İbadetler insan içindir ve insanın da ibadete daha doğrusu bir şeyi ritüel halinde yapmaya doğal olarak ihtiyacı vardır.

RAMAZAN AYI KUCAKLAŞMA ZAMANI

Şükür kavuşturana. Yine bir Ramazan ayında birlikteyiz. Bu ayı Rabbim bize ayıpsız, kusursuz geçirmeyi nasip etsin. Dostlarla bol bol iftar sofralarda bir araya gelelim. Buluşma Noktası sayfasında Ramazan ayı boyunca bir konuğum olacak; Birsel Alver Yazıcı. Geçen seneki Ramazan sayfasından da hatırladığınız yazarımız bizlere sımsıcak hikayeler anlatacak.

Bu Ramazan boyunca birbirimize dua edelim; didişip durmayalım sosyal medyada. Ülkemiz için, dünya için. Huzur, sakinlik, dinginlik ve azla dahi mutluluğu talep edelim. Çok yardım edelim, gönül alalım. Çocuklarla muhabbet kuralım. Büyüklerimizi ihmal etmeyelim. Onların sık sık hatırlarını soralım ve en önemlisi kendimize bir rota çizelim. Hayattan beklentilerimiz, aşmamız gerekenler neler ve tüm bunlar için Allah’tan yardım dileyelim.

Sevgi ve dua ile hayırlı Ramazanlar diliyorum.

ORUÇ VE TAHAMMÜL

İbadetler insan içindir ve insanın da ibadete daha doğrusu bir şeyi ritüel halinde yapmaya doğal olarak ihtiyacı vardır. Bu bir anlamda bağlanma, kendinden daha üstün bir varlığa inanma, ilişki kurma yalnız olmadığını bilme ihtiyacıdır. Oruç İslam’da da ve daha önceki semavi dinlerde de var olmuştur. Bugün bile hala birçok inanışta farklı uygulamaları olmasına rağmen oruç vardır. İnsan zaman zaman arınmak, fazlalıklarından kurtulmak ister ve oruç bunun için mükemmel bir yoldur. Aynı zamanda bir ibadet olarak oruç insanın kendini sınaması, nefsine muhalefet edebilmesi içinde bir fırsattır.

Yükümüz Hazreti Peygamberden daha mı ağır?

Zamanımızda en az rastladığımız şey tahammüldür. Ama her konuda kimsenin kimseye hatta insanın kendine bile tahammülü kalmamış olduğunu görüyoruz. Sokakta, trafikte, alışverişte en acısı da sosyal medyada yüz yüze gelince birbirine iki çift laf edemeyecek insanlar bu alemde tahammülsüzlükte sınır tanımıyorlar. Oysa kaldıramayacağımız yük mü taşıyoruz, birinin derdini mi dert edindik, vatan millet uğruna elimizi taşın altına mı koyduk! Yok. Sadece ben biliyorum demek için tüm bu ukalalıklar, şımarıklıklar. Hazreti peygamberin hayatı defalarca okutulmalı, her fırsatta yaşadığı zorluklar söylenmeli; haşa aşağılanması, küçümsenmesi her türlü cefaya rağmen kimseyi takmadan sadece Allah’ına bel bağlayıp yoluna devam etmesi anlatılmalı.

Oruç nefsin arızalarını törpüler

Oruç açlıkla birlikte her insanda gizlenmeye çalışan farklı arızalarını ortaya çıkarır. Sinirli mizaçlı insan daha da fazla sinirlenir. Tembelliğe alışkın biri daha da tembelleşir. Sabırsız olan insan daha da fazla sabır konusunda tahammülsüz olur. Bu durumda insan oruç sayesinde kendi arızalarını keşfedip bunun üzerine gidebilir. Bu arızî yönlerini törpülemek için fırsat doğar Ramazan ayında. Aç kalmaksa kalınır zaten. Ama açlıkla birlikte bir Müslümana yakışmayacak davranışlarımızı da düzeltmeye yönlenmek lazım. Tefekkür ederek, yanlışlarımızı görerek, hissederek kendimizi bir manevi doktor kontrolünden geçirip tedavi olmalıyız.

