Radyo piyasası çok sıkıntılı günler geçiriyor. Özellikle pandemi döneminde radyoların aldığı reklamlarda çok ciddi düşüşler oldu.
Radyo piyasası çok sıkıntılı günler geçiriyor. Özellikle pandemi döneminde radyoların aldığı reklamlarda çok ciddi düşüşler oldu. Mecranın toplam reklam pastasından aldığı pay 2020 yılının ilk yarısında yüzde 2,1’e kadar geriledi. Bunun anlamı toplam yüz lira reklam harcanıyorsa Türkiye’de bunun 2,1 lirası radyolara gidiyor. Yerellerle beraber Türkiye’de yaklaşık 900 radyo var. 2020 yılı yerel radyoların felaket yılı oldu. Nedense reklamcılar hep ulusal radyoları adam yerine koyup reklam veriyor. Yerel radyoları takmıyorlar. Nasıl ki Süper Ligde Anadolu takımlarının hiçbir varlığı yoksa radyo piyasasında da Anadolu’daki yerel radyoların hiçbir değeri yok. Bu çok üzücü bir durum, İstanbul dışında faaliyet gösteren nereden bakarsanız bakın en az 800- 850 radyo kanalı var. Bu kanallarda normal şartlarda onar kişinin çalışması lazım. Ama bazı yerel radyolarda bırakın on kişiyi bir, iki kişi bile zor çalışıyor. Oysa standartta on kişilik bir istihdamının olması gerekir. Bu kaba bir hesapla 800 yerel radyoda toplam 8.000 kişilik istihdam demek. Bunların ortalama üçer kişilik ailelerinin ya da sorumlu oldukları birey sayısı üçer kişi olsa toplam 24 bin kişi eder. Ama maalesef koca Türkiye’de yerel radyolar bu kadarlık bir istihdam ya da katma değer ekonomi yaratamıyor.
Radyo dinleyenlerin sayısında azalma var
Bu tarz ve daha derin ekonomik analiz ve hesaplar yapıyorum sık sık. Medya ekonomisti olarak yaptığım ekonomik analizleri görünce bazen daralıyorum. Türkiye’de kimsenin dile getirmediği bir sıkıntı bu. Ne olacak bu medyanın hali? Ne olacak medyanın bu ekonomik sıkıntıları? Bunları kimse düşünmüyor mu? Yoksa kimsenin umurunda mı değil, yoksa takan mı yok? Radyoların büyük bir bölümü pandemi dönemini zor atlatacak, bazıları ya kapanacak ya iflas edecek, ya da içi boş bir müzik kutusuna dönüşecek. Zaten şu an hemen hemen tüm radyo kanalları içi boş bir müzik kutusuna dönmüş durumda. Benim öğrencilerim radyo dinlemiyor, çevremdeki dostlarım radyo dinlemiyor. Uzağa gitmeyin ben bile yirmi küsur yıllık radyo yayıncısı olarak radyo dinlemiyorum. Bunun çok nedeni var elbet ama en büyük nedeni tüm radyoların birer aptal müzik kutusuna dönüşmesi. Bazı radyolar bunu bilerek yaptı bazıları ise parasızlıktan yaptı. Derken medyanın ekonomik krizi, pandemi, gençlerin radyoya ilgisizliği filan derken radyoların ciroları düştü ve istihdam yerine müziği tercih ettiler. En çömez djye asgari ücret versen brüt gideri nereden baksanız üç bin lira olacak. Hiçbir şeyde olmayacak. O zaman ne yapayım? Bilgisayara ve otomasyona komut vereyim bassın müziği non-stop müzik çalalım havasına girdi radyolar.
Kırk, elli şarkıcıdan ibaret müzik akışları
Müzik çal, tamam da, bari iyi müzik çal. Farklı müzik çal. Radyonun müzik fonksiyonuna önem ver. Bu da yok. Benim Spotify’da, Apple music’te, Youtube’da bulabileceğim müziği sen bana versen ne olacak, vermesen ne olacak? Zaten 1990 yılından sonra doğan neslin radyo dinleme alışkanlığı yok. Bunu da eklersek vah radyoların haline.
Radyoların hepsi sabahtan akşama kadar aynı müziği yayınlıyor. Toplasanız kırk hadi taş çatlasa elli tane şarkıcı ya da grubun şarkılarını döndürüp, döndürüp yayınlıyorlar. Buna taş dayanmaz. Taş dinlese çatlar. II Dünya Savaşı yıllarında propaganda yapan radyolar gibi ha baba aynı şarkıları döndürüp döndürüp çalıyorlar. Böylece milleti bıktırıp, usandırıp kendilerini dinleyiciden daha da uzaklaştırıyorlar.
