Batılı güçler (ABD ve Avrupa) ve onlarla birlikte büyük komşumuz İran yarım asırdan bu yana terör örgütü PKK'yı Türkiye'ye karşı kullandı.
Batılı güçler (ABD ve Avrupa) ve onlarla birlikte büyük komşumuz İran yarım asırdan bu yana terör örgütü PKK’yı Türkiye’ye karşı kullandı.
Bir yandan Türkiye’de güdümlerindeki baskıcı, anti-demokratik unsurlara ve hükümetlere arka çıkılarak Kürtler üzerinde baskı oluşturulması ve bu sayede Kürtlerin devlete karşı sürekli bir şekilde isyan halinde kalmaları, diğer yandan terör örgütüne destek verilerek Türkiye’nin zayıf tutulması sağlandı.
Bu döngü on yıllarca devam etti.
Ülkede demokrasinin genişletilerek Kürtlerin devletle barışık olmasını sağlamaya yönelik her adım sabote edildi.
Bu yönde çabalar içine giren devlet yöneticileri ve liderler bir şekilde tasfiye edildi.
2002’de iktidara gelen Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AK Parti, demokrasinin zayıf olmasıyla terör konusunun birbirini besleyen temel unsurlar olduğunu ve bunun da Türkiye’nin gelişimi önündeki en büyük engel olduğu gerçeğini gördü.
Bu döngüyü kırmaya yönelik büyük adımlar atıldı.
Demokrasi ve özgürlükler genişledikçe terörün üzerine oturduğu zemin kaymaya başladı.
Türkiye demokrasi ve özgürlükleri genişleterek başta Kürt sorunu olmak üzere pranga gibi ayağına dolanan sorunlardan birer birer kurtulmaya çalışırken 2007’den itibaren terör meselesini de kökünden halletmek için çeşitli adımlar attı.
Barış ya da çözüm süreci denen süreçler bu çerçevede geliştirildi.
1999’dan bu yana İmralı’da hapiste olan terör örgütü lideri Abdullah Öcalan da bu sürecin bir parçası olarak devreye sokuldu.
Öcalan cezaevinde olduğu süreç içinde, terör örgütünü kurduğu 1978’den ve terör faaliyetlerine başladığı 1984’ten bu yana, yazının başında aktardığımız güçler tarafından nasıl kullanıldıklarının farkına varmıştı.
O da artık terörle bir yere varılamayacağını anlamış, terör sorununun da daha fazla kan dökülmeden sonuçlandırılmasının kendisinin ve örgütünün de yararına olacağını görmüştü.
Öcalan’ın bu görüşlerini içeren ve örgütüne çözüm sürecine uymaları yönündeki talimatlarını içeren mektubu 2013’te Diyarbakır’daki Nevroz etkinliği sırasında HDP’li vekiller tarafından okundu.
Kürt meselesiyle birlikte terör sorununun da bitmesinden endişe duyan sözünü ettiğimiz güçler bu aşamada devreye girdi.
İlk olarak PKK’nın tepe yönetiminde Öcalan’ın talimatlarına uyma eğiliminde olanlar tasfiye edilip yerlerine, “Apo bizim önderimizdir ancak o esaret altındadır dolayısıyla onun sözleri örgütümüz tarafından bağlayıcı değildir, örgütün kararlarını biz veririz” diyen bir ekip başa getirildi.
Terör örgütünün siyasi organı olan HDP’de de benzer bir operasyon yapıldı ve burada da “Apocu” diye bilinen ekipler tasfiye edilerek “Kandilci”ler etkin hale getirildi.
Ve böylelikle çözüm süreci sabote edilirken PKK da HDP da koşulsuz şartsız söz konusu güçlerin denetimine girdi.
Apo da PKK ve HDP’nin eliyle İmralı’ya gömülmüş oldu.
AK Parti ve Erdoğan’ı devirmek için her yolu deneyen ancak istediklerini alamayan ABD ve güdümündeki Avrupa, son koz olarak muhalefetin desteklenmesi planını devreye soktu.