Sabırla tahammül edebilmeli

Sabra giden yol tahammülden geçiyor. Nefsimize, ağır geleni yüklenmek, taşımak insanı güçlendiriyor, hayatın diğer zorluklarına acılarına çelik gibi hazırlıyor. Tahammül etmek aktif bir direniştir; hayat, acımasızlıklara, adaletsizliklere sus pus olup susmak yerine hırçınlaşmadan, kula minnet eylemeden Allah’la alışverişte olmak demektir. Tahammül ederek sabreden kul en büyük örnektir. Rol model arıyoruz ya! İşte sabırla her gün onca evin yükünü kaldıran, çocuklarına, eşine, komşularına güler yüzüyle karşılık veren annelerimiz onlar en güzel örneklerimizdir. En güzel dua hele bu ayda İnnallahe massabirin yani Allah’ım bana sabır ver demektir vesselam.

AYAKKABILARINI ÇIKAR

Herkes bencilliğini, ezici egosunu; kibrini bıraksın bu kapıda. Usulca boyun eğerek, tövbe ederek pişmanlıkla diz çöksün huzurda. Herkes başını öne eğsin, tefekküre niyet etsin. Kimliğini unutsun O’ndan başka varlık görmesin. Mekanlar, makamlar, banka hesapları ve havalı işlerin hayalden ibaret olduğunu anlasın ve kendine gelsin. Yoksa kıyamet yakındır. Dağlar parçalanıp üzerimizden geçerse şaşırmayalım. Ovalar, nehirler, denizler taştığı gözlerimizin yuvadan fırlayacağı o felaket günlerini okuyup ezberlemeye gerek kalmayacak. Bir olamayıp bölündükten sonra parça parça her birimizin vücudu dağılınca arş feryad-ü figan etse bu imtihandan başarısız geldiğimiz yere bir arpa boy almadan dönmüş olacağız. O yüzden yalın ayak dolaşıyorum meczub gibi sokaklarda. Bana bakın da anlayın bu böyle gitmez. Kenetlenmezsek ne adımız ne sanımız en fenası da ne insanlığımız kalacak. Ayakkabılarını çıkar ve birlik için kapıdan gir; pişmanlıkla göz yaşlarını akıt. Bu ay mağfiret, tövbe, istiğfar ayı.

Birsel Alver Yazıcı

Ramazan Hikayeleri

KUŞLAR SÖYLEMEYİN...

Her ramazan gelişinde aynı hikayeye sığınıp tebessüm ettiğim olur. Sanki o çocuksu günlerimi yeniden yaşar, aynı gülümseyişle selamlayıp çıkarım sığındığım hikayemden...

Daha o kadar küçüğüm ki beni ilk sahura kaldırmadıkları için hane halkına kızıp kapıları çarpa çarpa okula gidiyorum, bir erik zamanı...

Erik zamanı bende hep biraz nem, biraz sis, biraz yağmur ve bolca yeşilin olduğu eriğin çağla döktüğü o bahar zamanlarıdır.

Tıpkı şimdiki gibi...

Öğlen teneffüsü uzun sürüyor, sanki bir ben oruçluymuşum gibi geliyor, açlık bu olsa gerek... Bir köşeye sinip zilin çalmasıyla devam ediyoruz derslerimize. Ne yalan söyleyeyim aklımdan bin bir türlü yemek geçiyor, dersten haberim bile yok...

Her şey güzeldi, oruca da vallahi iyi dayanmıştım. Ta ki okul yoluna sanki bir tören hazırlığındaymış gibi tek sıra dizilmiş o minicik erikleri dallarında görene kadar.

Çocuk aklı; haramı helali karıştırmadan, yaprağı meyveyi ayırmadan doldurdum önlüğümün ceplerine. Bir aklım dedi ki; ” iftar olunca evde ye” ama ben ona uymadım; hem ardıma baktım yol boyu, hem de daha çekirdeği oluşmamış minicik erikleri yedim, yaprakları yola saça saça ... avuçlarımda dünyanın en güzel yeşilini, dünyanın en güzel yemişini tutuyordum. O yol hiç bitmesin istiyordum... bir de bitmesin istediğim bir şey daha vardı, erikler...

Sanki ardımda yapraktan izler bırakıyordum, cebimdeki yaprakları attıkça... sanki Hansel ve Gratel gibi ardında erik yaprakları bırakan bir masal kahramanı olmuştum... doymuştum...

Bir de hiç unutmuyorum kuşlar ötüyordu...

Nedense o an utandım, sanki kuşlar birbirine beni şikayet ediyormuş gibi geldi...

Sanki bu kuşlar her şeyi görüp anneme yetiştiren kuşlarmış gibi hissettim. Erikleri cebimde, elimi kalbimin üstünde unutup, tuttum evin yolunu...

