27 Ekim'de Mezarını Arayan Ceset başlıklı yazımda Kaşıkçı'nın cesedinin mezarını aradığından söz etmiştim.
Uluslararası laf gevelemelerinden anladığımız kadarıyla Kaşıkçı’nın bir cesedi yok. Ruhu dünyayı terk ederken cesedi de hunharca yok edilmiş. Düşünmesi bile insanın tüylerini ürpertiyor. Suudi Arabistan bu cinayetin suçunu üzerinden atmak için suçu kime ihale edeceğini planlarken çok basit bir sorunun cevabını vermiyor, veremiyor: Kaşıkçı’nın cesedi nerede?
Yapılan açıklamaların tümü Suudi Arabistan’ın gelecekteki kralı olarak tasarlanan Muhammed bin Selman’ın bu işte suçu olmadığına yönelik inkar açıklamaları. Onu ayrıca konuşuruz ama tekrar soruyoruz: Ceset nerede?
Yerli işbirlikçiye teslim ettiğini söylüyorlar. Prensin olaya dahil olmadığını çevire çevire anlatıyorlar. Onu sormuyoruz: Ceset nerede?
Sartre, varoluşçu bir yazar ve tiyatro oyunlarından birinin adıymış Mezarsız Ölüler. İkinci Dünya Savaşı sırasındaki olayların temsiliymiş. Açtım bir kısmını okudum. Sizinle de küçük bir parçasını yazının sonunda paylaşacağım. Sartre’ın ülkesi cesedin nerede olduğunu sormuyor. Sadece Prens’i kurtarmaya çalışıyor. Türkiye çok basit bir soruyu tüm dünyaya soruyor. Nerede Kaşıkçı’nın cesedi?
ABD, Suudi Arabistanlı cinayet şebekesine yaptırım uyguluyor, FETÖ’nün Türkiye’ye iadesini ilk defa dillendirmeye başlıyor. Cesedin nerede olduğu temel soru. Ortada bir ceset yoksa muhtemelen suç da ortadan kalkacak. Cesedi buharlaştırdıkları gibi suçta da aynı yöntemi izlemeye çalışıyorlar.
Elleri ayaklarına dolandı ve durmadan kendilerinin ne kadar iyi olduğunu söylüyorlar. Oraya gelenlerin cinayet amacıyla gönderilmediğini ifade ediyorlar. Ama çantalarındaki özel cinayet ekipmanları başka şeyi söylüyor.
Dostları Kaşıkçı’nın öldüğünden emin ve dünyanın birçok yerinde gıyabi cenaze namazı kılındı dün. Cesede çok görülen mezar, mezara çok görülen ceset. İnsanlığa çok görülen dünya.
Tüm oyunlar doğru tek bir soruyla bozulur. Onu bugün tekrar tekrar soruyoruz: Ceset nerede?
Kaşıkçı mezarını bulamadığı her gün insanlık da yaşıyor sayılmaz. Kılınan gıyabi cenaze namazı Kaşıkçı’dan çok insanlık için.
Cinayeti işleyenlerin muhayyel düşünceleriyle Sartre’ın Mezarsız Ölüler’indeki bir konuşma parçası birbirine o kadar benziyor ki: “Bir dava için yaşıyordun, evet. Ama şimdi kalkıp da onun uğruna öldüğünü söyleme bana. Başarabilseydik belki... İş başında ölseydik o zaman belki... (Bir an) Öleceğiz, çünkü bize budalaca emirler verildi. Öleceğiz çünkü bu emirleri iyi yerine getiremedik. Üstelik ölmemizin kimseye bir yararı yok…
… Dava hiçbir zaman emir vermez. Hiçbir zaman şunu şöyle yapacaksın demez. Onun ne istediğine bizler karar veririz. Davadan bahsetmeyelim. Burası yeri değil davadan bahsetmenin. Uğruna çalışabildiğin sürece davanın lâfını edebilirsin. Ama sonra? Sonra susmak ve hele onu kişisel avunmalarımız için bir âlet olarak kullanmamak gerek. Davamız bizi başından attı, çünkü yararlı olamadık. Şimdi kendisine yararlı olabilecek başkalarını bulacak…
…“Şimdi öleceğiz ve hiçbir özrümüz olmayacak. Anlamsız ölüler arasına katılacağız.”
Evet, Cemal Kaşıkçı anlamlı bir hayat sürdü. Muhteris katilleri ve onların patronları mezarsız cesedinin tabutunu ömürleri boyunca taşımaya mahkumlar.