Çıkıp bir yetkili, "Arabalarda kullanılan cam filminin her ne kadar bazı faydaları varsa da, şu kritik süreçte, güvenliği daha etkin bir biçimde sağlamak, yapılan kontrollerin hızını artırmak vs.vs." gibi milleti "insan" yerine koyarak bir açıklama yapsaydı…
Çıkıp bir yetkili, “Arabalarda kullanılan cam filminin her ne kadar bazı faydaları varsa da, şu kritik süreçte, güvenliği daha etkin bir biçimde sağlamak, yapılan kontrollerin hızını artırmak vs.vs.” gibi milleti “insan” yerine koyarak bir açıklama yapsaydı…
Ne gerek var.
Olağanüstü hal…
Siren takanlar, çakar denen ışıklı sesli “yol verin ulan” havası basmaya yarayan zımbırtılı sivil araçlar, emniyet şeritlerinin ihlali, İstanbul’un giderek daha geniş sınırlara ve zamanlara yayılan rezalet trafiği, vahşi/ vandal/ kuralsız ve şehirciliğin her kriterine ters çirkin ve plansız yapılaşma…
Olağan durumlar, olağanüstü rantlar…
Geçen gün trafikte Merter ile Avcılar arasında tam beş ambulansın yol bulup gitme çabasına şahit oldum.
Allah hepsine şifa versin. Trafikte adım adım ilerleyen milyonlarca İstanbullu her gün ambulans sirenlerinin insanın içini ezen feryatları arasında çile çekiyor.
Ha E-5, ha TEM…
TEM niye paralı hala? Sanki zaman mı kazandırıyor?
Muhteşem Mall of İstanbul’dan Ağaoğlu harikalarına, Ispartakule’nin beton yığını kulelerinden, Bahçeşehir’e, artık Büyükçekmece’ye kadar uzanan yapılaşmanın sonucu mecburen TEM’i kullananlar yüzünden neredeyse Kumburgaz gişelerine kadar full trafik.
Yani bir yoldan para alıyorsan, zaman ve konfor sağlaman lazım değil mi?
Türkiye’nin nüfusunun dörtte biri, Türkiye’nin yüzölçümünün 150’de birinde yaşıyor.
Getirin haritayı gözünüzün önüne. İstanbul’u görün. Türkiye’nin Kuzey Batı’sında Türkiye’nin 150’de biri kadar küçücük bir alan…
Ve 80 milyonun dörtte biri o alana sıkışmış vaziyette.
Bu ne hal peki?
Özgürlük var.
Köprüler olsun…
Kanal İstanbul da olsun…
Cazibe artıyor, rant artıyor…
Türkiye’nin geri kalanını ne yapacağız?
“Efendim, araçlardan cam filmlerini sökersek, asayişi sağlarız!” Öyle soruya böyle cevap…
Yakışır!
İstanbul’da 4 milyona yakın araç var.
Millet şu an oflaya poflaya kışlık lastik taktırmaya başladı. (Buna itirazım yok. İtirazım; her yerde kuyruk var. Kuyruk olunca fiyatlar şişik…)
Bir yandan da cam filmlerini söktürüyoruz…
Sahil yoluna Bizans Surlarını aratmayan yüzlerce kuleyi de diktik.
Belediyelerde 5-10 bin lira maaşla çalışıp 3-5 milyona rezidans katı alan alana…
Vakti zamanı geldiğinde büyük bir sürpriz yapar Binali Bey’i İstanbul’dan aday gösteririz. Kazanırız…
Prost denen Fransız şehircilik katilinin 1940’larda yaptığını eleştirsek ne olur?
Her ilde havaalanı…
Her ilde üniversite…
Ama herkes İstanbul’da…
İşte bunlar benim kafamın basmadığı meseleler.
Mimar Doktor Kadir Topbaş’ın basmış mıydı, bilmiyorum.
“Ah efendim Erenköy’ün köşkleri…” diye başlayacak cümlelerin sahiplerini çoktan gömdük.
“Buralar hep dutluktu” diye anlatacak kimse de kalmadı.
TOKİ ve Emlak Konut milleti ev sahibi yapma işini çoktan unuttu; en iştahlı müteahhitlere tur bindirdiler.
Sonuç olarak deprem vız gelir tırıs gider anlayışıyla, kentsel dönüşümle, kentsel görüşümün hiçbir manasının olmadığını bilerek, Twitter’da paylaşılan bir Suriye duvar yazısının İstanbul için de geçerli varsayılabileceğini söyleyip bitireyim:
“Bu şehirde yaşamak, bu şehirde ölmekten daha zor!”
Bizansı İstanbul yaptık…
İstanbul’u da The İstanbul!
Velhasıl The End!