Ezber bozan iki radyo var
Bu saçma felsefeye alternatif yayın yapan radyoların sayısı çok az. Hatta size söyleyeyim bunlar sadece iki tane. Bunlardan biri Radyo Alaturka diğeri ise Pal Nostalji. Radyo Alaturka, bize Cem Uzan’ın armağanı. Türkiye’nin ilk Türk müziği yayını sunan radyosu. Kaç kez patron değiştirdi ama formatı değişmedi. Pal Nostalji ise Türkiye’nin ilk full nostalji yayını yapan radyosu. Bu radyoyu dönem dönem dinliyorum. Diğer radyoların aksine bir durum var. 2000 yılından önce yayınlanan ve hit olmuş şarkıları yayınlıyor. Fazla lak lak yok. Müthiş bir ses kalitesi var ve özlenen, başka yerde dinleyemeyeceğiniz şarkılar var. Geçen gün erken uyandım, uyku tutmadı. Hayatta yapmam ya nasıl olduysa radyo açayım dedim. Pal Nostalji’yi açtım. Üç, dört saat eşlik etti bana. Bir yandan dinledim, bir yandan şarkılarla geçmişe gittim, bir yandan yaşlandığımı hissettim. İki şeyden çok zevk aldım. Birincisi yetmişlerden, seksenlerden ve doksanlardan kalan iyi hitleri dinlemiş olmaktan. İkincisi ise radyonun ses kalitesinden. Çok iyi bir stereofonik sesi var kanalın. Bu benim gibi ses hastaları için çok önemli. Dinledim şarkıları. Hakan Peker’den yetmişlere Banu’ya kadar çeşitlilik gösteren bir sanatçı ve şarkı skalasıyla ardı ardına bombalar yayınladı. Diğer, ezbere aynı müzikleri çalan radyoların aksine Pal Nostalji yaklaşık dört yıldır ezber bozuyor ve iyi bir müzik sunuyor. Radyolar ve televizyon kanalları bu farklılıkları yakaladıkları zaman başarılı olabilirler. İstikrarlı bir biçimde bu farklılığı sunarsan o zaman zor koşullarda olan medya piyasasında varlığını sürdürebilirsin. Aksi halde iş zor. Radyo Alaturka ile Pal Nostalji bu zor yolda iyi giden iki radyo.
Meraklılar için, eğer radyoda Türk müziği dinlemek isterseniz 91.0 FM’den Radyo Alaturkayı dinleyin. Radyoda az önce özelliklerini anlattığım Pal Nostalji’yi dinlemek isterseniz İstanbul’da 99.2 Fm, Ankara’da 91.4 Fm’den İzmir’den ise 107.3 Fm’den dinleyebilirsiniz. Radyo başka illerde de yayında. Onları merak edenlerde palnostalji.com.tr’ye bir göz atabilirler.
Yaybir’in önemli bir çağrısı var
Yayıncılar Telif Hakları ve Lisanslama Meslek Birliği YAYBİR eğitim-öğretim yılının başlamasıyla birlikte, korsana karşı açtığı savaşı hızlandırmış. Velileri uyaran YAYBİR, fotokopi yoluyla eğitim yayınları, yardımcı kaynaklar ve akademik yayınları çoğaltmanın, dağıtmanın, satmanın ve almanın suç olduğunu belirterek, bu kitapların korsan baskılarından uzak durulması çağrısında bulundu. Çok doğru bir konu, güzel de bir çağrı ama okuma alışkanlığının olmadığı bir ülkede, ders kitaplarının pahalı olduğu bir ülkede ve en önemlisi ders ve akademik kitapları adam yerine koymayan bir zihniyetin olduğu bir ülkede bunu dilemek lüks.
Haklı isyan
YAYBİR bakın ne diyor: “Çocuklarımıza iyiyi, güzeli, doğru olanı, emeğe saygıyı öğretmeye çalışırken yazarın, ressamın, grafikerin, yayıncının emek ve çabalarıyla ortaya çıkan kitabın kopyalanmasına, korsan olarak çoğaltılmasına lütfen aracı olmayın. YAYBİR olarak velileri korsan baskılar ve fotokopiyle çoğaltılarak “ders notları” adı altında satılan toplama kitaplarla ilgili uyarıyoruz. Tüm vatandaşlarımızı emeğe sahip çıkmaya, fotokopi ile çoğaltılan, bandrolsüz satılan korsan kitapları satın almamaya davet ediyoruz. Korsan kitap almayın, alanları uyarın. Eğitim kurumlarının yöneticileri, sizlere de sesleniyoruz. Lütfen bu emek hırsızlığına göz yummayın. Bunu yapan ya da yapılmasına aracı olanlara engel olun. Hep birlikte emek hırsızlığına dur diyelim! Korsan okumayalım, okutmayalım!”
