Ramazan ayı, bayram ve kandil günleri özünde dini özellikleri olan ve ibadet edilen dönemler olmasına rağmen, bunların insanların tüketimleri ve yaşam tarzına etkisi tamamen kültüreldir.
Her toplumun dini ve kültürel önemi haiz özel gün ve bayramları bulunur. Bu özel gün ve bayramlarda genelde aileler bir araya gelir ve o toplumun temel değerleri kuvvetlendirilmeye çalışılır. Biz Türkler için de Ramazan ayı, bayram ve kandil günleri bu niteliktedir. Tabiî ki, burada küçük bir notu da eklemem gerekecek: Ramazan ayı, bayram ve kandil günleri özünde dini özellikleri olan ve ibadet edilen dönemler olmasına rağmen, bunların insanların tüketimleri ve yaşam tarzına etkisi tamamen kültüreldir. Örneğin Türkiye’de yaygın olarak kutlanan ve büyük önem atfedilen Kandil Günleri’nin aslında (Kadir Gecesi dışında) dini dayanağı tartışmalıdır. Diğer İslam ülkelerinde Kandil’lerin bizdeki gibi kutlanmadığını bilmekteyiz. Bu ritüel tamamen Osmanlı-Türk kültürüne ait bir olgudur.
Ramazan ayının üç temel ibadeti vardır: Oruç, Fıtr Sadakası ve Teravih. Oruç zahiren insanın sabahtan akşama kadar aç kalması olarak görülse de, aslında, insanın kendisini her türlü günah ve kirli işten arındırması gereken bir murakabe (kendi kendisiyle hesaplaşma) sürecidir. Fıtr Sadakası Ramazan Ayı’na özel bir sadakadır. İnsanların ihtiyaç fazlası mal ve servetlerini muhtaçlarla paylaşması amacını güder. Teravih ise yatsı namazından sonra kılınan Ramazan’a has bir namazdır. Önemli yanı 20 rekât olması, cemaatle kılınması ve Peygambere salavatın namazın ayırıcı unsuru olmasıdır. Bu üç ibadet aslında üç iktisadi ilkeye karşılık gelmektedir: Oruç tüketimin sınırlandırılması ve insanın kendi kendisini hesaba çekmesi, Fıtr Sadakası toplumsal dayanışma ve fakirlerin kollanması ve Teravih ise toplumsal birlik anlamına gelir.
Bizim çocukluğumuzda (1974 doğumluyum ve 45 yaşındayım) Ramazan’da her akşam iftarlar evde yapılırdı. Sadece ailelerin en yakınları değil, mahalledeki komşular ve mahalledeki muhtaçlar da bu sofralara davet edilirdi. Bir iftar davetinin en büyük özelliği kendiniz için olduğundan daha fazla başkaları için hazırlanmış olmasıdır. Evde verilen iftarlar paradan çok emeğe dayanmaktaydı. Öte yandan bugün iftar davetleri de bir sektör haline geldi. Devlet büyüklerimizin verdiği geniş katılımlı iftarlar bizim vergilerimizden karşılanmaktadır. Buraları, artık, devlet büyüklerimizin politikalarını açıklama için kullandığı platformlar haline dönmüştür. Hâlbuki iftarın maliyetini iftarı veren kişi kendi cebinden ödemelidir. Yine iş ortamlarında da iftar davetleri veriliyor. Tabiî ki, bu davetler genelde lüks restoranlarda olmakta. Bunlar da şirketin kasasından – yani hissedarların payından - çalışanlara firma kültürünü verme ve firmaya aidiyet kazandırma amacı güden sosyal etkinliklerdir. Üçüncü olarak da ailelerin birbirini davet ettikleri iftarlar vardır. Bunlar da yine genelde restoranlarda verilmektedir. Eski iftarların bu yüzden kıymeti daha fazlaydı. Bir kere oy kazanmak veya para kazanmak için değil sevap kazanmak için verilirdi. İkincisi başkasının parasını değil kendi paranızı harcardınız. Üçüncüsü harcadığınız paradan çok sarf ettiğiniz emek bulunmaktaydı. İftara davet edeceğiniz insanlardan da bir menfaat sağlama peşinde değildiniz. Aksine daha çok o insanlara bir şey kazandırma, belki bir öğün de olsa karnını doyurabilme amacını gütmekteydiniz.
