Geçen hafta; "Yeni Yıl mı? O da Ne" başlığını attığım yazıya aşağıdaki girişle başlamıştım.
Geçtiğimiz hafta bugün yarın çıkacak yazımı yazmak için bilgisayarımın başına geçtiğimde yazacak ne çok şey var demiştim ama, son aylarda iyice üzerimize yıkılanlardan nefes alamıyoruz ki. O yıkıntıların altın kalacak gibi hissedebileceğimiz yeni yılı karşılamaya hazırlanıyor olmamız aklıma geldi. Yazacaklarımı toparlamakta zorlandım.
Geçen hafta; “Yeni Yıl mı? O da Ne” başlığını attığım yazıya aşağıdaki girişle başlamıştım.
“Bazen insanlar gününü gün ederek yaşadıklarının olabildiğince keyfini çıkarmaya çalışırlar. Bunu yapabilenlere son zamanlarda çokça rastlayamaz olduk. Ama çoğu zaman o insanlar gününü gün edebilme hayallerini bile kuramaz olurlar. Başında Demoklesin kılıcı gibi duran, “Ha düştü ha düşecek!” diye beklediği, ekonominin keskin yüzünün tehlikesinde ne yapacağını bilemez haldedirler…”
Yazıya böyle girmiş ve içimden gelenlerin bir bölümünü yazmış, yeni yıldan beklentilerimizi değil bizleri nelerin beklediğini kısaca özetlemiştim. Görünen o ki; yeni yılda bizi umduklarımızın değil ummayacağımız birçok şeyin beklediğini hissedebiliyoruz. Artık ekonomiden söz edecek halimiz kalmadı. “Ekonomi nedir, neye yarar, bizi neden bu kadar çok ilgilendiriyor” sorusuna yanıt verebilecek durumdan çoktan çıktığımızı görebiliyoruz. Kendi dünyamızda ve paylaşmak zorunda olduğumuz, her an içinde olduğumuz yaşamımızda işler hiç de iyi gitmiyor.
Yaşamak için neler yapmalıyız, onun hesabı için; akşamları genel çerçevesiyle planlamaya çalıştığımız o ekonomik verilerimizin sabahın gün ağarmasıyla değiştiğini görebiliyoruz. Çarşı-pazar hesapları artık dikiş tutmuyor. Kafanızda dans eden çarşı-pazar fiyatlarından hiçbir anlam çıkaramaz durumdayız. Hiçbir şey biribirine uymuyor. Kısacası; “Doluya koymaya kalksan almıyor, boşa koymak isteğiniz de ise dolmak bilmiyor. Ne yaparsanız yapın büyük bölümü hala boştur”. Tüm bu bilinmezlerin bizlere alaycı gülümsemeyle baktığını görebiliyoruz!
Böylesine şartların zorladığı bir ortamda “Yeni yıl gelmiş, neyime” demekten başka yapacak bir şeyimiz kalmadı ki!. Evet, çok açık ve net; “Yeni yıl gelse bana ne”.
Eskiden çocuklar için yeni yıl çok önemliydi. Onları; yılbaşı geldiğinde, o gece, bilinen klasik giysisiyle Noel Baba gelecek, bacadan girecek ve özellikle çocukları; “sırtındaki janjanlı sepetinden güzel hediyeler dağıtacak” diye kandırdığımız o gece.
Yılbaşını bekleyen çocuklar için hediyelerin dağıtılacağı rituel asla unutulmazdı. Bunun için çocuklar “mutlu olsunlar diye”, aile büyükleri; yılbaşı gecesi dağıtılmak üzere çeşitli hediyeler alırlardı. Bu hediyeleri alan çocukların mutluluğu her şeye değerdi. Ve hep birlikte yılbaşı gecelerinin vazgeçilmezi olan tombalalar oynanırdı.
Yıllardır bakıyorum, o yılbaşı coşkularından eser kalmadı.
Bu gün yazdığım, bir yeni yıl yazısı değil tabii ki. O yazıyı yarın yazacağım. Ama aklıma, içimin yanıklığını hissettiren bir şeyler yazmak geldi. O nedenle birazcık, geçtiğimiz haftaki yazımın başlığındaki; “Yeni Yıl Mı! O da Ne?” sözcüklerine takıldım ve kalakaldım.
Yaşamdan birkaç yansıyandan ilgili bir şeyler yazmak idi bugünkü amacım. Zaten yaptığımız, yapabileceğimiz başka neler kaldı ki.
Gündemde olan; İstanbul için son günlerin en öne çıkarılan konusu; “Kanal İstanbul”dan mı, yoksa, son günlerde iyice gündemin ön sırasında yer alan; yerli-milli elektrikli otomobilden mi söz edeyim. “Kanal İstanbul” ile ilgili, yaklaşık altmış yıldır İstanbul’da yaşayan birisi olarak, görüşlerim çok net ve bu konuda yazacaklarım tabii ki var.. “İstanbul için yapılacak çok daha önemli işler varken!” diyerek bu konuya şimdilik nokta koyayım.
Şunun şurasında yeni yıla ne kaldı ki. Birkaç gün sonra; üzerimizde unutulmayacak etkiler bırakan bir yılı geride bırakacağız. Eskiyen 2019 ile ilgili yazacak o kadar çok şey kaldı ki, sırası geldiğinde geri dönüşler yaparak onlardan da söz ederiz artık.