Daha okuma-yazma öğrenmeden sosyal medya kanallarına girmeyi öğrenen çocuklar, artık kamuoyu hâline geldi.
On beş-yirmi yıl önce sık sık kullanılan bir söz vardı: Ağzı olan konuşuyor. Bu sözün ortaya çıkmasının sebeplerinin başında, yaygınlaşan özel televizyon kanallarının vazgeçilmez programlar türlerinden olan tartışma programlarıydı. Tartışma programsız televizyon kanalı yoktu. Kamera karşısına çıkartacak konuk bulmakta zorlanan kanallar, neredeyse kanalın önünden geçenleri kolundan tutup stüdyoya oturtuyordu. Ali Kırca’nın Siyaset Meydanı, Reha Muhtar’ın Ateş Hattı, Savaş Ay’ın A Takımı gibi programlar ulusal yayın yapan kanallarda yüksek seyredilme oranları ile öne çıkıyordu. Hatta bitme saatinde ucu açık yayın yapan Siyaset Meydanı programı, insanların uyku düzenini bozacak kadar ilgi çekiyordu. Seyirciler sabaha karşı biten programları seyretmek için ertesi gün mesâilerine geç kalıyorlardı.
Artık o günler geride kaldı. Salondaki halının üstüne yatıp ödev yaparken televizyon seyreden çocukların yerini, televizyon seyretmeyen, uzun reklam kuşaklarına sabredemeyen bir nesil “hâkim izleyici” durumuna geldi. Kumanda ile değiştirilen (zaping) yapılan televizyon kanallarının sallanacak tahtı bile kalmadı, diyebiliriz. Cep telefonu olarak icat edilen ve hâlâ bu isimle anılan cihazlar, “televizyon alıcısı” o büyük cihazların yerini aldı. Neredeyse dürülüp rulo hâline getirilecek kadar incelen “plazma TiViler” bile çâre olamadı.
“Herkes ekran başına” değil, “herkes ekrana”
Televizyon yayıncılığında bu kadar değişim olurken, önce “seyirci”, “izleyici” oldu. Televizyonun karşısındakiler edilgen bir şekilde, gösterileni izler oldular. Eskiden televizyon programlarının tanıtımı yapılırken kullanılan “herkes ekran başına” diye bir slogan vardı. Çaylar, kahveler yapılır; meyveler, kuruyemişler hazırlanır; tencerelerde mısırlar patlatılır ve “ekran başına” geçilirdi. O kadar ki, “Vatan-Millet-Sakarya” duygularıyla seyredilen Eurovizyon diye, artık düzenlenmeyen şarkı yarışmaları bile vardı.
Uzaktan kumanda kavgaları, evdeki her odaya birer televizyon alınınca bitti. Bu, âile içi iletişimin de bitişiydi. Sonra televizyon gitti, akıllı telefonlar ve tabletler geldi. Sonra ipin ucu iyice kaçtı. Bir nesil önce “ekran başına” geçenler, artık “ekrana” çıkmaya başladı. Şimdiki nesil, kameranın önünde olmaya o kadar alıştı ki, kamera görünce arkadan el sallamanın ne demek olduğunu bilmiyor. Tıpkı müzik kasedi ile kurşun kalem arasındaki ilişkiyi bilmedikleri gibi.
Kanalıma hoşgeldiniz!
Birileri “selfie” yerine “özçekim” diyerek Türkçeyi kurtardığını zannetsin, cep telefonlarının ön kameraları arka kameralardan daha kaliteli hâle geldi, çünkü ön kameralar daha çok kullanılıyor. Tik-tok, Instagram, Vlog derken kendi sosyal medya kanalı olmayan kalmadı. “Kanalıma hoşgeldiniz” cümlesi “merhaba”, “selam” ifâdelerinden daha çok duyulur oldu. Dolayısıyla “ağzı olan konuşuyor” döneminden sonra “Cep telefonu olan kanal açıyor” dönemine geldik. Bu dönem ne zamana kadar sürer, bilinmez. Bitince onun da tahlilini yapanlar çıkacaktır.
