Bir 19 Mayıs'ı daha yaşadık. Annesini, sevgilisini, eşini, öğretmenini yılda bir kere hatırlayıp orantısız ve samimiyetsiz sevgi patlaması yaşayanlar gibi, bâzıları da sosyal medyada buldukları her Atatürk fotoğrafının altına bir şeyler yazıp art arda paylaştı.
Bir 19 Mayıs’ı daha yaşadık. Annesini, sevgilisini, eşini, öğretmenini yılda bir kere hatırlayıp orantısız ve samimiyetsiz sevgi patlaması yaşayanlar gibi, bâzıları da sosyal medyada buldukları her Atatürk fotoğrafının altına bir şeyler yazıp art arda paylaştı. Bâzıları da Mustafa Kemal Atatürk’ün kendi sözlerini paylaştılar. 19 Mayıs aynı zamanda “Gençlik Bayramı” olduğu için Atatürk’ün en çok paylaşılan sözü “Bütün ümidim gençliktedir” oldu.
O zamanki standartlara göre bile genç ve erken denecek bir yaşta, yâni elli yedi yaşında hayâtını kaybeden Mustafa Kemal Atatürk’ün ümidini gençlere bağlaması hiç de şaşırtıcı değildir. Zira o, genç yaşta birçok şey yapmıştır. Ama şaşırtıcı olan, kendine “Atatürkçü” diyenlerin, Atatürk’ün imzâsını vücûduna dövme yaptırıp arabasına çıkartma olarak yapıştıranların, rakı bardağını bile Atatürk resimli seçenlerin arasında Atatürk’ün ümit bağladığı ve bu ülkeyi emânet ettiği gençler olmasına rağmen, bu gençlerin ülkeyi yaşanmaz bulmaları ve bu emâneti görmezden gelip ülkeden gitmek istemeleridir.
Ya Atatürk de “Bu ülkede yaşanmaz” deseydi?!
Slogan atmaya gelince en önde bayrak taşıyanlar, “Atatürkçülük taslamak” deyince en öne geçenler, acaba Atatürk’ün gençken nasıl bir ülkede ve hangi şartlarda yaşadığını bilmiyorlar mı? Bilmiyorlarsa Atatürkçü olmayı nereden öğrendiler ve Atatürkçü olmayı ne zannediyorlar?
Ailevî ve sağlık sorunları bir yana, milletçe yaşanan fakr u zarûret içinde Millî Mücâdele’nin liderliğini yapan Atatürk, acaba “Bu ülkede yaşanmaz” deyip bâzıları gibi çekip giyseydi, ne olurdu? Birilerinin hayâlini kurduğu gibi, Mustafa Kemal Paşa bugün tekrar Samsun’a çıksa, “Bu ülkede yaşanmaz” diyen gençlerle hangi mücâdeleyi verebilir? Bu gençlerle hangi kongreleri toplayabilir? Bu gençlerle hangi meclisi kurabilir? Hangi orduya “İlk hedefiniz Akdeniz’” diye emredebilir? Ülke ve devlet sevgisini yüksek maaşlı iş bulmaya endeksleyen gençlik, hiç Atatürk’ün ümit bağladığı gençlik olabilir mi?!
Kendine hayrı yok
16 Mayıs ve 19 Mayıs 2021 târihli son iki yazımda (“Mesele sâdece iş bulmak için ülkeyi terk etmek değil!” ve “Sosyal dönüşümün hafriyatı altındaki yeni yapı”) ülkeyi terk etmeyi düşünenlerden ve toplumun yaşadığı sosyal çöküntüden bahsettim. Bu yazılarımı paylaşırken kullandığım anahtar kelimeler yüzünden olacak, sosyal medya hesaplarımda benzer konulu haberle karşılaşmaya başladım. Hatta CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu da kokuyu iyi almış olacak ki, son günlerdeki söylemlerinde gençleri muhatap alıyor. Televizyon kanallarındaki haber bültenlerinde de bu konu “gençlere mikrofon uzattık” kurgusuyla sık sık ele alınmaya başladı. Bu haberlerden bir başkası da, DW Türkiye’nin internet sitesindeki “Salgında gençlik: işsiz, umutsuz ve geleceksiz” başlıklı haber oldu. Bu haberde, gelecek kaygısının ve iş güvensizliğinin Türkiye’de gençliği ürküttüğü, kaygının artık korkuya dönüştüğü ve gençlerin yurtdışında hayat kurabilme hayâli içinde olduğu iddia edilmektedir. Haberde sâdece iki öğrencinin (Mina ve Ayşegül) düşünceleri örneğinden “herkes böyle” genellemesi yapılmaktadır.
