmamasından değil ihtiyacı olmamasından, varlık amacı olmamasından, “varlık amacı” olmanın “tanrısallık” ile çelişkisinden kaynaklı bir “taşma” halidir.
Yani, varlık aktaran fail sebebin, varlık aktardığı sebepliden, daha öncelikli ve güçlü olması gerekir. Varlık veren, varlığa, varlık verdiği sebepliden daha layıktır da denilebilir. Bu da sebebin aktardığı varlık özelliğiyle sebepliye aktarılan varlık özelliğinin aynı ontolojik seviyede olmadığını gösterir. SEBEP, SEBEPLİDEN BÜYÜKTÜR. Bu İbn Sina’nın “sebeplilik ilkesi”nin oldukça sade ifade edilebilen formülü olarak kullanılabilir.
Sudur; dönüp dolaşıp gelinen “aşk” ile mevcud edilen varlığın vucud olan varlığa doğru, taşıp koptuğu yere doğru olan meylinin tanımı olarak mistik bir anlam kazanmıştır. Hele ki buradan sonrası başkaca bir mavi dünyadır. Felsefede, Antik Yunan boyunca ilerleyerek artan tinsel aşk’ın vardığı en son nokta budur. “Bir” kavramı, varlıkların “İlk varlık”a duydukları aşk maksadı ile pek çok filozof ve mutasavvıfı etkilemiştir.
***
Hülasa, “Sudur”un derdi “ilk neden”dir. Keza, Plotinus, Farabi ve İbn Sina’nın da…
“İlk neden” nedir?
İlk neden “Bir”dir ve akıldır.
“İlk var olan (mevcut) bütün diğer var olanların varlığının (vucud) ilk nedenidir. Varlığının yalnızca kendisini gerçekleştirmek için var olacağı bir maksat yoktur. Keza böyle olsa idi “ilk varlık” bu maksat için var olurdu ki o zaman da “ilk neden”(Tanrı) olamazdı”
Bu tanımlama İbn Sina’nın “Sebeplilik İlkesi”nin de zemin katıdır.
Var edilenin, kendiliğinden var olan; zaten var olan; kendinde var olan Tanrı ile aynı seviyede olamayacağı…
Olsa idi Tanrı’nın “acz” olacağı, gerçeğidir!
Bu tutar, Sina’nın O’na; benim Sina’ya aşkımın kaynağıdır!
Çünkü:
“Düşünmeden öğrenmek faydasız
Öğrenmeden düşünmek tehlikelidir”