Cemil Bayık'ın Washington Post'ta yayımlanan makalesi ile ilgili haberleri görünce nedense dilime Ahmet Kaya'nın "Başım belada" şarkısının "Nerden baksan tutarsızlık" dizeleri dolanıverdi.
İlk önce Washington Post’un bu makaleyi yayımlamasına dair birkaç kelam etmek gerek.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın dediği gibi bunun El Kaide veya DEAŞ terör örgütü liderlerinin makalesini yayımlamaktan hiçbir farkı yok.
ABD yasalarınca PKK da, El Kaide ve DEAŞ gibi bir terör örgütü.
Güya Cemil Bayık da ABD yasalarına göre El Kaide ve DEAŞ liderleri gibi aranan bir terörist.
Üstelik ABD, bunun için Bayık’ın başına 4 milyon dolar para ödülü koydu.
Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu…
“Senin teröristin, benim teröristim” ikilemi bu kadar mı faş edilir?
Gelelim Bayık’ın makalesinin içeriğine…
Bayık, “Şimdi Kürtlerle Türk devleti arasında barış zamanı, bunu boşa harcamayalım” diyor.
Birincisi eskiden öyleydi ama Türkiye artık sadece bir Türk devleti değil.
Türkiye son 15 yıldan bu yana Kürtler dahil Türkiye’de yaşayan tüm halkların devleti.
İkincisi ne sen Kürtleri temsil edersin ne de senin Kürtler adına bir barış yapma yetkin var.
Üçüncüsü barış sözcüğünü ağzına alması gereken en son kişi sensin.
Bayık, makalesinde AK Parti hükümetinin başlattığı ve İmralı’da Öcalan ile yapılan görüşmelerle birlikte sürdürülen çözüm sürecinin sona ermesiyle ilgili olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı suçluyor.
Türkiye tarihinin iç barışını sağlamaya yönelik en büyük adımlardan biri olan çözüm sürecini başlatan, bunun için “baldıran zehiri olsa içerim” diyerek büyük riskler üstlenen Erdoğan’ı, başlattığı süreci bitirmekle suçluyor Bayık.
Sürecin PKK tarafından nasıl sabote edildiğini unuttuğumuzu sanıyor.
Yerimiz dar ama birkaç cümleyle hatırlatalım.
Öcalan, Diyarbakır’daki 2013 Nevruz kutlamalarında okunan mesajında PKK’dan güçlerini hızla Türkiye sınırlarının dışına çekmesini ve ardından yapacağı olağanüstü bir kongreyle silahsızlanma kararı almasını istemişti.
O dönem KCK’nın başında olan Murat Karayılan da 25 Nisan 2013’te PKK'nın 8 Mayıs'tan itibaren ön şartsız olarak güçlerini sınır dışına çekeceğini açıkladı.
Ne olduysa 5 Temmuz 2013’te KCK eşbaşkanlıklarına Cemil Bayık ve Bese Hozat’ın getirilmesinden sonra oldu.
KCK, Bayık’ın bu makalesinde de “önderimiz” diye nitelendirdiği Öcalan için “öneride bulunabilir ama PKK adına karar veremez” diye açıklamalar yaptı.
Ve PKK hızla çözüm sürecini sona erdirmek için sabotaj eylemlerine başladı.
Çözüm süreci devam ederken PKK, güçlerini sınır dışına çekmek yerine Hendek süreçlerinin hazırlıklarını yaptı.
Ve nihayetinde Bayık ve Hozat’ın KCK eş başkanlıkları döneminde PKK, piyonu haline geldikleri küresel ve bölgesel güçlerin yönlendirmesiyle bu tarihi barış sürecini yerle bir etti.
2015’te çözüm sürecinin sona ermesinden bu yana geçen 4 yıl içinde hendekler, eylemler, saldırılar, devletin bunları önlemeye yönelik yürüttüğü operasyonlar derken binlerce insan öldü.
Bunların birinci derece sorumlularından biri olan Bayık, şimdi çıkmış yeni bir çözüm süreci diyor.
“Yaşananları tekrar ele aldıktan sonra hatalarımızı tespit ettik” diyerek de güya özeleştiri yapıyor ama hataları, “Kürt Meselesi'nin sadece Erdoğan'ın partisiyle kurulan diyalog yoluyla çözülebileceğini düşündük”müş.
Doğrusu ise “Türkiye'nin tüm demokratik güçlerini de bu sürece dahil etmek adına daha çok çalışmalıydık”mış.
Demokratik güçler dediği muhtemelen, uzun süredir ittifak halinde oldukları DHKP-C, MLKP, TİKKO, TKP/ML ve bildiğimiz bilumum aşırı sol terör örgütleri ile onların siyasi alandaki uzantıları.
Ve muhtemelen bu yerel seçimlerde yine “demokratik ittifak” diye destekledikleri CHP.
Hatırlanacak olursa AK Parti, çözüm süreci döneminde yasakların kaldırılması ve demokratikleşme adımları atarken en büyük engeli MHP’den çok CHP çıkarmıştı.
Yeni bir çözüm süreci isteyen Bayık, “AK Parti ile yanlıştı, CHP ile olabilir” demeye getiriyor.
Yazıyı bitirirken yine merhum Ahmet Kaya’nın aynı sözleri dolandı dilime.
Ama aynı dizenin devamı olan dize bu duruma daha çok uyuyor gibi; “Nerden baksan ahmakça”.