"Başarılı" bir algı operasyonu ile "tarikat" kelimesi, kamuoyunun bilinçaltında "tâciz", "tecâvüz", "yolsuzluk", "holdingleşme" kavramlarını çağrıştırır hâle getirildi.
Tam bir anlam kargaşası yaşıyoruz. Herhâlde soyut anlamda tasavvufa ve somut anlamda tarîkatlara karşı olanlar çok mutludur. Onlar yapmak isteseydi konuyu bu kadar karmaşık ve itici hâle getiremezlerdi. “Başarılı” bir algı operasyonu ile “tarikat” kelimesi, kamuoyunun bilinçaltında “tâciz”, “tecâvüz”, “yolsuzluk”, “holdingleşme” kavramlarını çağrıştırır hâle getirildi. Tıpkı FETÖ’nün “âbi” ve “abla” kavramlarını bozduğu ve neredeyse kullanılmaz hâle getirdiği gibi. İnsanlar lafın gelişi “Bizim bir âbimiz var” demekten korkar oldu. Aynı oyun, tarîkatlar ve cemaatler için de oynandı ve oynanıyor. FETÖ’nün sivil girişim geleneğimize vurduğu darbe gibi, nüfûsunun (resmî istatistiklere göre olsa da) yüzde 99’nun Müslüman olduğu ülkemizde, İslâm’ın bir uygulama şekli olan tasavvuf ve tasavvufun kurumsal hâli olan tarîkatlar bir torbaya koyun, âdeta ekonomik ve siyasal bir terör örgütü ilân ediliyor.
HaberTürk Gündem
7 Ekim 2020 Çarşamba günü Habertürk televizyonunda Veyis Ateş’in sunduğu Habertürk Gündem programında “gergin” ve sonuca varılamayan tartışma yaşandı. Kemal Öztürk ve Mete Yarar (Habertürk Gazetesi), İsmail Saymaz ve Deniz Seyrek (Sözcü Gazetesi), Nedim Şener (Hürriyet gazetesi) ve Adil Gür’ün konuk olduğu program, Azerbaycan Cumhurbaşkanı yardımcısı Hikmet Hacıyev’in canlı yayına bağlanmasıyla başladı. Sayın Hacıyev’in konuk olduğu bölümün ardından başka bir kanala geçtim. Bir süre sonra Habertürk’e geri geldiğimde, Nedim Şener’in yüksek ses tonuna karşılık, Kemal Öztürk’ün sâkin şekilde konuşma çabalarını görünce “öff, yine mi” demekten kendimi alamadım. Söz hakkı Kemal Öztürk’teydi. Ama Nedim Şener iki cümlede bir sözünü kesiyordu. Kemal Öztürk de “Konuşmuyorsunuz diye eleştiriyorsunuz ama konuşturmuyorsunuz” diyerek söz hakkını muhafaza etmeye çalışıyordu.
Nedim Şener, FETÖ ile olan mücâdelede AK Parti’ye yakın söylemleri sebebiyle mahallesinden tepki almış olacak ki, fabrika ayarlarını göstermek için tarîkatlara karşı toptancı bir tutum ile saldırıyor ve Kemal Öztürk’ün temsil ettiği kesimin, bâzı yanlışlara sessiz ve tepkisiz kaldığı ithâmında bulunuyordu. Menzil, Hakyol gibi cemaatlerin kurumsal yapılarına kişisel olaylar üzerinden yaptığı eleştirilerde Nedim Şener, lafı “holdingleşme”ye getiriyordu. Yaklaşımını da “Bu cemaatlerden gavs denen kişiyi alın veya o kişi ‘ben çekiliyorum’ desin, ortada holding kalır” sözüyle özetliyordu.
Târîkatlar ne yapmaz(mış)
Nedim Şener’in “herkes haddini bilecek” deyip Kemal Öztürk’e konuşma fırsatı vermeyerek haddini aştığı ve Veyis Ateş’in programın sonuna doğru “Tamam Nedim!” uyarısını yapmak zorunda kaldığı programda Kemal Öztürk, kendi yazılarında yaptığı bir alıntıyı okudu. Alıntı “Tarîkatlar neler yapmaz” başlığı taşıyordu:
1- Para toplamaz.
2- İnsan devşirmez. Gelene git, gidene gel demez.
3- Devletten kadro talep etmez.
4- Siyâsî oy istemez. Vermeyene karısını haram ilan etmez.
5- Ticâret yapmaz.
6- İhâle tâkip etmez.
7- Beddua etmez.
Liste bitince Nedim Şener hemen lafa girip “Küfür etmez ve ölüm tehdidi yapmaz” maddesini de ekle, dedi. Ardından, “masum” tarikatlara karşı olmadığı göstermek için, böyle tarikat kurarsan beni de üye olarak yaz, diye ekledi.
