Bugün koronavirüsü bırakıp biraz tarihe, darbeler tarihine gözümüzü çevirelim istedim.
Geçen hafta zavallı bir kadının başka bir zavallı kadının sunduğu programda 15 Temmuz mel’un darbe ve işgal girişiminin tekrarlanması halinde 50 kişilik ölüm listesi hazırladığını söylemesi medyada çalkantılar kopardı. Onun öncesinde de durup dururken bir darbe vaveylası kopartılmıştı. Bunlar tabi çoğu zırcahil beslemelerin kamuoyunda algı yaratma girişimi denebilir. Ben bu kadar olduğunu bile zannetmiyorum. Bu, zırcahillerin algı yaratma kapasitesini abartmak anlamına gelir. Pekiyi, hakikaten bugün bir darbe tehdidi var mıdır? Bence yoktur. Ancak Türkiye tarihine bakıldığında darbelerin resmigeçidini görürüz. Yani bu ihtimali o kadar da hafifsememeliyiz. Bugün koronavirüsü bırakıp biraz tarihe, darbeler tarihine gözümüzü çevirelim istedim.
Bizans’ı, yani nâm-ı diğer Doğu Roma’yı, da eklersek Türkiye tarihinde iktidar çoğunlukla kanla değişmiştir. Taht için savaşan İmparatorlar, Prensler, Şehzade ve Sultanlar… Bu “yalnız ve güzel ülkemizin” tarihinde sıklıkla karşımıza çıkarlar. Doğu Roma’dan bir örnek verelim: Sultan Alparslan’ın Malazgirt’te hezimete uğrattığı İmparator Romanos Diogenes üç ay öncesinde tahtı bir darbeyle ele geçiren asi bir generaldi. Darbe yaptığı yetmezmiş gibi, bir de sabık İmparator’un karısıyla da evlenmişti. Malazgirt’ten sonra ne mi oldu? O da bir darbeyle indirildi, gözlerine mil çekilip İstanbul’un Prens Adaları’nda hapsedildi.
Osmanlı Klasik Çağı’nda da darbeler bir hayli fazladır. Örnek verelim: Genç Fatih (birinci dönem Saltanatı sonunda), Sultan İkinci Beyazıt, Sultan Birinci Mustafa, Sultan İkinci (Genç) Osman, Sultan Birinci İbrahim, Sultan Dördüncü Mehmet, Sultan İkinci Mustafa, Sultan İkinci Süleyman, Sultan Üçüncü Ahmet, Sultan Üçüncü Selim. Bu Padişahlar Yeniçerilerin ön planda olduğu saray darbeleriyle indirilmiştir. Son Dönem yedi Osmanlı Padişahının üçü de darbeyle tahtından indirilmiştir: Sultan Abdülaziz, Sultan Beşinci Murat ve Sultan İkinci Abdülhamit. Osmanlı Klasik Dönemindeki darbeler genelde iç siyasi ve iktisadi dinamiklerle gerçekleşirken, Osmanlı’nın son döneminde darbeler genelde dış dinamiklerle ve başta İngiltere olmak üzere emperyalist devletlerin entrikaları yüzünden gerçekleşmiştir.
Böyle bir tarihin zorunlu devamı elbette Cumhuriyet döneminde de devam etmiştir. Hepimizin bildiği gibi 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1998 dolaylı veya doğrudan askeri darbelerdir. Bunlar başarılı olanlardır. Başarısız olanlar ise, 1960’lardaki Talat Aydemir darbe teşebbüsleri, 27 Nisan 2007’deki başarısız muhtıra girişimi ve elbette 15 Temmuz 2016 darbe girişimi… Osmanlı tarihinde de benzeri başarısız darbe girişimleri vardır: Osman Bey’i indirmek isteyen amcası (adaşım) Dündar Bey, Çaldıran Seferi’nde Yavuz’a ateş eden Yeniçeriler, Sultan Dördüncü Murad’ın bertaraf ettiği en az iki darbe girişimi, Sultan İkinci Mahmut’u indirmek için yapılan Yeniçeri ayaklanması… Bizans tarihinden de bir örnek verelim: Doğu Roma’nın Kanuni’si sayılan İmparator Justinianos ve karısı (Hürrem Sultan’ı anımsatan) İmparatoriçe Teodora’ya karşı bugünkü Sultan Ahmet Meydanında bulunan hipodromda halkı galeyana getirerek İmparatoru indirme teşebbüsü… Görüyoruz ki, iktidarı elinde bulunduran devlet adamı gücünü, otoritesini ve aklını kullanırsa darbeleri bertaraf edebilmektedir. Yukarıdaki örneklerde bu devlet adamları, İmparator Justinianos, Osman Gazi, Yavuz Sultan Selim, Sultan Dördüncü Murat, Sultan İkinci Mahmut, İsmet Paşa ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dır.
