"Artık kronik hale gelen başkalarının hayatı üzerine hesap yapma hastalığından ne zaman kurtuluruz bilmem. Bu dediğim her hayat tarzı dayatması için geçerli. Ya senin gibi yaşamak istemiyorsam, kime ne?"
Nişantaşı’ndaki parkta bir arkadaşı ile oturan Neşe Nur Akkaya’yı, darp eden saldırgan geçtiğimiz gün tutuklandı. Sosyal medya ve siyasetin haklı olarak tepkisini çeken bu olay sadece İslamofobi ya da nefret suçuyla mı açıklanır?
Saldırganın Akkaya’ya fiziksel şiddet uygulamadan önce sarf ettiği, “Burada ne işiniz var? Sizin gibileri istemiyoruz. Parkta oturmak istiyorsanız, Gaziosmanpaşa'ya gidin” sözleri sadece bir nefret halini barındırmıyor, zihin dünyasında dindar kesimle sınıfsal olarak “eşitlenmeme” pratiğini de içeriyor.
Sözlere dikkat edin, kendi kafasına göre başörtülü insanların “Nişantaşı’nda değil de Gaziosmanpaşa’daki bir parkta oturabileceğini” ifade ediyor. Onların Nişantaşı’nda oturması ona göre kendi yaşam alanı için bir “işgal”. Sözüm ona “yok saymıyor”, sadece bulunduğu yeri paylaşmıyor. Sözlerinin satır arası “Benimle aynı hayat pratiğini paylaşırsan buralarda oturma hakkını elde edersin” düzeyinde. Her şeyden öte bir yaşam tarzı dayatması. Çünkü o saldırgana göre dindarların Nişantaşı’na gelmesi, onun için bir eşitlenme.
Öyle ya, Akkaya mevcut hayat tarzını bırakıp o saldırganın zihniyetinde var olan “Nişantaşı hayat tarzını” yaşıyor olsa onu yok saymayacak, kendinden farklı düşüneni sterilize etmek istediği bölgesinde belki onu bile görmeyecekti. Çünkü toplumun tüm yaşam tarzlarının melezlenmesine ve aynı kaldırımda hiçbir çatışma olmadan beraber yürümesine karşı çıkan Ortodoks bir kafa hala mevcut, aşılabilmiş değil.
Gezi olayları da böyleydi. Toplumun diğer sınıflarıyla “eşitlenmeme pratiği” üzerine kurulan bir “hak arayışıydı”. Farkındayım, ötekileşmenin varacağı yer nefret suçu, onun da varacağı yer yok sayma. Zira, o nedenle “parkta oturamazsınız ya da bu ülkede yaşayamazsınız” demiyor, “oturacaksanız yeriniz burası değil, Gaziosmanpaşa” diyor. Yer biçiyor, sözüm ona “hak tanıyor”. Ve oturup konuşsan muhtemelen kendisinin “özgürlükçü” olduğunu iddia edecektir. Başkalarının hayatı üzerine hesap yapıyor, kendisinde bunu tayin etme hakkını görüyor. Neden? Sırf Nişantaşı’nda parka gittiğinden dolayı “modernist” ama fiziksel şiddete başvuracak kadar gerici, zorba görüşlerinden. O görüş ise, “kendini yaşam tarzını paylaşmayan diğer kesimlerden üstün görme” hastalığı. Çünkü beyninin kıvrımları sınıfsal ayrım yapacak kadar küçük.
Ve sadece o değil, kafasında bir “makbul vatandaş” teoremi olanlar hala var. Ne çabuk unuttuk, eski bakanlardan biri daha birkaç ay önce “başörtülü hâkimin adaleti savunacağı konusunda kuşkum var” demedi mi? Artık kronik hale gelen başkalarının hayatı üzerine hesap yapma hastalığından ne zaman kurtuluruz bilmem. Bu dediğim her hayat tarzı dayatması için geçerli. Ya senin gibi yaşamak istemiyorsam, kime ne? Böyle de bitmiyor, seni “ikinci sınıf” yapıyor, belki de asıl mesele, o “ikinci sınıf” yapma hakkını nerden aldığında saklı.
Dindar olsun, Kürt olsun, eşcinsel olsun, gayrimüslim olsun ya da başka bir kimlik olsun. Birilerinin kimseye zararı olmayan hayatı üzerine konuşmayı seven ve işin kötüsü onlara ne yapmaları gerektiğini kendine vazife gören insanlar maalesef o kadar da az değil. Asıl sorun bu.