Aklımdan sadece şu geçiyordu. “Kuşlar ne olur anneme söylemeyin, hatta kuşlar ne olur Allah’a da söylemeyin”... Eğer annem kuşlar söyledi diye cebimdeki erikleri almazsa bilecektim ki Allah orucumu kabul etmiş... Bilecektim ki bu kuşlar amma ağzı sıkı kuşlarmış...

İftar vaktine kadar yemedim içmedim, hatta sofraya bile yardım ettim. Ezan mı erken okunurdu o zamanlar ben mi üşenip çıkarmamıştım önlüğümü tam hatırlamıyorum ama önlüğümle sofraya bağdaş kurduğumu hatırlıyorum. Tam babaannemin karşısında yerimi almışım bir yanımda babam, diğer yanımda annem var. Çorbalarımız pay ediliyor tabaklarımıza, az sonra iftar edeceğiz.

Tutamıyorum babaannem en büyük ya, o her şeyi iyi bilir diye ona soruyorum. “Babaanne” diyorum “küçük bir çocuk olsan, oruçlu olsan erik yesen daha iftar olamadan altmış bir gün oruç tutmak zorunda olur musun?” Annem tabağı önüme koyarken dizime doğru bir şeylerin yuvarlandığını hissediyorum. Annem misket gibi yuvarlanan erik tanelerini bulup masanın üstüne koyuyor, masada misket taneleri gibi dağılıyor erikler... Gülüyorlar bana. Ezan okunuyor, herkes dua edip orucunu açıyor, bir cevap alamıyorum soruma...

Bense kızıyorum kuşlara, beni iyi kandırdınız diyorum... Hiç de sıkı ağızlı değilmişsiniz diyorum...

Yine yine her şeyi biliyor annem... Yine hiçbir şey saklayamıyorum...

Yol bitmiş, hikaye de bitmiş ama anlıyorum ki o sene cebime doldurduğum erikler hala duruyor...

(Sen yine de dalında tazecik bir erik yaprağı gibi anlat beni sevgili okur... Bir masal kahramanıymışım gibi sakla hafızanda. Tüm çakıl taşlarını bir ince yaprak say, tüm kuşları tembihle... Cebinde ne varsa iftarına onu çıkar... Tüm sahura kalkamamış, oruçluyken erik yemiş çocukların affı için de dua et... ALLAH KABUL ETSİN)

SICAK EKMEK VE PİDE KOKUSU

Eğitim çocuklukta terbiyeyle başlıyor. Ailede anne babanın çocuğuna daha küçük yaşlardan terbiye etmesi sadece tuvalet alışkanlığı, elini yüzünü yıkama şeklinde sınırlı değildir. Çocuğa nefsi terbiye anlamında da birtakım alışkanlıklar kazandırmak gerektiriyor. Örneğin oruç tutma alışkanlığı bunların en bariz örneğidir. Çocuk öğleye kadar, ya da ikindiden iftara kadar olan zaman diliminde oruca alıştırma alışkanlığı üzerinde durulabilir. Sonunda ödüllendirilmelidir. Çocuk küçük yaşta oruç tutarak açın halinden anlar oluyor. Orucun ulviyyetini de daha küçük yaşta idrak etmiş oluyor. Ne büyük lütuf ve ne büyük nimet. İlkokul birinci sınıfta pide kuyruğunda pide almak için oruçlu oruçlu beklediğimi hatırlıyorum da o pide ve susam kokusu, taze ekmek kokusuyla bir olup ruhumu nasıl okşadığını kelimelerle ifade etmem çok zor. Bir de açlık ve susuzluk çeken yoksul Afrika topluluklarını düşünüyorum kendimi affedemiyorum. Ne israflar içindeyiz. Bir lokma ekmeği, bir yudum suyu bulamayanlar var. Bu gerçek ile biz israf bataklığında boğulup gidiyoruz. Hani israf haramdı. Hani israf edenleri Allah sevmezdi. Bugün sadece İstanbul’da beş milyon ekmek çöpe gidiyor. Düşünebiliyor musunuz bütün Türkiye’de sadece ekmek israfının bedeli nedir!.. Kurtuluşa ermek mi istiyoruz; Kur’an Allah’a ve Peygambere uyun diyor. Pide kuyruğunda bekleyen taze ekmek ve sıcak pide kokusu unutulacak gibi değil!.. Bilvesile açlar ve yoksullar asla ihmal edilmemeli.