Cumhuriyet Dönemi’ndeki darbeler, ahalinin çoğunluğu tarafından (darbeye hem taraftar hem de muhalif olanları da kapsayan bir çoğunluk), Kemalist darbeler olarak bilinmektedir. Bunda, darbeyi kotaran üniforma giymiş eşkıyaların darbenin gerekçesi olarak Atatürk İlke ve İnkılaplarını göstermesi de önemli bir pay sahibidir. Bu zırcahiller ve yarı aydınlardan oluşan gürûha sorsanız Menderes ezanı Türkçe okuttuğu için, Demirel milliyetçi ve muhafazakâr olduğu için, Erbakan İslam Birliğini tesis etmek istediği için, Recep Tayyip Erdoğan da Osmanlı’yı diriltmek istediği için darbelere hedef olmuşlardır.
Pekiyi işin gerçeği nedir? Dediğim gibi Osmanlı’nın son dönemindeki darbeler emperyalist güçlerin planlaması, teşviki, kışkırtması ve desteği ile gelişmiştir. Cumhuriyet döneminde de bu ilişki aynen devam etmiştir. Burada en önemli nokta Türkiye’nin Berlin Konferansı’ndan beri kıyısından köşesinden içine girdiği Batı ittifakının jeo-politiğine aykırı bağımsız politikalar geliştirme çabalarının genelde darbeyle sonuçlanmış olmasıdır. Özellikle Cumhuriyet döneminde Menderes iktidarı sırasında NATO ittifakına girmemiz, Cumhuriyet’in kuruluştaki niteliğini de değiştirmişti. Atatürk’ün tarafsızlık, tam bağımsızlık ve bölgesel ittifaklara dayanan jeo-politiği yerine Menderes’le birlikte Atlantik Merkezli Emperyalist Gücün çıkarlarına siper olan bir jeo-politik gelmişti. Ancak Türkiye’nin ve Menderes’in kalkınma hedefleri vardı. Bunun için gerekli olan teknik ve mali destekler de müttefikimiz ABD tarafından verilmiyordu. Menderes de kalkınmada desteği SSCB’de aradı. Buldu da… Ama bu NATO tarafında affedilmeyen bir hata olarak görüldü. Yani 27 Mayıs Atatürkçü, ulusalcı ve çağdaşlaşmacı bir darbe değil, NATO yörüngesinden sıyrılmaya çalışan Türk Devletini hizaya getirme eylemiydi. Sonra SSCB’ye yakınlaşıp temel sanayi altyapısı ve enerji santralleri için kredi bulan Demirel 1971’de uzaklaştırıldı. 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekâtının cezası da 6 yıllık anarşi olayları arkasından 1980 ihtilaliyle kesildi. 28 Şubat’a geldiğimizde Batı sisteminin dışında daha bağımsız politika izlemeye çalışan millici Erbakan hükümeti medyada Hacı – Hoca tiyatrosu ve “irtica” vaveylaları ile tasfiye edildi. Bunun öncesinde arka arkaya gerçekleşen suikastları de darbenin prelüdü olarak görelim. 9 Şubat MİT Darbesi, 2013 Haziran Gezi olayları, 2014 17-25 Aralık Yargı Darbesi ve son olarak mel’un 15 Temmuz darbe ve işgal girişimi küresel emperyalist odakların desteği, teşviki ve planlaması ile FETÖ casus şebekesi tarafından kotarılmaya çalışıldı. Sebep neydi? Yine aynı: Türkiye mevcut siyasi, finansal ve iktisadi düzeni terk edip, bağımsız politika geliştirmeye çalıştığı için. Sayın Cumhurbaşkanı’nın birçok hatası olmuştur, bunu kendisi de itiraf etmiştir… Ancak bir özelliği vardır ki, kimsenin uzaktan kumanda ile yönetebileceği bir siyasetçi değildir. Kendi değimiyle “kendi söküğümüzü kendimiz dikmek” çabası içindedir. Böyle bir siyasi profil, küresel emperyalist odakların işine gelmez. Bu yüzden bu darbe teşebbüsleri kotarılmıştır.
“Yahu Hoca, darbeci Kemalistlerin hiç mi günahı yok?”, diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Hata sorunun kendisindedir: Bir Atatürkçü darbeci olamaz, kendisini Atatürkçü olarak görse bile. Bir Atatürkçü, NATO’cu olamaz, kendisini Atatürkçü olarak görse bile. Her sarık saran, sakal bırakıp hacı misi sürenin Müslüman olmadığı gibi, her rakı içeni de Atatürkçü sanmayın. Siyaset yaşam tarzına göre değil, iktisadi ve siyasi ilkelere göre yapılır. Atatürk’ün hayatında kabul ettiği üç temel ilke vardır: Tam bağımsızlık, askerin siyasete karışmaması ve Türk milliyetçiliği. O yüzden, kendilerine Atatürk’ü gerekçe gösterseler bile NATO’cu darbelere iştirak edenlerin Atatürkçü olamayacağı gün gibi ortadadır.
Pekiyi bize düşen nedir? Böyle saçma sapan tartışmalarla, yarı aydınların zırvalarıyla millî birliği bozacak ortamlara yol açmamalıyız. Bir darbe olacaksa, bu bizim içeride zayıflığımızın emperyalistler tarafından kullanılmasıyla gerçekleşir. O yüzden birbirimizi sevmeli, dayanışma ve milli birlik içerisinde geleceğimizi kendi ellerimizle kurmalıyız.
Hayırlı Cumalar.