Kemal Öztürk’in okuduğu bu yedi maddelik listenin, bir madde hâriç, hepsine katılıyorum. Katılmadığım madde ise “ticâret yapmaz” maddesidir. Bu itirâzı, hem yüksek lisans ve doktora tezini tasavvuf ve tarîkatlar üzerine yapmış, hem de “bizim de çorbada tuzumuz olsun” deyip ücretsiz ekmek gönderdi diye bakkaldan alışverişi kesen gerçek şeyhleri ve mürşitleri görmüş biri olarak yapıyorum.
Tarîkat ve cemaatlerin ticâret yapmasını istememek, onları fakirliğe mahkûm etmek demektir. Bu da o tarîkat ya da cemaati ondan bundan para toplamaya götürür. Yâni bu listeyi yapan kişi ve beğenerek alıntılayan Kemal Öztürk, birinci ve altıncı madde ile çelişkiye düşmektedir.
Mevlânâ ve İmam-ı Azam’ın tüccarlığı
İki sohbet dinleyip, mânevî konuları içeren bir kişisel gelişim kitabı okuyanların “tasavvufçu” diye dolaştığı, “ney çalınmaz üflenir” demekten ileri gitmeyen neyzen bozuntularının “sufî” olduğu ülkemizdeki “cesur cesâret”in en çok istismar ettiği isimlerden biri Hz. Mevlânâ’dır. Altında adı yazılan “özlü” sözlerin tamâmına yakınının uydurma olduğu Hz. Mevlânâ’nın bilinmeyen, bilinmek istenmeyen, bilinse de gizli kalması istenen bir özelliği vardır. Mevlânâ Celâleddin Rûmî’nin “Mevlevîlik” adıyla ve şimdiki şeklinde bir tarikat kurmadığı bilinir. Onun bir medrese hocası, bir müderris, bir Hânefî fıkıh âlimi olduğu da bilinir. Ama bilinmeyen ve önemi örtülmek istenen özelliği, Hz. Mevlânâ’nın medresesinin masraflarını karşılayacak kadar zengin olduğu ve bu zenginliğini ticâretten kazandığıdır.
Günümüz şartlarında bir vakıf üniversitesinin yıllık bütçesi düşünüldüğünde yüksek bir maddî miktardan bahsediyorum. Bunun karşılanması için de Hz. Mevlânâ, Meram’da tarlalar, bağlar, bahçeler işletmiş ve ticâret yapmıştır. Böylece ona para verip onun üzerinde hâkimiyet kurmak isteyenlere imkân vermemiştir. Bunların başında da Selçuklu sultanları gelmektedir. Hz. Mevlânâ, siyâsî otoriteye bile karşı dik duruşunu ekonomik gücüyle ve bu gücü de ticâretten kazandığı paraya sağlamıştır. Oryantalist bir reklam ürünü olarak elinde tespih bir kenarda oturan, iki tıkırtı duyunca kalkıp dönmeye başlayan biri olarak tanıtılan Hz. Mevlânâ’nın bu özelliğinin iyi bilinmesi, tarîkatların ne yapıp ne yapamayacağı konusunda rehber olacaktır. Daha ayrıntılı bilgi için Adem Esen’in “Mevlânâ Celâleddin Rûmî’nin İktisat Anlayışı” (Rûmî Yayınları, 2007) adlı çalışmasına bakabilir.
Benzer özellik, İmâm-ı Âzam Ebu Hanefî için de söz konusudur. İmâm-ı Âzam da eline davul alıp mezhep kurduğu ilan etmemiştir. Bunu, yetiştirdiği ve eğitim masrafını karşıladığı talebeleri yapmıştır. Bu talebelerin yetiştirilmesinde gerekli olan ekonomik gücü İmâm-ı Âzam da ticâretle kazanmıştır.
Medine Pazarı ticâret için kuruldu
“Çağrı” adlı filmdeki belki en büyük yanlışlık, Hicret’ten hemen sonra bir mescidin kurulduğu gibi gösterilmesidir. Oysa Peygamber Aleyhisselâm, hemen İslâmî kurallara göre ticâret yapılan bir pazar kurmuştur. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman, ticâret yaparak zengin olan ve İslâm yolunda harcayanların başında gelmektedir.
Kısacası tarîkatlar ne yapmaz diye liste çıkarırken, bu listeye ticâreti koymak, on dört asırlık İslâm târihinde her şeyden önce Peygamber’in sünnetini bilmemek demektir. Ticâretten yasaklanan bir sosyal grup, çalışmasına izin verilmeyip kocasından alacağı paraya mahkûm edilen ve daha sonra kocasının şiddetin kurtulmak için boşanmaya cesâret edemeyen çâresiz kadınlara benzer.
Ticâretin kimin tarafından yapıldığı değil, nasıl yapıldığı önemlidir. Ticâret ahlaklı yapılırsa tarîkat ve cemaatlere kaynak sağlamak ve kimseye muhtaç olmamaları ve kimsenin güdümüne girmemek için de yapılır. Ama ahlaksız ticâretin ne tarîkat ve cemaatlerin ne de her hangi bir girişimci taraf tarafından yapılması kabûl edilebilir.