Trump'ın 'Önce Amerika' stratejisinin altında yatan olay artık Amerika'nın uluslararası alanda rakiplerinin karşısında gerilemekte olmasıdır.
Trump’ın ‘Önce Amerika’ stratejisinin altında yatan olay artık Amerika’nın uluslararası alanda rakiplerinin karşısında gerilemekte olmasıdır. Ortadoğu’da kendi içindeki lobilerin isteğini yerine getirirken 2008 yılında Bush dönemi askeri harcamalar nedeniyle çöken mali sistemini bir türlü düzeltememiştir. Mali sistem düzeltilmeyince artık komünist ülkelerin kalmadığı bir dünyada kendi halkına rakip ülkelerin imajını hala eski rejimleri üzerinden yansıtmakta, Amerika güvenliğini sarsacaklarını ileri sürdüğü rakipleri ile aynı zamanda işbirliği yapacağını söylemektedir.
Trump’ın güvenlik politikası tamamen kazanç sistematiği üzerine kurulmuş bir politika gibi gözükmektedir. Petrol ve gaz şirketlerinin havadan gelen kazançlarını kesmemek için dünyayı yok etme pahasına iklim değişikliğini bir tehdit olarak görmemeyi tercih etmektedir. Oysa, iklim değişiminin uluslararası bir güvenlik tehdidi oluşturduğunu Amerikan bilim adamları ortaya koymuşlardır. Amerika’da onlarca kurum ve üniversite bu hususta çalışmaktadır.
Trump’ın ikinci önem verdiği hususun Amerika sınırları içine yansıyan terör olduğu anlaşılmaktadır. Amerika kendi ülkesine göçü en aza indirmek üzere hazırlanmaktadır. Tabii, bu göç Müslüman ülkelerden gelen mülteci akımıyla daha çok ilgilidir. Trump, Amerika’nın kendi yarattığı DEAŞ ile iyi mücadele ettiklerini belirtmektedir. Arada sırada bazı DEAŞ danışmanlarını sahadan kaçırmasının bu mücadele ile ilgisi herhalde yoktur diye ümit ediyoruz. Öte yandan Amerika gene Afganistan’daki operasyonları için Suudi parası ve kendi istihbaratı ile İslamlaştırdığı Pakistan’ı terörle yeterli uğraşmadığı için kınamaktadır. İşin ilginç yanı bir zamanlar Rusya üzerine püskürttüğü İslami terör konusunda şimdi Rusya’ya istihbarat verip Putin’den teşekkür telefonu almaktadır.
Bazı Amerikalı analistler Amerika’nın bugünkü durumunu 1957’deki Rusların uzaya Sputnik’i fırlattıkları zamanki durumuna benzetmektedirler. Roger D.Launius, ‘Sputnik ve Uzay Çağının Başlangıçı’ adlı makalesinde, Sputnik yapay uydusunun uzaya atıldığı 4 Ekim 1957’deki olaylardan başlayarak Amerika içindeki gelişmeleri ve telaşı anlatıyor. Rusya ve Amerika’nın bilim adamlarının Washington’daki Sovyet elçiliğinde, Uluslararası Jeofizik Yılı nedeniyle yaptıkları toplantıda, Sovyet bilim adamlarının uzaya bir yapay uydu atacaklarını belirtmesi ve Amerikalı bilim adamlarını şaşkınlığa çevirmiştir. Amerika’nın İngiltere ile birlikte kurdukları serbest ekonomiye ve üstün teknolojiye dayanan sisteminin altüst olması büyük bir travma yaratmıştır. Eisenhower’in ve diğer liderlerin Sovyetleri tebrik etmesine rağmen, yazarın görüşüne göre, bu olay Amerika’da bir ‘Pearl Harbor’ etkisi yaratmıştır. Sputnik olayı Amerika ile Sovyetler Birliği arasında teknolojik açıklık olduğu imajını yaratmıştır.
Bu olayla birlikte Amerika harekete geçerek yeni yasaların hazırlanmasına başlanmıştır. İlk yürülüğe giren yasalarından biri, ’Ulusal Güvenlik Eğitim Yasası’ olmuştur. Bu yasayla birlikte, yabancı dillerin öğrenilmesi, bölgesel ararştırmalar, lisansüstü çalışmaların arttırılması, bilim, matematik ve mühendislik dallarında yoğunlaşan bilimsel çabalar öne çıkarılmış ve hatta Amerikan liselerinin bilim programları yoğun bir biçimde fen bilimlerine yöneltilmiştir. Hızla nükleer silah yapımına girişen Amerika askeri teknolojide üstünlüğünü korumak için, ‘Savunma İleri Araştırmalar Projeleri Ajansını’, kurmuştur. 1958 yazında Amerikan hükümeti, ‘Ulusal Aeronotik ve Uzay Yönetimini’(NASA) kurmuştur. NASA’nın ilk amaçlarından biri uzaya insan gönderilmesi olmuştur.
