Kundaktan bu yana işitmiş olmamıza rağmen hep kulak ardı ettiğimiz "Ortadoğu İstilası" son üç beş yılda en kanlı şekilde "kasten" su yüzüne çıkartıldı.
Hatta şu dahi konuşuluyor; Ortadoğu’daki kanlı komplo senaryolarının dünyaya karşı inandırıcı olması için işinin uzmanı prodüksiyon şirketleri ile anlaşıldı!
Bunun adına “savaşın profesyonel lansmanı” derim ben.
DEAŞ’a dair infaz görüntülerini hatırlayın. İnsanları ürkütmekte ne kadar başarılı oldular. Terör örgütü mensuplarından ziyade Hollywood’un yarattığı kanlı seri katil modeli aktörler ve sahneler vardı o infazlarda. Müzik, dekor, kostümler, tema...
Can alıcı açılardan çekimler, ortalığı kana bulayan aktörler, halkın dramına yapılan zoomlar... Hepsi başarılı bir prodüksiyon.
Çünkü amaç; “planımızda son noktaya geliyoruz artık alışın” algısını oluşturmaktı.
Bu konuda başarılı da oldular. Ekranlarda izlediğimiz bombalama, ölüm, kan, entrika, göç ettirilen insan görüntüleri ile doldu içimiz dışımız.
Ya sonra? Alıştık ve sıkıldık! Şaşırmıyoruz ve ne olacaksa olsun da normal hayatımıza dönelim artık diyoruz!
Kısaca ne kadar çok çabaladıysak olmadı ve tiyatronun final sahnesine az kaldı gibi görünüyor.
Asıl mesele Türkiye’nin bundan sonra “kendine ait” nasıl bir yol haritası çizeceği. Sınır komşularımızdan yana çok çabaladık vicdanımız rahat dedikten sonra dış siyaseti bir kenara bırakıp içe dönük milli adımlar atmamız gerekmiyor mu?
Ülke genelinde gönülleri birleştiren ve sükuneti empoze eden pozitif söylemlere ve bu yönde sahaya sürülecek insanlara önem verilmeli.
Ağaç; köküne ve gövdesine öncelik verip sağlıklı tutmazsa sağlam dallar ile köprüler kuramaz dışarıya doğru...
Zaman içte güçlenme ve birleşme zamanı. Geçmişte açlık, yokluk ve sıkıntılı günlerimizin bel kemiği olan geniş yelpazeli milli birlik duruşunun yeniden ülke politikalarının göbeğine oturtulması gerekiyor.
“Toprak; yağmuru hasretle kucaklayıp her zerresine sindirmeyi bilmezse; bulutun getirdiği bereket değil felaket olur!!”
Toprak devlet ise yağmurda bu ülkede boy veren nesillerdir. Devlet yağmur damlası misali her bireyini kucaklayıp verimli hale dönüştüremez ise damlalar sele ve hatta felakete sebep olur!
Rahmetli ünlü yazar Mehmet Uzun’u anmak istiyorum bu vesile ile. Kanser tedavisi gördüğü yurtdışında tedavisine olumsuz cevabı alınca ilk cümlesi “ülkemde ölmek istiyorum” olmuştu ve sedye üzerinde Türkiye’ye getirilmişti.
Yurtdışındaki doktorlar tarafından yaşamasına dair sayılı günler verilen Mehmet Uzun moral, sevgi, motivasyon ve vatan sevgisi ile ölüme uzun süre kafa tuttu.
Her söyleminde Türkiye’ye olan aşkını dile getiren Uzun, aldığı tüm tehditlere rağmen ne bu sevgisinden vazgeçmedi ve edebiyatını ülkesi aleyhinde kullanmadı.
Evet Mehmet Uzun dünyanın okuduğu, tanıdığı, takdir ettiği, ayakta alkışladığı, ödüller verdiği bir Kürt yazardı fakat tüm bunlardan önce Mehmet Uzun ölüm döşeğinde bile tam bir Türkiye aşığı idi.
Elimizdeki ülke değerini öncelikte içimize sindirmemiz ve her kesime bunu yeniden anımsatmamız gerekiyor.
Sağlam temel üzerine inşa edilecek yeni nesillerin ve dış etkenler ile mücadelenin vazgeçilmezi olduğu unutulmasın.