Ancak buradaki sorun, kişisel sosyal medya kanallarının sayılarının çokluğu değil, kalitesizliği ve niteliksizliği bile değildir. Elbette çokluğun olduğu yerde kalite ve keyfiyet aranmaz. Burada sorun, kişisel sosyal medya kanallarının birer çöplük ve birçoğunun “sosyal medya kanalizasyonu” hâline gelmesidir. Artık ağzı olan tartışma programlarında konuşup hemen boyunun ölçüsünü alamıyor. Bol keseden sallayıp sansasyon yaratanlar, uydurma haberleri “kesin bilgi, yayalım” diye paylaşanlar, “paylaşmayan bizden değildir” deyip ötekileştirmeye boyut atlatanları, maalesef kanıksanmış duruma geldi. Sosyal medyanın büyüleyiciliğine kapılıp, ineceği durağı kaçıran ama kendi hatâsını kabul etmeyip otobüsün sürücüsüne “dursana gerizekâlı” diyen yeni yetmelerin elinde çok tehlikeli bir silah var. Bu silah, nasıl kullanacağı bilmeyip elini tetiğinde tuttuğu tabancadan daha tehlikelidir. Her anını paylaşan, “beğeni” almayınca bunalıma giren, sosyal medyada gördüğü herşeye inanan, her şeyi komik bulup dalga geçen, telefonunun şarjı “%10” olduğunda panikleyip şarjını takacağı priz arayan insanların, cezâî ehliyeti olmayan akıl hastalarından daha büyük bir tehdit olduğunu dikkate almalıyız. Çünkü diğerlerinin hâllerine doktorlar tarafından teşhis konulabilirken, sosyal medyanın zombileştiklerinin tıbbî karşılıkları henüz ciddî sosyal sorunlara sebep olmadı.
Dinleyip anlamadan, başını sonunu bilmeden ama sâdece gördüğü kadarıyla algılayıp tepki gösteren bu zombiler, çekip paylaştıkları videolarla mahremiyet ve mâsumiyet kurallarını ihlâl ettilerini fark edemiyorlar. Fark etseler bile umurlarında olmuyor. Yeter ki, onların paylaşımları çok izlensin, çok tıklansın.
Keşke kamera şakası olsalar
Cep telefonunun ön kamerasının karşısına geçince kendi “âllâme” zannedenler gemi azıya almış durumda. Yüzlerce yıllık bilimsel birikimi, binlerce yıllık felsefî birikimi, kütüphâneler dolusu dinî birikimi iki-üç kişisel gelişim kitabıyla yalayıp yutanlar, hafta sonu gittikleri seminerlerle kırk yıllık psikologlara üstten bakanlar, üstü açık uyuduğunu fark etmeyip uyanınca “uzman” olan ve dağları taşları komplo teorileri, kehânetlerle dolduranlar “normal” hâle geldi. Hiçbir yazılı veya görsel kaynak, hiçbir bilimsel referans göstermeden bilmiş bilmiş konuşanların özgüven seviyelerini ölçebilen bir cihaz henüz yapılmadı.
Okulunu okuyup on beş-yirmi yıl yaptığı işinden sıkılanlar ama köye yerleşme rüyâlarını gerçekleştiremeyenler, kendilerini sosyal medya kanallarında tatmin ediyorlar. İşin daha kötüsü, bunları bile yapamayanlar da, bunların peşine takılıp, videonun altına iltifat yorumları yapıyor ve para kazanmalarına aracı oluyorlar. Mesnetsiz ve uyduruk iddialara inanmaya alışanlar, artık ne kadar doğru olursa olsun, beğenmedikleri şeye inanmıyorlar. Mutsuz oldukları şeyleri peşinen reddediyorlar.
Sosyal medya magandaları
Daha okuma-yazma öğrenmeden sosyal medya kanallarına girmeyi öğrenen çocuklar, artık kamuoyu hâline geldi. “Yâni”, “hani”, “şey” kelimeleriyle iletişim kurmaya çalışıp, duygularını emojilerle ifâde etmeyi tercih eden “ergenler”, bu ülkenin ve dünyânın yönetiminde söz sâhibi olmuş durumdalar. Art arda üç anlamlı cümle kuramayan, kursa bile yazım kurallarına göre yazıya dökemeyenler, verdikleri oylarla ülkenin siyâsî ve ekonomik geleceğine yön veriyorlar. Kendilerinin de içinde oldukları bir ülkenin kaderiyle oynadıklarının farkında değiller. Farkında olsalar bile, Gigabaytları bitmediği ve şarjları dolu olduğu sürece, herşeyi düzelteceklerini zannediyorlar.
Sosyal medyanın ve sosyal medyaya girmek için kullandıkları cep telefonlarının, maganda kurşununun çıktığı tabancalardan daha tehlikeli olduğunu anlatmanın yollarını bulamadığımız sürece, tehdit ve tehlike daha da büyüyecektir.