Bugün Trump’ın izlediği politikalarda olduğu gibi, Amerika’nın bu çabaları kendi müttefiklerini zor duruma düşürmüştür. Amerika’nın Rusya’yı dizginlemek için İtalya ve Türkiye’ye yerleştirdiği kısa ve orta menzilli nükleer silahların önemi azalmış, Sputnik teknolojisiyle Rus füzelerinin Amerikan topraklarına erişebileceği anlaşılmıştır. Senatör Kennedy 1960 yılındaki başkanlık seçimini Rusların nükleer silahlar üzerindeki üstünlüğü retoriğiyle kazanmıştır. Rusların Küba’ya nükleer füze yerleştirme çabaları sonucu yarattığı imajlardan geri dönemeyerek dünyayı Küba yüzünden bir nükleer savaşın eşiğine kadar sürüklemek zorunda kalmıştır. Küba füzeleri tartışmaları sırasında Türkiye az daha başlayacak bir savaşın kurbanı olacak bir duruma gelmiştir.
Kendi topraklarında nükleer savaşı kabul etmemeyi düşünen Amerikan stratejistleri, NATO’nun kitlesel mukabele stratejisinden vazgeçerek esnek mukabele stratejisine geçip nükleer savaşı taktik füzelerle yapma stratejisine geçmişlerdir. Bu strateji ile Sovyet topraklarından çok Sovyetlerin işgal edeceği topraklarda füze kullanılacağı anlaşılmıştır. Sovyet istilasına uğrayacak topraklar arasında Türkiye vardır. De Gaulle başkanlığındaki Fransa bu stratejisinin kendilerini korumadığını söyleyerek NATO’nun askeri kanadından çekilmiştir. NATO’nun merkezi Paris’ten Belçika, Brüksel’e taşınmıştır. Bu arada Fransa kendi nükleer gücünü oluşturmuştur.
Günümüzde de Trump, Avrupa ülkelerinin kendilerini korumak için askeri harcamalarını arttırmaları gerektiğini ve ellerini taşın altına koymalarını belirterek 1960’lardaki kendisine olan güveni sarsılmış Amerikan stratejistleri gibi davranmaktadır.
Çin ve Rusya, Amerikan analistlerine göre, kendi medyaları, basın evleri, üniversiteleri, düşünce kuruluşları, Konfüçyüs Kültürel Kurumları, hükümetler dışı örgütlenmeleriyle, Latin Amerika, Avrupa, Afrika’da kendi yumuşak güçlerini büyük bir maharetle kullanmaktalar. Aslında Çin ve Rusya, Amerika’nın yaptığı gibi kendi yumuşak güçleriyle taraftar kazanmaktalar. Bu rekabete Amerika, Trump döneminin sorunlu politikaları döneminde izin vermek istememektedir.
Çin ve Rusya’nın yumuşak güçlerinin yanında bir de ‘keskin güçleri’ olduğu ileri sürülmekte bu ‘keskin güç’ özellikle Çin’in yorulmaksızın geleceğin teknolojilerini transfer etmesi, yeni teknolojilerin yaratılmasına çaba göstermesidir. Bu teknolojiler arasında suni zeka, süper kompüterler, insansız araçlar, robot teknolojisi, ileri tıbbi teknolojiler. On yıl içinde Çin’in bu kritik teknolojilerde ileri geçerek gelecek ekonomik büyüme modelinde baş rol oynayacağı görülmekte .Çin şimdi, Amerika’dan daha fazla, gayri safi milli hasılasının daha büyük bir bölümünü araştırma ve geliştirme projelerine harcayarak başa doğru güreşmektedir. Bu çabalar sonucu tanınmış bilim adamları Çin üniversitelerinde araştırma yapmaya gitmekteler. Yeni lisan öğrenimi Çin olmaktadır.
Rusya ise daha çok sert güç yansıtması ile başat bir rol oynamaya başlamıştır. Rusya gücünü Gürcistan ve Ukrayna’ya yansıtmıştır. Ortadoğu’nun iki temel gücü olan Türkiye ve İran’ı yanına çekmiş gözükmektedir. Çin’in yeni etkinlik alanlarının Avustralya ve Yeni Zelanda olduğu ileri sürülmektedir. II. Dünya Harbi’nden sonra Japon yerleşmesinden korkan Avustralyalılar bu defa Çin yatırımlarının istilasına uğramış gözüküyorlar. Amerika yumuşak gücünü kendisi gibi kullanmayı öğrenmiş olan bu iki gücü rakip olarak görmektedir.
En önemlisi bu üç gücün ortak düşmanlarının DEAŞ’çı Müslümanlar olduğu anlaşılmaktadır. Bu konuda iş birliğine girmeleri, eğer İsrail Amerika’nın yakasını bırakırsa, muhtemeldir. Henry Kissinger’in sık sık ileri sürdüğü gibi gelecek dönemde dünyayı üçlü bir yönetim mekanizmaları içinde ele almaları bizim gibi orta boy güçler için zorluklar yaratacak gibi gözükmektedir. Şimdilik kısa dönemi kurtarmaya çalışalım.