Amerika'da Trump'ın seçilmesiyle ortaya çıkan milliyetçi-popülist gelişmenin artık çok taraflı ekonomik yapılanmalara uygun düşmediği görülüyor.
Sonbahar ayları içinde Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası yıllık konferansları için Washington’da toplanacaklar. Liberal uluslararası ekonomik düzenin koruyucuları olan bu kurumlar eski günlerde olduğu gibi görevlerini yerine getiremiyorlar.
Bu ekonomik kurumların derin reformlar yapmalarının zamanı geldi. Karşılarında artık savaştan yıpranmış ve fakir düşmüş ülkeler yok. Yeni güçlenen ülkelere ve gelişmeye çalışan ülkelere karşı düşmanca ve onlara üsten emir erir, yol gösterir bir tavırla yaklaşmayı bırakmaları gerekiyor. II. Dünya Savaşı sonrası, Batı’nın üstünlüğünde kurulan ekonomik yapının ilelebet devam etmesi mümkün değil.
Amerika’da Trump’ın seçilmesiyle ortaya çıkan milliyetçi-popülist gelişmenin artık çok taraflı ekonomik yapılanmalara uygun düşmediği görülüyor. Yükselen yeni devletlerin ekonomileri ile Batı arasındaki açık hızla kapanıyor. IMF ve Dünya Bankası genel olarak yapılanmalarını değiştirmediler. Yeniden yapılanma için bir çok işaret var. 1997 Asya krizi birbirine bağlı olan uluslararası mali sistemler arasındaki sirayeti belli etti. Güney Doğu Asya’dan, Batı yüzünden başlayan bunalım, Rusya’dan sonra Türkiye’yi de vurdu ve siyasal yapısında temel değişikliklerin başlangıcını oluşturdu. 2008 buhranı gelen tehlikeler konusunda etrafa kırmızı ışıklarını saçtı. Batı sarsılırken, Çin ve diğer yükselen ülkeler uluslararası ekonominin yeni taşıyıcıları olarak ortaya çıktılar. Yeni parlayan bu ülkeler, Batı’yla olan hesaplarında dönüşüm yapabilseler, gerekli ekonomik reformları zamanında yapsalar ve iç siyasal sorunlarını çözebilselerdi, bugün uluslararası ekonomik düzeni kendileri ele alabilirlerdi. Tabii kendi iç sorunlarını çözmemeleri ortaya çıkan sorunların genellikle Batılı ülkeler tarafından yaratıldığını da unutmayalım.
Batılılar bazı reform çabalarına giriştiler ve bu çabalar çok bölünmüş ve eş güdümsüz oldu.1999’da Asya krizi gelişirken, ekonomi yönetimini G8’lerin dışına çıkarmak için G20 adı altında ülkelerin maliye bakanlarından ve merkez bankalarından bir forum oluşturuldu. 2008 krizinden sonra G20 liderleri uluslararası parasal ve finansal sistemin yeniden inşa edilebilmesi için ufakta olsa bir ümit ışığı oldu. 2010 yılında, G20’ler yapılan planlara göre hareket ediyorlardı. Çin ve diğer gelişen ülkeler G20’ye dahil edilmişti. Ancak bu gelişme istenen sonuca varamadı. IMF’in politik yaklaşımı ve yönetim kadrosunun sürekli Batılı yöneticilerin elinde kalması reformların adil olmasının önüne geçmiştir. Oysa, yönetimde temsilin hemen hemen eşit ekonomik ağırlığa sahip ülkeler arasında dağıtılması, organik liderliğin değişmesi ve kalkınan ülkelerin sesinin duyulması gerekirdi. Gelecekte kalkınan ülkelerin tek bir adayın arakasında toplanması durumunda IMF’de üst yönetim Avrupalı yöneticilerin elinden kaçabilecek. Gerçekte II. Dünya Savaşı sonrasında kurulan NATO gibi kurumlar dahil Batılılar hiçbir kurumda üst yönetimleri diğer ülkelere vermediler.
Diğer devletlere güvensizlik, diğer devletlerinde işine yarayacak yapılanmalara karşı çıkma, Amerika’da Trump’la birlikte yaygınlaştı. Amerika, küresel kamu mallarını, diğer ülkeleri savunmayı ve mali dengeyi gözetmeyi desteklemeyeceğini belirtti. Bu duruma büyük Avrupa ülkeleri şimdilik sessiz kaldılar. Başta Çin olmak üzere diğer yükselen ülkeler kendilerinin başat rollerde olduğu paralel ekonomik ve savunma sistemlerini oluşturmaya başladılar. Amerika’nın kendini istisnai bir ulus olarak görmesi sonucu var olan sistemde gerekli değişiklikler yapılamayacağı ortaya çıktı. Amerika’nın en önde gelen ülke olması düşüncesi sonucu uluslararası para sistemini denetleyen kurumlar günümüzde müthiş bir darbe yiyebilirler.
Zaman bu kurumların lehine işlemiyor. Amerika’nın şimdiye kadar oynadığı başat rolün zorluklarından kaçınması Bretton Woods’ta kurulan bu sistemin çökmesine neden olabilir.
Özellikle Trump, kurumlarda liderlik sorumluluğunu kurumlara bırakma yerine, dışardan müdahale edip, ekonomiyi ikili antlaşmalarla kendi çıkarına göre düzenlemeye kalkarsa diğer ülkeler bu durumu kabul etmeyebilirler.
Amerika, savunma harcamalarını bir trilyon dolara çıkartarak, nükleer güç yarışmasına girerek ekonomik alanda eski başat yapısını korumayabilir. O zaman ne olacağını bizden sonraki nesil yazarlarının incelemeye vakitleri olur, diye düşünüyorum.