Ancak haberde genelleme yapmak için örnek verilen öğrencilerinden biri (Ayşegül) okuduğu bölümü (Yıldız Teknik Üniversitesi Matematik Mühendisliği Bölümü) tam dokuz senedir bitirememiş bir öğrencidir. Buna mâzeret olarak da yarı zamanlı çalışmak zorunda olmasını göstermektedir. Üniversite okuyan herkes bilir ki, birçok öğrenci yarı zamanlı ve bâzı öğrenciler tam zamanlı çalışmakta ve okullarını dört senede ya da en fazla beş senede bitirmektedir. Dokuz senede mezun olamayan bir öğrencinin kendine hayrı yokken, nasıl oluyor da ülkeyi yaşanmaz bilip yurt dışına gitmeye cesâret ediyor? Acaba gitmeyi düşündüğü yabancı ülkede dokuz sene üniversite okuma gibi bir lüks bulabilir mi?
Sorumsuzluğun kılıfı
Ülkemizde ilkokuldan itibâren oluşturulan öğrenci profilinin en olumsuz özelliklerinden biri sorumluluk zâfiyetidir. Maalesef eğitim sistemimiz öğrencilere bu duyguyu verme konusunda başarısızdır. Bu zâfiyet, üniversitede daha belirgin ve sorunlu hâle gelmektedir, çünkü artık üniversitede öğrencinin arkasını toplayan “veli” yoktur.
İyi ve yüksek maaşlı iş bulmak için üniversite okuyan, yâni iş hayâtına hazırlanan öğrencilerden bir kısmında gördüğüm en belirgin çelişki, sabah dersleri başta olmak üzere, saat kaçta olursa olsun derslere geç gelmektir. Sınavlara bile çok sayıda geç gelen öğrenci olmaktadır. Girmek için can attıkları iş hayâtında da mesâi saat 9’da başlarken ve saat 9’dan önce iş yerinde olmaları gerekecekken, sabah saat 9’daki derslere geç gelen öğrencilerin savunması “Bu kadar erken saatte ders mi olur?” şeklinde olmaktadır. İş yerine de saat 9’da gelmeleri gerekeceğini hatırlattığımda herhangi bir cevap veremeyen bu sorumsuz öğrenciler, mezuniyet sırasında referans mektubu istemeye geldiklerinde bu sorumsuzluklarını hatırlatıyorum. Onlar da referans için ısrarcı olamıyorlar.
Hayâl edilen ülke şartları
Türkiye’yi beğenmeyip gitmek istedikleri ülkeyi sâdece güzel görüntülerin yansıtıldığı dizilerde, turizm tanıtım filmlerinde ve gezi programlarında gören bu gençlerin gerçeklerle yüzleşmesi çok kolay ve ucuz olmuyor. Ayrıca bu ülkelerdeki bakanlara, belediye başkanlarına veya cumhurbaşkanlarına küfür de edemiyorlar. O ülkelerdeki gerçek demokrasi ve özgürlük anlayışı aynı zamanda sorumluluk anlayışını ve kültürünü de berâberinde getiriyor. O ülkenin insanları ve seçmenleri, üzerlerine düşen kişisel sorumlulukları yerine getirdikleri için muhalefet ve eleştiri hakları olduğunu ve bu hakkı yine demokratik yöntemlerle sandıktan kullanmayı biliyorlar. Oylarını boş vaadler için değil, gerçekçi projeler için veriyorlar. Hem seçmenlerin hem de siyâsetçilerin çalışmadan başarılı olma gibi gerçek dışı hayâlleri de olmuyor. Aldıkları üniversite diplomasının altında kopya çekerek geçilen dersler, internetten indirilip virgülünü bile değişmeye zahmet edilmeden teslim edilen çalıntı ödevler, girilmeyen sınavlar için tanıdık doktordan alınan uydurma raporlar bulunmuyor.
Birçoğu en az bir yabancı dilen bu ülkelerin insanları sâhip oldukları yüksek hayat standartlarını, Türkiye’den gelen tembel, haylaz ve sorumsuz kişilerle paylaşmayı istemeyeceklerini az çok biliyorum. Maddî açıdan ihtiyâcı olmasa bile, sâdece diploma almanın yetmeyeceğini bilip tecrübe kazanmak için çalışan bu insanların kazandıkları her avro ve doların onlar için büyük bir önemi vardır. Onların devlet büyükleri onlara ümit bağlamasa da, Türkiye’deki bâzı gençlerin özendiği o ülkelerin gençleri, öz sorumluluk duyarak hem kendi gelişimleri hem de ülkelerinin kalkınması ve yüksek hayat standardının korunması için mâzeret uydurmadan çalışıyorlar ve iş beğenmezlik yapmıyorlar.
Sâdece popüler ve yüksek puanlı diye üniversitede bir bölüm okumak yerine, gerçekten istedikleri ve yapacakları işin okulunu okuyan bu insanların, bir okulu dokuz senede bitiremeyen birini aralarına alacaklarını hiç zannetmiyorum!