Avrupa Konseyi Türkiye için 'Denetim Süreci' başlattı diye salya sümük ağlayan ahmak Batıcılarımız, Goya'nın Hayaletleri'nin son sahnesindeki İren'e benziyorlar…
Avrupa Konseyi Türkiye için ‘Denetim Süreci’ başlattı diye salya sümük ağlayan ahmak Batıcılarımız, Goya’nın Hayaletleri’nin son sahnesindeki İren’e benziyorlar…
Engizisyon işkencelerinde aklını yitirmiş İren’in, kendisine tecavüz eden rahip Lorenzo’nun cesedinin elini, bebeğinin babası diye şefkatle tutması gibi, tutacak bir el arıyorlar.
Yok… Çok entel dantel bir giriş oldu. Uzun ve karışık cümleler.
Ama siz yine de Goya’nın Hayaletleri’ni aile mahremiyetini de düşünerek seyredin ve Batı’nın aslında bir bütün olarak nasıl birbirlerinin gayrı meşru çocukları olduğunu görün.
Öyle bir film ki, makul karşılayıp hissiyatınızla acıyacağınız bir taraf yok.
Fakat içimizdeki celladına aşık dangalaklar azınlığı “Batı… Batı…” diye ağlaşmaya devam ediyor.
Hangi Batı diye sormak bile abes!
Batı’nın bizde ve bizim medeniyetimizde olmayan nesine hayransınız?
İngiltere krallığının demokrasisine mi? Fransızların iflas etmiş ahlakına mı? Hainlerimizi kucağında hoplatan Almanya’nın merhametine mi?
Bizim medeniyetimiz deyince… Tabii işin içine İslam alerjisi giriyor.
İngiliz Valiliği haysiyetsizliğinden, yine Batı’nın kâğıt üzerinde kalan ve fakat bize dayattığı bazı uyum yasalarının özgürlük alanına sığınarak nefeslenmemiz hem Batı’nın ve hem de Batı’nın fino köpeklerinin gerçekten Avrupa Birliği’nde gelecek aradığımızı zannetmelerine yol açmış olabilir.
Bulgaristan Avrupa Birliği’ne girdiğinde, çalıştığım holdingin patronu Schengen vizesi almak zorundaydı ama çaycı ablamız aynı zamanda Bulgar göçmeni olduğu için elini kolunu sallaya sallaya gidip geliyordu Kırcaali’ndeki köyüne.
İhtiyar ve köhne Batı çocuk yerine köpek gezdirirken parklarda, azınlık kalma ve yok olma korkusunun pençesinde bir çıkış yolu arıyor halbuki…
Çıkış yolu arayan biz değiliz.
Devletlerinin namusunu Yahudi Rockefeller ve Rothschild ailelerine teslim etmiş bulunan ABD ve bilumum Batı ülkelerinin hali karşısında hala eziklik kompleksinden kurtulamayanlar kendi tarihlerinden ve kimliklerinden habersiz cahiller ve veya soysuz kriptolardır.
Maruz kaldığımız tecavüz ve işkenceler hakikat fakat İran gibi aklımızı yitirmedik şükür ki!
Yemişim vize serbestisini…
Gidip de mikser mi getireceğim köyde hava atmak için birkaç karton HB sigarası eşliğinde…
Fabrikatör İhsan Bey’in kızına mahsus uçaklı seyahatlerin dayanılmaz cazibesi illüzyondan ibaretti. Çok eskide kaldı.
Uyandık.
Boğaz manzaralı kamu tesislerinde üç kuruşa yemek yiyip halkı aşağılayan azınlığın torunları, köylülerin evet oylarıyla kentlilerin geleceğiyle oynadığından şikayetçi.
Züppeler!
Türk Üniversitelerinde akademik kariyerin hangi şartlarda yapıldığını, kimlerin okula turist gibi gidip-gelip diploma aldığını bildiğimizi ve “başörtüsü zulmü” önceliğinden dolayı henüz açılmamış bir dosya olarak kenarda durduğunu unutmayın. Sıra gelecek!
Okumuşlar oy verse CHP kazanırmış. Bak, bak. Sanki o okumuşlar, okumuşlar da aydın olmuşlar! Diplomalı cahiller ordusunun şuuraltı boşalması… Ulan okumuşlarınız bilim adına ne üretti bugüne kadar.
Kıvranıp kıvranıp bel altına çalıştınız. Onursal fitnebazınızın 367 sahtekarlığında olduğu gibi, bütün palavralarınız ve hileleriniz ayağınıza dolaşacak.
Türkiye’ye karşı alınmaya çalışılan tedbirler, duyulan ve beyan edilen endişeler bizi niye rahatsız etsin?
Amerika’nın, İsrail’in, Batı’nın bizi sevmesi ve beğenmesi problem asıl!
Onlar ne kadar rahatsız olursa, bilin ki o kadar doğruyu yapıyoruz.
Onlar ne kadar çıldırırsa bilin ki, zafere yaklaşıyoruz.
İçimizde kimler tedirgin oluyorsa bilin ve not edin ki, bizden değiller…
Kadir Mısıroğlu üstadın dediği gibi, “Ne zaman ki, Çetin Altan Fetullah’ı methetti, ihanete emin oldum!”
Hani derler ya; “Adam o kadar şerefsizdi ki, hiç düşmanı yoktu!”
Bu ara moda oldu. Biz de uyalım. Tarafımız belli olsun bir kez daha.
Referanduma gidilirse idam için “Evet”… Avrupa Birliği’ne girelim mi diye sorarlarsa “Hayır”…