Yukarıda da anlattığım gibi bugün Ramazanlar yeme içme sektörü için bir kazanç kapısı haline gelmiştir. Buna ek olarak istatistikler göstermektedir ki, evlerde yapılan gıda harcamaları da Ramazan’da artmaktadır. Artan gıda talebi gıda ürünleri fiyatlarında da artışa yol açacaktır. Yani Türk toplumu normal zamanlara göre daha fazla yeme içme harcaması yapmaktadır. İftar davetlerini dışarıda vermelerine rağmen evde kendi şahsi tüketimleri de artmaktadır. Türkiye tüketimi ve enflasyonu üzerinde Ramazan etkisinin gözden geçirilmesi gerekir. Batı’da özellikle Noel ve Paskalya zamanları tüketim tercihlerindeki değişimler üzerine ciddi akademik yayınlar yapılmaktadır. Bizde ise Ramazan ve Bayram etkileri daha önce hiç araştırılmadı. Ama kabaca verilere baktığınızda gıda malları enflasyonu ve tüketim üzerinde ciddi bir Ramazan etkisinin olduğu görülmektedir.
Pekiyi, Ramazan ayında ibadetlerin maksadı bu mudur? Daha fazla tüketim ve israf mı istenmektedir? Tabiî ki, hayır. Tam tersine, Ramazan ayının temel mesajında bireysel tüketimimizi mümkün olduğunca azaltmamız, kendimizi ahlaki ve imâni yönden hesaba çekmemiz, birbirimizle dayanışmamız ve muhtaçlara yardım eli uzatmamız amaçlanmaktadır. Bununla birlikte milleti sınıf ve servet farklarına göre bölmeyi değil ama herkesi her akşam camide omuz omuza beraberliğe sevk edecek bir ibadet, yani Teravih namazı, söz konusudur.
Günümüz de Ramazan deyince akla gelen devlet büyükleri ve iş adamlarının katıldığı restoranlarda verilen gösterişli iftarlar, sahura kadar İstanbul’un lüks mekânlarında nargile partilerine katılmalar ve benzeri ancak yüksek gelir grubuna, iş adamı sınıfına ve yüksek bürokrasiye mensup olanların katıldığı, zenginlerin birbirini ağırlayıp yeni işler bağladıkları toplantılardır. Burada aile birliği, tevazu, komşulara ikram ve fakirlere yardım yoktur. Daha çok oy ve daha çok para kazanma hırsı vardır.
Ramazanların günümüzde bu hale dönüşmesinde en büyük pay Türkiye’nin çarpık kapitalistleşme sürecidir. Kapitalizmin bütün kurumları ve kuralları ile tam yerleştiği Batı’da bir insanın işi ve özel hayatı birbirinden katı şekilde ayrılır. Dini ve kültürel olgular özel hayata aittir ve iş hayatı ile karıştırılmaz. Kaldı ki, ben hiçbir İngiliz, Alman veya Fransız iş adamı görmedim ki Noel ayininden sonra katıldığı lüks restorandaki Noel yemeğinde hükümet başkanından ihale ayarlamaya çalışsın. Düşünün bir, siz de bunu hayal dahi edemezsiniz. Adamlar dini bayramlarını mütevazı bir şekilde aileleri ile birlikte kutlamaktadırlar. Bizde ise her türlü dini ritüeli paraya tahvil etmeye çalışan yeni bir insan türü evrimleşti.
Biz ne mi yapalım? Ramazan Allah’a giden yollardan en önemlilerinden birisidir. Biz bu ay boyunca kötü alışkanlıklarımızdan arınalım, kendi hatalarımızı düşünelim, bunlardan ders çıkaralım. Elimizden geldiğince birbirimiz ile dayanışalım ve fakirlere deste olalım. Millet olarak yeniden sevgiyle kucaklaşıp bir araya gelelim.