Bugün biraz tarih algılarımızdaki çarpıklıktan bahsedeceğim.
Tabii ki bunun ekonomik sebepleri de var. Biraz da sizi eğlendireyim dedim. Çok ciddiye aldığınız ve güncel tartışmalara katılan bazı zevatın aslında bayağı komedi karakterleri olduğunu anlayın istiyorum.
Tanzimatçı Yazar ve Gavur Mahmut’un Püsküllü Fesi
Son zamanlarda yeniden bir Sultan II. Abdülhamid ve Atatürk tartışması alevlendi. Daha çok da sosyal medyada… Piyasada Tanzimat kıyafetiyle dolaşan bir zatın merkezinde olduğu tartışmalar her zaman ki sığlık ve komiklik içinde devam ediyor. Görenler de, fes – redingot – köstekli saatin Osmanlı alamet-i farikası olduğunu zanneder. Halbuki bu zatın bundan 200 sene önceki selefleri fes-redingot-köstekli saat giyenleri gavur, dönemin padişahı II. Mahmut’u da “gavur padişah” ilan etmişti. O zata soralım: “Efendi, sen niye sarık takmıyorsun da, Gavur Mahmut’un püsküllü fesini takıyorsun?”.
Emekli Konsolosun Türkçe Ezan Sevdası
Başka bir komedyen de “Ezanı Türkçe okutalım!”, dedi. Bu arkadaş Ana Muhalefetin Genel Başkan Yardımcısı, üstelik. Hariciye’den terhis olmuş ve ikbali mebuslukta bulmuştu arkadaş. Herhalde, bugün ki mevzuatta Türkçe Ezan’ın yasak olmadığını, isteyen müezzinin Türkçe Ezan okuyabileceğini bilmiyor hazret. Kendi partisinin devr-i iktidarında Türkçe dışında ezan okunması yasaktı, Menderes’ten sonra “Türkçe dışındaki dillerde ezan okunması da” serbest bırakıldı. Yani bir müezzinimiz isterse İngilizce, başka biri de Japonca ezan okuyabilir. Yasal olarak bir mahzur yok, da… Eğer ezanı orijinali dışında okursa bir müezzin, cami cemaatinden kim gider namaza, nasıl bakar mahallelinin yüzüne? Ben bu emekli konsolosa “Hodri Meydan!” diyorum. Eğer yapabiliyorsa, herhangi bir Camide Türkçe Ezan okutsun. Kanuna aykırı değil, ”yassah” da değil. Eğer o müezzine okutabiliyorsa, ben de gelip Türkçe namaz kılacağım, söz veriyorum! (NOT: Türkçe namaz kılmak, zaruret halinde, İmam-ı Azam’a göre caizdir, DMD.) Neyse, boş verin siz bu konsolosu… Zaten Kemal Bey de hemen ihraç ediverdi zat – ı âlilerini…
Vikingler’e Öykünen Deliler, Baba Sultan ve Bugünkü İzleyiciye Uyarlanmış Tarih
Mutlaka gitmek istediğim bir film, Deliler, vizyona girdi. Fragmandan öğrendiğim ve gidenlerden dinlediğim kadarıyla film Fatih devrinde, Eflak Voyvodası (Romanya Prensi) Vlad Drakul’a karşı (nam-ı diğer Kazıklı Voyvoda) savaşa giden Osmanlı serdengeçtilerinin bir hikayesini anlatıyor. Liderleri Baba Sultan lakaplı (Yetkin Dikinciler oynuyor) bir şeyh. Boylu poslu, sarışın, saçı sakalı yerinde… Deliler olarak bilinen cesareti ve kahramanlıkları sebebiyle seçilen ve bu ad verilen yiğitler de, keza öyle. Hepsinin, Maşallah, saçı sakalı yerinde… “Hocam, bunlarda mı yanlış?” diye soruyorsunuz, biliyorum. Hikayeye itirazım yok da, çizilen karakterler meşhur dizi Vikingler’deki korsanlara benzetilmiş. Aynı şey Diriliş Ertuğrul için de geçerli… Ertuğrul Gazi’yi “Game of Thrones” karakterlerine benzetmişler. Nedir işin aslı? Gelin tartışalım...
