Hoş geldin Ekim.

Merhaba Ekim. 

Uzun araba yolculuğu ve İstanbul'a dönüş hali.

Sıcaklardan, serinliğe doğru, direksiyon tutuş hali.

Düşüne düşüne, bazı düşünceleri severek, bazılarını atlayarak geçen yolculuk hali.

Kocaman bir yaz daha bitti.

Hep içimizde bir telaş var değil mi, koşturup duruyor.

Kendimizi bildiğimizden beri, sorun yüklü beynimiz saat gibi çalışıyor.

Kimi kendi eserimiz, kimi insanlardan, kimi çevreden alıntı sorunlarımız var.

Zihin kirliliği, emin olun çevre kirliğinden çok daha beter.

Ah zihnimiz ah, ah beynimiz ah! arınmaya ne kadar ihtiyacımız var.

Bak toprağın kokusu değişiyor, hangimiz ya da kimimiz farkındayız ki.

Tüm tabiat, Ekim ayının sarışın haline hazırlanıyor sanki.

Ağaçlar, yaz aylarının yorgunluğunu taşıyor sanki.

Ya yapraklar, nazlı yapraklar, başlamışlar kendilerini toprağa atmaya.

Hüznün rengi gibi sonbahar.

Ama korkmayın sakın, daha çok ev, daha çok arkadaş, dost ve daha çok sıcak çaylar kahveler zamanı diye düşünelim.

Öyle düşünün.

Evet yeşil saklanıyor, mavi bulutlara kaçıyor, pembeler yok oluyor.

Ama sarılar var, sarı umudun rengidir bence.

Yaz ayları, insanın çoğunlukla kendi dışında kaldığı zamanlardır.

Kış ayları belki de insanın kendi tenhalıklarının keyfine vardığı zamanlardır.

Hayat çok kısa.

Bir yaz, bir kış, bir sonbahar, bir ilkbahar derken geçip gidiyor.

Ne yarattığın dertlere ne alındığın insanlara değmiyor.

Dönüp dönüp arkana bakarsan yandın.

Kimseden bir şey beklemediğin zamanlara kavuştuğunda, bakacaksın ki hayat daha hafif.

Zaten, beklentiler zamanla azalmıyor mu?

Ya da beklentilere bağladığımız anlamlar değişmiyor mu?

Evet değişiyor.

En çok da, yanı başında olan insanlara şükrediyorsun

Yanı başında kelimesini çok severim ve çok önemlidir aslında.

Ah işte hayat.

Umutların, düşlerin seninle beraber yol alıyor.

Aslında.

Kum saatini bir daha asla geri çeviremezsiniz.

Zaman dibe çöküyor, kum saatinin ince belinden aşağıya hızla süzülüyor.

Hatalar yapmışız hiç olmadık yerlerde.

Hiç olmadık adamlara aşık olmuşuz.

Kendimize bile çok gördüğümüz neler neleri, durmadan başkalarına vermişiz.

Kendi başımızı, kendi omuzumuza yaslayıp ağladığımız zamanlar.

Biz eskiyoruz, eşyalar eskiyor, her şey değişiyor, hayat devinip duruyor.

Olsun güçleniyoruz.

Ama en önemlisi.

Kendim dahil, sevdiğim kim varsa, hatta sevebileceğim insanlar da dahil herkesin sağlığı iyi olsun.

Teşekkür ederiz hayat.

Funda’nın aklındakiler…

... Dizi sezonu başladı.

Bütün kanallar, yeni art arda diziler koymaya başladılar.

Kanallar yarış halindeler.

Artık, evlerde akşam 20.00 gece 24.00 kadar hayat ekrana kilitlendi.

Dizi sektorü, akıl almaz bir sektör haline geldi.

Maliyetleri, oyuncuların bölüm başına aldıkları paraları konuşuyorlar.

Her şey akıl almaz.

Eskiden bir dizi bittiğinde, oyunculara, set ekibine, hay Allah ne kadar emek ver, emekçi var, ne olacak şimdi diye üzülürdük.

Artık üzülmeye ne gerek, ne vakit kalmadı.

Oyuncunun bir jenerikte adı yazarken, diğer dizede adı yazıyor.

Aaaa Kızılcık Şerbeti'nin Alev'i buraya gelmiş, aaa bu oyuncu, şu diziden bu diziye gelmiş diye, konuşup duruyor insanlar.

Ekranlarda, sohbet, yarışma ya da eğlence programlarına zaman ayıran kanal kalmadı.

İnanılmaz evler, inanılmaz giysiler, inanılmaz zenginlikler içinde, sahip olmadığımız yalan hayatları seyredip duralım.

Funda’nın aklındakiler…

... Üzülmek.

Kalpten, gönülden üzülmek.

Üzülmenin zamanını, kimse bilemez ama, aklın, merhametin ve hayatın izanının anladığı bir zaman vardır, değil mi?

Kimse kimseye gerçekten üzülmüyor, üzülemiyor, ya da anlık üzülmeler hemen gelip geçiyor.

Farkında mısınız, kimsenin üzülmeye vakti yok gibi aslında.

Koşturan hayat ne kadar değişti değil mi?

Story’sinde canım arkadaşım Metin böyle gidemezsin diye ağlıyor, story atlıyor, göbek atıyor, umurunda değil.

Herkes, günlerce ağlasın, yaş tutsun demiyorum tabi ki, ama anladınız siz ne demek istediğimi.

Her şey 24 saat yalanında.

Paylaş, kaç kişi bakmış gör, silinsin gitsin.

Para telaşı, yırtma telaşı, kendini sev telaşı, yani hep bir telaş var.

Üzülmeye vakit yok.