Çok doğru bir çağrı. Almayalım, aldırmayalım. Ben mesela gazete ve orijinal kitap almayı çok seviyorum. Ama öyle bir ülkede yaşıyorum ki, birden çok gazete alırken bakkal veya market bana “Abi ne yapacaksın bu kadar gazeteyi” diye laf sokuyor. Bakkalda esrar satılsa ve satın alsam inanın o kadar tepki almam. Kitaplarımı bazen gören veya duyanlar “ouu ne kadar çok kitabın var, ne yapacaksın bu kadar kitabı?..” söylemleri ile karşı karşıya kalıyorum. Bir dün birine dönecek nevrim “sana ne u....” diye başlayacağım.
Kültür Bakanlığına görev düşüyor
Şimdi ülke, kültürel olarak öyle bir noktaya geldi ki. İçki içmiyorum dediğinde, sigara kullanmıyorum dediğinde, bir kitap ya da gazete okuyorum dediğinde “ayıplanıyorsun”. Zihniyet buna dönüştü. Böyle bir zihniyette kitaplar değersizleşti, hele akademik kitap, okul kitabı filan değersizin de değersizi olmuş. Öyle olunca “git çek fotokopiyi, işin bitince de at çöpe” mantığı başladı. Bunun adı “kültürel rezillik”. Buna YAYBİR’in karşı gelmesi çok doğru bir şey ama buna karşı devlet dışında kimse bir şey yapamaz. Kültür Bakanlığının bir şeyler yapması lazım. Fotokopi kitaplara izin vermeyin. Kampüslerinde fotokopi kitap çeken üniversitelere ceza verin. Bu kadar değil. En önemlisi bu insanlara “okuma alışkanlığı” kazandırmak adına bir şeyler yapın. Bu iş yasaklarla, dileklerle olmaz. Bu bir davranış değişikliği gerektirir. Bunu da öyle birkaç yılda yapamazsın. Bu zamana yayılan bir stratejik planlama sonucunda olmalı. Ama nedense siyasi iktidarların hiçbiri bugüne kadar bu konuda hiçbir şey yapmadı ya da yapamadı. Bundan sonrası içinse inşallah diyeyim...
Daima Yaşa Azerbaycan
Sinan Akçıl Ermenistan işgalindeki Azerbaycan'da savaşan askerlere moral amaçlı bir şarkı hazırladı. Akçıl sözü ve müziği kendisine ait olan "Daima Yaşa Azerbaycan" adlı şarkıda, Azeri şarkıcı Saide Guliyeva ile bir araya gelip düet yaptı. Şarkı, bugünden itibaren tüm dijital platformlarda müzikseverlerle buluştu. Bravo Sinan’a, bu çocuk her defasında milli meselelere karşı bir tepkide bulunarak bu konudaki hassasiyetini gösteriyor.
Nejat Alp geri döndü
Seksenlerin en popüler taverna şarkıcısıydı. Çok fanatiği vardı. Doksanlarda popun patlaması ile beraber o da diğer tavernacılar gibi biraz geriye çekti kendini. Geçen gün baktım Nejat Alp bir albüm yapmış. Albümün adı “Hatasıyla Sevabıyla”. Çok anlamlı bir albüm ismi olmuş. Bu gibi ustaların albüm yapmaları beni çok mutlu ediyor. Nejat Baba’nın albümünü merak edenler incelesinler, ben de inceleyeceğim.
İlelebet... Bir Atatürk Hikayesi izleyici ile buluşacak
Geçtiğimiz yıl Ekim, Kasım aylarında Almanya’da Stuttgart, Kanada’da Montreal ve Toronto’da sahnelenmişti. Oyunun adı: “İlelebet… Bir Atatürk Hikayesi”. Zamanın ötesinde bir lider ve fikir adamı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yaşadığı dönemdeki önemli olayları ince detaylarla seyirciye anlatıyor. Bu oyun tarzında tek tiyatro oyunu ve bu sene de sahnelenmeye devam edecek.
Hilmi Zafer Şahin’in yazdığı, Arda Aydın’ın yönetip oynadığı, “İlelebet… Bir Atatürk Hikayesi”, aynı zamanda Cumhuriyetin 97. Yaşının da kutlanacağı 29 Ekim 2020 Perşembe akşamı saat 20.30’da Beşiktaş Belediyesi’nin davetlisi olarak Akatlar Kültür Merkezi’nde, 10 Kasım 2020 Salı akşamı saat 20.30’da Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde izleyicileriyle buluşacak. Çok zor bir konu. Sorumluluk isteyen bir tema. Tanıtım filmini izledim oldukça derin bir üslup var. Tarihi ele alan dönem tiyatro oyunlarının da diziler kadar yaygınlaşması adına çok anlamlı ve güzel bir çalışma.