Çözüm sürecinin sona ermesinin ardından AK Parti ve Erdoğan’a yönelik en sert muhalefeti Kandil ve onun güdümündeki HDP yapmaya başladı.
Dönemin HDP eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın “Seni başkan yaptırmayacağız” çıkışı muhalefetin temel sloganı haline geldi.
Kandil ile birlikte Apo’yu İmralı’ya gömen Demirtaş, batının olduğu kadar batının güdümündeki muhalefetin de en gözde isimlerinden biri olarak öne çıkmaya başladı.
Televizyon ekranlarında saz çaldırılıp türküler söyletilen Demirtaş, demokrasi ve insan hakları savunucusu olarak öne çıkarıldı.
Muhalefet cephesinin, her seçimde iktidar karşısında yenilgiyle çıkmasının ardından 2019’daki yerel seçimlerde ortak hareket edilmesi kararlaştırıldı.
Kandil ve o dönem cezaevine girmiş olan Demirtaş’ın yönlendirmeleriyle HDP’nin muhalefet ile ortak hareket edeceği ortaya çıkınca Öcalan bir kez daha devreye girmek istedi.
Kendisini ziyaret eden kardeşi ve avukatları aracılığıyla HDP’nin tarafsız kalmasını salık verdi.
Ancak Kandil ve HDP yönetimi devreye girerek Öcalan’ın açıklamalarının kamuoyuna yansımasına izin vermedi.
Bunun üzerine Öcalan, kendisiyle görüşen bir akademisyen aracılığıyla mesajlarını kamuoyuna açıklattı.
Ancak Öcalan’ın bu girişimi de Kandil ve HDP duvarına çarptı.
Nihayetinde HDP’nin desteğiyle muhalefet cephesi bazı büyükşehirlerde yönetimi ele geçirdi.
Bu, hem Erdoğan’ı devirmek isteyen güçler, hem de muhalefet için bir umut oldu.
Şimdi Mayıs ayında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi için aynı plan devrede.
Muhalefet cephesi HDP’nin de oyunu alacak bir aday belirlemeye doğru gidiyor.
Gerek Kandil, gerek HDP yöneticileri gerekse de Demirtaş, ortak aday olması halinde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekleyeceklerini açıkladılar.
Kılıçdaroğlu’nun adaylığının öne çıkması da HDP’nin yaklaşık yüzde 10 civarındaki oyunun cepte olması hesabına dayanıyor.
Apo ile benzer terör suçlarından cezaevinde yatmakta olan Selahattin Demirtaş gün aşırı kendi hesabından yayınlattığı twetler, röportaj adı altında kimi gazeteciler üzerinden yaptığı açıklamalar ve de avukatları aracılığıyla verdiği mesajlarla HDP kitlesinin muhalefetle ortak hareket etmesi için uğraşıyor.
Bu aşamada tüm bu cephenin en büyük endişesinin Apo’nun yeniden sahneye çıkması olduğu gözleniyor.
Zira, şayet Öcalan hala 2019 seçimleri öncesindeki yaklaşımını koruyorsa bu seçimde de HDP’nin bağımsız hareket etmesini isteyebilir.
Apo’nun, bu yöndeki görüşünün manipüle edilmeden kamuoyuna ulaşması halinde HDP’de en azından yarı yarıya bir kırılma yaşanabilir ki bu zaten muhalefet cephesinin kaybetmesi anlamına gelir.
Bu kritik süreçte Apo yeniden sahneye çıkma ihtiyacı duyar mı, Demirtaş’a benzer ya da başka bir şekilde kendi görüşlerini HDP kitlesine ulaştırma çabasına girer mi bilemem ancak bu kez Kandil, HDP ve Demirtaş’ın manipüle çabalarını aşabilirse ortaya bambaşka tablolar çıkabilir diye düşünüyorum.