Geçen haftadan bu yana, seçim tartışmalarından sonra önemli ikinci bir gündemimiz oldu; Öcalan'ın mektubu.
İmralı Cezaevi’ndeki Abdullah Öcalan’ın mektubunun yeni bir çözüm sürecinin işareti olup olmadığı tartışılıyor.
Önceki seçim sürecinin mimarı olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “böyle bir süreç yok” dedi.
O halde yeni bir çözüm süreci yoksa Öcalan’ın 8 yıl aradan sonra avukatlarıyla görüşmesi ve görüşme sonrasında açıklanan mektup ne anlama geliyor, onlara bakalım.
Konunun birinci ayaklarından birisi HDP Milletvekili Leyla Güven’in geçtiğimiz yılın Kasım ayında başlattığı ardından örgütün çağrısıyla cezaevlerine yayılan açlık grevleri meselesi.
Bu açlık grevleri “Öcalan avukatlarıyla görüştürülsün” talebiyle başlatılmıştı.
Görüşme yapıldı, Öcalan “açlık grevleri durdurulsun” dedi. Ama durdurulmadı.
“Öcalan niye avukatlarıyla görüştürülmüyor” diye açlık grevlerinin başlatılması talimatı veren PKK’nın üst organı KCK, Öcalan’ın avukatlarıyla görüştürülmesine “amaç direnişi zayıflatmak” diye tepki gösterdi ve açlık grevlerinin sürdürülmesini istedi.
Daha önce birçok kez yazmıştım; bunların derdi başka diye.
Amaç siyasi gerilim ve kaos yaratmak.
Hükümet açısından, bu görüşmenin gerçekleşmesine izin vermekle, yerel seçimlerle gerilen siyasi atmosferin PKK tarafından sokakların alevlendirilmesine dönüştürülmesini engellemeye yönelik bir çaba olduğunu düşünmek mümkün.
KCK’nın bu açıklaması bu çabalarına devam edeceklerini gösteriyor.
Konunun “yeni bir çözüm süreci mi?” tartışmasını başlatan boyutu, önceki çözüm süreci döneminde Öcalan’ın 2013’te Diyarbakır’daki Nevruz kutlamalarında yine bir mektupla dile getirdiği görüşlerine benzer sözleri.
Öcalan, o açıklamasında “silahlı mücadele sürecinin dönemin kapandığını, bundan böyle hak arama yollarının demokratik zeminler üzerinden yürütülmesi gerektiğini” dillendirmiş, PKK’dan güçlerini sınır dışına taşımasını istemişti.
Ancak bugün önce “görüştürülsün” diye eylem çağrısı yapıp, görüştürüldükten sonra “niye görüştürüldü, amaç direnişi zayıflatmak” diyen PKK yönetimi, o dönem de önce “çözüm süreci önderliğimizle yürütülsün” demiş ardından “önderliklerinin”, “silahlı güçler sınır dışına çekilsin” talimatını “buna önderlik değil biz karar veririz” diye reddetmişlerdi.
Ve PKK’nın o tutumu çözüm sürecinin de sonu olmuştu.
Görüldüğü kadarıyla Öcalan, “çözüm yanlısı”, PKK da “çözüm karşıtı” pozisyonlarını koruyor.
Öcalan’ın mektubunun bir diğer önemli bölümü Suriye ile ilgili.
Kanımca en önemli bölümü de bu.
Öcalan, mektubunda PYD/YPG’nin Türkiye’ye karşı pozisyon almamasını, Suriye’deki çözüm arayışlarında da yine Türkiye’nin hassasiyetlerine dikkat etmesini istiyor.
İlginç olan PKK’nın, Öcalan’ın gerek açlık grevleri gerekse de “silahlı mücadele yerine demokratik zeminde mücadele” taleplerine karşı çıkmasına karşın PYD ve YPG yöneticilerinin Türkiye’ye yönelik sıcak mesajlar vermesi.
Zira Öcalan’ın mektubunun açıklanması öncesinde ABD Savunma Bakanı Charles Summers, PKK’nın Suriye kolu YPG’nin ana omurgasını oluşturduğu Demokratik Suriye Güçleri (DSG) ile Türkiye arasında dolaylı görüşmeler olduğunu duyurmuş, ardından PYD ve DSG Sözcüleri de benzer açıklamalarda bulunmuşlardı.
Yine ilginç olan ABD, PYD/YPG ile Ankara arasında bir diyalogdan duyduğu memnuniyeti dile getirmesine karşın Öcalan’ın PKK’nın silahlı şiddetten ve iç gerilimi tırmandırma çabalarından vazgeçmesi konusunda bir pozisyon almıyor.
Aksine, PKK’nın Türkiye’deki yerel seçimlerle gerilen atmosferi kışkırtma çabalarına benzer bir tutum takınıyor. Öyle ki, YSK’nın İstanbul seçimlerinin tekrarlanması yönündeki kararına karşı en “kışkırtıcı” açıklamayı yapanlardan biri Washington oldu.
Hatırlanacağı üzere ABD daha önce Türkiye’ye “PKK ile YPG’yi ayrıştıralım” teklifi sunmuştu.
Belli ki Washington, Suriye konusunda Ankara ile bir çözüm arayışında olmasına karşın, Türkiye’de siyasi gerilimin düşürülmesi ve yeni bir çözüm süreci gibi konularda aksi yöndeki pozisyonunu sürdürecektir.