Kendi gazetem diye demiyorum ama Avni Özgürel'in yol göstericiliğinde ve Okan Sarıkaya'nın kaptanlığında YeniBirlik'i ayrı tutuyorum, geçen sene panikle insanlar kısıtlama öncesi sokağa çıktıklarında "luppocu" diye aşağılanırken gazetemiz bu kervana hiç katılmadı, birinci sayfasına her görüşü taşırken habercilik reflekslerinden ödün vermedi.
İngiltere’nin köklü yayın kuruluşlarından The Guardian, 200. yıldönümünü kutlarken geçtiğimiz haftalarda bir yazı dizisi yayınladı.
“The Guardian:200” isimli yazı dizisi bugüne dek yayınladıkları haberlerde yer alan hatalardan bazılarının sıralandığı bir özeleştiri metnini içeriyor.
Metinde insan sağlığı açısından ciddi zararları olduğu kaydedilen asbestten “övgüyle bahsedilmesinden”, kadınların oy kullanma hakkı ve İsrail’in kuruluşuna kadar birçok konuda “yanlış pozisyon” alındığına dair birtakım itiraflar/özeleştiriler var.
Asgari insani ve ahlaki değerlere sahip kişi ve kurumların zaman zaman yapması gereken bu özeleştiri kültürü Türk medyasında mevcut mu?
Bana kalırsa birçok alanda yaşadığımız bu eksiklik medyada da epey fazla.
Zira 28 Şubat’ın “başörtülüleri ihbar etmeyi vatandaşlık görevi edinen” muhbirci medya aktörlerinden tutun da “411 el kaosa kalktı” manşetini atanlar hiçbir şey olmamış gibi kalem oynatmaya devam ediyor.
“Ahmet Kaya’nın sürgününe” yol açan manşetleri mevzu bahis bile etmiyorum, şimdilerde “ciddi konuları yazmamayı tercih etmek” de herhalde patron değişikliğinden pardon özeleştiri kültüründen olsa gerek.
Sadece geçmişte değil, pandemi döneminde de medya iyi bir sınav vermedi.
Haşmet Babaoğlu dünkü yazısında, Birleşik Krallık da bilim insanlarının “halkı gereğinden çok korkuttuk” açıklamasından bahsediyordu.
Bu korkuya çanak tutan da medya kuruluşları oldu, son 1,5 senedir dünyada pandemi bir “korku imparatorluğuna” dönüştürüldü ve insanların en yakınlarından bile şüphe duymasına yol açarak bireyin yalnızlaştırılması başarıya ulaştı.
Bu durum Türkiye’de de farklı değil, geçen seneden bu yana medya tüm habercilik ilkelerini bırakarak “zabıta” görevini üstlendi, sokaklarda “maskesiz insan avına” çıkıldı, hafta sonu insanların “ellerindeki poşetlerle aslında yürüyüşe çıktığı” haberleri ciddi ciddi yapıldı.
Ekrana sürekli çıkarılan hekimlerin çelişkili açıklamaları görmezden gelinerek bir tıp kültü oluşturuldu, eleştirenler yine aynı medya yoluyla pasifize edildi, farklı görüşlere yer verilmedi, tek bir görüş üzerinden tekelcilik hâkim oldu.
Kendi gazetem diye demiyorum ama Avni Özgürel’in yol göstericiliğinde ve Okan Sarıkaya’nın kaptanlığında YeniBirlik’i ayrı tutuyorum, geçen sene panikle insanlar kısıtlama öncesi sokağa çıktıklarında “luppocu” diye aşağılanırken gazetemiz bu kervana hiç katılmadı, birinci sayfasına her görüşü taşırken habercilik reflekslerinden ödün vermedi.
Şimdi bu medya kuruluşları “aşılamanın kazanımlarını” ön plana çekerek “korku imparatorluğu” havasını dağıtmayı amaçlayarak geçmişi unutturmak isteyecekler.
Peki özeleştiri? Muhtemelen yine yapılmayacak, nasılsa unutulur denilecek.
Türkiye’de yazılı ve görsel basının en temel sorunu, sosyal medyanın ve Youtube gibi platformların gerisinde kalması oldu. İnsanlar konvansiyonel medyayı özgünlüklerinden ödün verdiği için bıraktı, gazetelere, televizyonlara bir bakın, son zamanlarda konuşulan bir tane bile özel habere rastladınız mı?
Bu durum bence kimsenin de umurunda değil, yalan bile olsa insanlar inanmak istediğine inanıyor, haberciliğin en önemli ilkelerinden takipçilik bile yok, adından söz ettiren bir muhabirimiz var mı?
Pandemi elbet sona erecek ama medyayı esir alan bu “konfor virüsü” ne zaman geçecek derseniz, hiç umutlu değilim.