10 Kasım günün Atatürk'ün ölüm yıldönümünün sekseninci yılıydı ve anıldı.
Törenlerde “Atatürk’ün ilah olmadığını” söyleyen bir genç kız tutuklanarak hapse atıldı. Hakimin Atatürk’ün ilah olarak kabul edip etmediğini bilmiyorum. Hakkındaki iddianameyi de okumadım ama neresinden bakarsak bakalım tuhaf bir durum. Mustafa Kemal Atatürk’ün ölüm yıldönümünü anan kişilere onun ilah olmadığını hatırlatmak birçok açıdan tuhaf geldi. İlk olarak kim olursa olsun bir kişiyi anmak üzere toplanan kişilere yapılmış bir saygısızlık. Önceden bu hareketleri Köln’deki Kaplancılar yaparlardı. Ellerinde tahta tüfeklerle kapalı spor salonlarında Humeyni pozlarına bürünmüş bir meczubun işiydi. Almanya’nın kucağında serpilen bu marjinal akım yok oldu gitti. Arada başka kişiler çıkıyor ve onların münasebetsizliklerini devam ettiriyor. Saygısızlığın karşılığında yapılması gereken usulünce karşılık vermek veya duymazdan gelmektir. Ancak hapis cezası uygun görülmüş. Charlie Hebdo’nun Müslümanlara yaptığı saygısızlığı ballandırarak, düşünce özgürlüğü kalıbında savunanlar genç kızın hapse atılmasından rahatsız olmuşa benzemiyor.
İşin diğer tarafına, Kemalistimsilere geçelim. Atatürk’e hakaret etmemek, saygısızlıkta bulunmamak, onun ortaya koyduğu fikirleri ya da icraatları benimsemek anlamına gelmez. Benzer durum dini inançları olmayanlar için de geçerlidir. Saygısızlıkta bulunmamak ayrı şey, inanıyormuş gibi yapmak ve buna göre davranmak ayrı şey. Dindar olmadığı halde dindar görünenlerle Kemalist olmadığı halde Kemalist taklidi yapanların karaktersizlik açısından birbirine benzediklerini söyleyebiliriz.
Peki inanmadığımız halde inanmış gibi görünmekle saygısızlık yapmak dışında bir seçenek var mı? Evet, gayet mümkün. Hatta normal olanı ararken çok zaman kaybettiğimizi de söyleyebiliriz. FETÖ birbirine güvenmeyen ve iletişimi kesmiş bu iki mahallenin tam ortasına açtı tezgahını. Dindarlara dindar, Kemalistlere Kemalist gibi davrandı ve ne inandığı gibi yaşadı ne de yaşadığı gibi inanabildi. Yaşadığı kimlik bölünmesi onları vatana hainliğine kadar sürükledi.
Kabul edelim ki Türkiye’nin bir kısmı için Atatürk, tarihi bir figür olmanın ötesinde anlam taşıyor. Hayata bakışın sembollerinden biri. Bunun doğru ya da yanlış, abartılı ya da dozunda olması değil meselemiz. Dünyasında Atatürk’e yer verenlerin incitilmemesi gerekiyor. Bunun da kanunların değil saygının bir gereği olarak benimsenmesi daha yerinde bir tutum olacaktır. Mustafa Kemal’in arkasına saklanarak din düşmanlığı yapanlara da aynı tavsiyede bulunmak yerinde olacaktır.
Mesela şu tezahürat: “Mustafa Kemâl Paşam, ne istersen iste benden, / İstersen asalım bütün hoca ve müridleri, / İstersen kapatalım bütün İmam Hatipleri”
Ölmüş bir insanı yaşıyor gibi kabul edip ondan talimat beklemek eminim Atatürk’ün tavsiye ettiği bir yöntem değildir.
Saygı, her şeyden önce kendimize yakışanı yapmamızı gerektirir. Saygısız insanların oluşturduğu patavatsız bir güruh mu olacağız yoksa farklılıklarımızla bir arada yaşamayı becermiş bir millet olmayı mı seçeceğiz? Vereceğimiz karar budur. Bunun yeri de mahkemeler değil birbirimizin gözlerinin içidir. Saygı orada başlar ve biter.