'Türk medyasındaki habercilik başarısı çoktan ölmüştü de "savaş gazeteciliği" noktasındaki içler acısı hali üzülerek seyretmemek mümkün değil.'
NATO’nun, yaklaşık 30 bin asker, yüzlerce uçak ve geminin katılımıyla Norveç’te tatbikat düzenlediğini biliyorsunuzdur diyeceğim ama muhtemelen pek çoğunuzun haberi olmamıştır. Çünkü televizyonda Ukrayna-Rusya savaşını yorumlayanların çoğu hala daha 64 kilometrelik Rus tanklarının neden ilerlemediğini tartışıyor.
Bundan yaklaşık bir iki sene önce de NATO’nun Ukrayna’da tatbikat yaptığından pek haberi olmamıştı Türk medyasının. Rusya’yı sürekli coğrafyasında kışkırtmaya çalışan enerji o günden bugüne sürüyor.
Biz ise yaşananları Kiev’de sirenler çalarken “güvenli alana geçmek için” karşı kaldırıma geçenlerden öğreniyoruz. Kimi ise “tarafsızlığını” Ukrayna askeri üniformasından sağlıyor. Giyilen üniformadan sorulan soruların “objektif” olduğuna inanmak mümkün mü? Öyle ya, soruların içinde zaten ne Turuncu Devrim’in amacı var, ne de NATO’nun 1991’den bu yana Sovyet coğrafyasında yayılarak neyi hedeflediğine dair tek bir sorgulama.
Türk medyasındaki habercilik başarısı çoktan ölmüştü de “savaş gazeteciliği” noktasındaki içler acısı hali üzülerek seyretmemek mümkün değil. Kimse de çıkıp “Kiev meydanında ışıklar geceleyin neden yanıyor, Rus birliklere kolaylık olsun diye mi” diye bu tuhaflığa dikkat çeken bir soru da sormuyor. Ekranların “tekel oluşturmuş kadrolu yorumcularından” henüz uzun vadede NATO’nun Sovyet coğrafyasında yayılmasının Türkiye’ye ne gibi zararları olabileceğini de tartışan çıkmadı.
Farkında mısınız bilmiyorum, Türkiye’de özel haber denen bir şey de kalmadı. Size “bir tane haberleriyle adından söz ettiren muhabir adı verin” desem muhtemelen hiçbiriniz cevap veremeyeceksiniz. Çok normal. Gazeteler, “parti bültenine” döndüğünden beri bunu umursayan da yok. Gazetemiz YeniBirlik gibi az sayıdaki birkaç gazete de bu medya ortamında tarafsızlığını ve entelektüelliğini koruyarak sadece bilgi üzerinden yayın yapmaya çalışıyor. O da bir yere kadar sesini duyuruyor. Hiç değilse umut ışığı hala var.
Pandeminin başlangıcından bu yana koskoca iki yıl geçti, bugün pandemiyi hatırlayan yok. Salgını en başından beri sorgulayan birkaç kişiyi geçiyorum, çıkıp da “pandemi nasıl unutuldu” deyip finansal bunalımların yaşanmasına sebep olan bu iki yılı sorgulayan da hala çıkmıyor.
Ukrayna’da bulunan biyolojik laboratuvarları ABD’sinden NATO’suna, AB’sine kadar herkes reddettikten birkaç gün sonra itiraf edişinin altında yatan gerçeği de kimse enine boyuna tartışmadı. En azından ekranlarda rastlamadım. Belki de artık izlememeyi tercih ettiğimdendir.
İnsan artık gazeteciliğin düştüğü duruma üzülmüyor bile, hissizleşiyor, belki de en büyük acı gazetecilikle uzaktan yakından olmayan hadiselerin artık “gazetecilik” olarak kabul görmesi…
Bergen filmi üzerine bir tartışma
Vizyona girer girmez Bergen filmi birçok tartışmanın odak noktası oldu. Hayat öyküsüyle bu tartışmaların yaşanacağı da belliydi.
Tartışmaları dikkatle takip ediyorum ama bir tartışma var ki fikir yürütmeden duramayacağım. O da Bergen’i canlandıran Farah Zeynep Abdullah’ın kendi sesinden şarkı söylemiş olması.
Gazetemiz yazarlarından Michael (Kuyucu) da bu konuya girmiş ve şarkıları karakteri canlandıran oyuncunun söylememesi gerektiğine inandığını belirtmiş.
Michael Jackson ya da Madonna’nın filmi çekilse ve oynayan oyuncu kendi sesinden şarkı söylese ne olacak diyor.
Aslında bu durum Bohemian Rhapsody filminde yaşandı. Rami Malek her ne kadar şan dersleri alsa da şarkıları söylemedi ama ilginç bir şekilde sesi Freddie Mercury’e benzeyen Marc Martel ile Mercury’nin stüdyo kayıtları birleştirildi.
Anlayacağınız tamamı Mercury’nin orijinal sesinden alınmadı.
O yıl “en iyi erkek oyuncu” dalında Oscar ödülünün sahibi ise Rami Malek oldu.