Yesevilik, Hayderilik, Rum Abdalları ve Otman Baba
Biz Türklerin İslam’ı tasavvuf kanalıyla öğrendiğini daha önce de yazmıştım. Özellikle bir Melameti Şeyhi olan ve Nakşi silsilesinde de yer alan Yusuf-ı Hemedani Hazretlerinin halifesi olan Hazret-i Türkistan lakaplı Hace Ahmed-i Yesevi’nin Türklerin Müslüman oluşunda rolü büyüktür. Bugün içte ve dışta tarihçilerin ortak görüşüne göre Hace Ahmed-i Yesevi kitabi İslam’a pek de uygun olmayan tarikat ayinleri düzenlemekte, Türkçe nefesler ve saz eşliğinde raks ederek zikir çekmekteydi. Ayinler kadın-erkek karışık yapılıyordu. Ahmed-i Yesevi’nin halifelerinden biri olan Kutbüddin Hayder, özellikle Oğuz Türkleri arasında çok itibar gören ve etkili olan bir şeyhti. Kutbüddin Hayder, tarihçilerin ortak görüşüyle Kalenderi tarikatının bir kolu olan Hayderiliğin kurucusudur. Hayderi dervişleri abdal olarak bilinirler, dünya malından, evlilik ve cinsellikten kaçınırlardı. Yine tarihi kaynaklara göre, kitabi İslam’ın emir ve yasaklarına karşı “daha geniş” bir tavır içindeydiler. En önemli özellikleri saç, kaş ve sakalın kazıtılması, boyunlarına ve bileklerine demir halkalar geçirilmesi ve mücerretliği (evlilik ve cinsellikten uzak durmayı) temsilen küpe takmalarıydı. Bu abdallar yarı çıplak dolaşırlar, üzerlerindeki kıyafetler de çeşitli hayvan postlarından oluşurdu. Hayderileri diğer Kalenderilerden ayıran bir özellikleri de kalın ve gür bıyıkları idi… Bugün akademik tarihçilerin ittifakı ile “Rum (Anadolu) Abdalları” olarak bilinen Hacı Bektaş-ı Veli, Abdal Musa Sultan, Ahi Evran, Şeyh Edebalı, Tapduk Emre, Kızıl Deli Sultan ve benzeri abdal ve babaların hemen hemen tamamı Hayderi geleneğinin devamıdır. Ya Baba Sultan?
Fatih döneminde Rumeli’nde yaşayan, gazalara dervişleriyle katılan, Baba Sultan diye anılan, Fatih ile sürekli görüşen tek bir tarihi şahsiyet vardır: Otman Baba… Küçük Abdal adlı dervişinin yazdığı “Velayetnamesine” göre Otman Baba bıyığını da tıraş edermiş. Kısa boyluymuş, Oğuz lisanı ile konuşurmuş. Onunla birlikte dervişleri de bu esvaba bürünürmüş. Yani Otman Baba, serhat boylarındaki savaşçı dervişleri yöneten ve Fatih’le sürekli istişare eden bir Kalenderi Baba’sı idi. O da, dervişleri de, yarı çıplak dolaşır, saçlarını, sakallarını, kaş ve bıyıklarını tıraş ederlerdi.
Deliler diye bilinen ve akıncıların seçme birliklerinden olan savaşçılar da, tarihi bilgilere göre bu “kıllardan arınma işlemini” uygularlarmış. Büyük ihtimalle, onların da temelinde Kalenderilik vardır. Zaten Otman Baba’nın akıncı beyleri ile de çok yakın ilişkileri olduğu dönem kaynaklarında rivayet edilmektedir. Yani…
Otman Baba tip olarak Çukur dizisindeki “Çeto karakterini” andırmaktadır. Hacı Bektaş, Abdal Musa, Tapduk Emre, Yunus Emre ve hatta Şeyh Edebalı da, Hayderi olmalarından gelen sebeplerle ve velayetnamelerde rivayet edildiğine öyle abani sarıklı, ak saçlı aksakallı pir-i faniler değil, ama yarı çıplak dolaşan saçını, sakalını ve kaşını tıraş eden, küpe takan insanlardı.
Biz kafamızda bir ideal “evliya kültü” oluşturduk ve bu zamanla toplum içinde bir gelenek ve efsane olarak gerçekliğin yerine geçti. Ne cem evlerinde erkân yürüten dedelerimiz, ne camilerde namaz kıldıran imamlarımız ne de sıradan Müslümanlar olan bizler din ulularımızın örneğin sayın Cemil İpekçi misali saçı ve sakalı tıraş edip küpe takacağını kabul edebiliriz. Ama bütün yazılı kaynaklarda aktarılan budur. Bu yüzden, popüler tarih anlatıları, bunlardan esinlenen film ve diziler, başlıkta belirtildiği gibi aslında “geçmişte yaşanan olayların bugünkü anlayışımıza uyarlanarak” yeniden yazılmasıdır. Ama iyi ki, akademik tarihçiler var. Onlar sayesinde geçmiş olayların arkasındaki gerçeğe yaklaşabiliyoruz. Ama ahali için bu önemli değildir. Onlar, yerli “Vikingleri” izlemek istiyorlar. Bu da en tabii haklarıdır.
Hayırlı Cumalar...