Ne Hz. Mevlânâ'nın yolu ne de diğer Allah dostlarının yolları, piyasadaki palyaçolar sâhiplendi diye bu günlere gelmedi. "Kem âlet ile kemâlat olmaz" sözünün tam karşılığı olan bu isimlerin ömrü, sosyal medyadaki paylaşımların ömrü kadar kısa olur, ama bunun vebâlini bir ömür üstlerinden atamazlar.
Yarın 17 Aralık. Yâni büyük mutasavvıf Mevlânâ Celâleddin Rûmî’nin vefat yıldönümü. O’nun ifâdesiyle söylersek “şeb-i arus”; yâni düğün gecesi. Bir süredir devam etmekte olan kutlama, merâsim ve âyin-i şerif icrâları bu yıl itibâriyle son bulacak. Ben de uzun zamandır yaptığım gibi, “Mevlânâ Fuarı” hâline gelen bu kutlamaların gelecek yıllarda daha usûlüne uygun şekilde yapılmasını bekliyor olacağım. Sema gösterisi yerine, devlet protokolünün âyin-i şerifin icra edildiği “kültür merkezi”ne değil de Mevlevîhânelere gittiği programları görmeyi Allah nasip eder inşallah.
Gerçek şâirinin kim olduğunu sağır sultanın bile duymasına rağmen bâzılarının ısralar Hz. Mevlânâ’nınmış gibi tekrarlanan şu sözü herkes duymuştur: Gel, ne olursan ol yine gel!
İşin komik tarafı, bu sözü bile olur olmaz yerde, bebelere balon niyetinde söyleyenlerin Hz. Mevlânâ’ya âit gerçek bir sözü söyleme imkânları da pek yok, çünkü ya okumaya zahmet etmiyorlar ya da Farsça okuyamıyorlar. Tuhaf ama her hâlde alıştığımız için bunları artık garipsemiyoruz.
Başka tuhaf olan bir şey daha var. Hz. Mevlânâ, “Her şey dün ile gitti cancağızım. Şimdi yeni şeyler söylemek lâzım” demişken, ne O’nun söylediği başka şeyler söyleniyor, ne de kendilerinden yeni şeyler söyleniyor. Aynı şeyler tekrarlanıp duruyor. Ne yazık ki, tekrarlayanlar da senelerdir aynı kişiler.
Ramazan ayındaki iftar programlarının “kadrolu” konukları gibi, söz konusu Hz. Mevlânâ olunca aranacaklar listesi de senelerdir aynı. Aynı dersi senelerdir, aynı notları kullanarak veren üniversite hocaları gibi, bu isimler aynı şeyleri çalıyor ve aynı şeyleri söylüyorlar. Geçen senelerin kayıtları yayınlansa kimse yadırgamaz. Hatta nostaljik bir lezzet bile olabilir.
Sosyal medya Mevlânâcıları
Biraz iyimser bakalım ve yukarıdakilere, müktesebatlarına hürmeten hoşgörü ile bakmaya gayret edelim. Ama bunlardan yüz bulup şımaranları ne yapacağız?
“Modern sufi”, “sufi terapist”, “iyimserlik prensi”, “Mevlânâ yolcusu” “sıkıntılara Mevlânâ sözleri”, “Mevlânâ ile 10 dakikada huzuru bulun” türünde psedoterapik başlıklarla yayınlanan videolar yayınlayanların, “ayılana gazoz, bayılana limon” şarkısı kadar bile ciddiyetleri ve samimiyetleri yoktur.
Elbette ismini kullandıkları ve sömürüp ticârî bir meta hâline getirdikleri Hz. Pir, yedikleri kul hakkının hesâbını soracaktır, ama biz de elimiz kolumuz, dilimiz ve kalemimiz bağlı duracak değiliz.
Tasavvufa ve sufî kültürüne, bol bulunan yoğurt mualemesi yapan bu üçkâğıtçıların çektikleri üç beş dakikalık videolarla kimlere hayrı dokunuyor bilmiyorum, ama kendilerine hayırları olmadığı, Hz. Mevlânâ’yı yanlış anlamalarından belli oluyor. “Mevlânâ diyor ki” diyerek başladıkları söyledikleri sözlerin Hz. Mevlânâ’nın hangi eserinde kaçında beyitte olduğunu ve kullandıkları kaynağın çevirisinin kimin tarafından yapıldığını belirtmiyorlar. Birilerinin hadis uydurması gibi, bunlar da “Mevlânâ sözü” uyduruyorlar.
Kendilerini anlatırken veya kendilerinden bahsederken sahte bir tevâzunun arkasında saklanıp konuşan bu tâcirler, “ben kimim ki”, “hepiniz gibi ben de yolcuyum”, “bu sonsuz bir yolculuk” gibi ezberledikleri ifâdelerle oluşturdukları maskenin arkasında kendilerini gizliyorlar.
Bu aralar sufizm kaçtan gidiyor?!
Tasavvuftan nasibini almamış, seyr-i sulûk yaşamamış, tasavvuf ile sufizmin farkını bilmeyen ve psikiyatri bilgisi olmayan bu “mâneviyat tâcirleri”, paranın kokusu hangi yönde geliyorsa hemen oraya dönmeyi av köpeklerinden daha iyi beceriyorlar.
Modernizmin insanın başına bela ettiği sorunları ve açtığı dertleri çözme iddiasıyla, elini verenin kolunu kurtaramaması gibi, yine modernizm ortaya çıkıyor. “Muşamba dekor”da oynanan tiyatrodan daha yapmacık olan bu “modern çâreler”, susayan insana deniz suyu vermekten başka bir şey yapmıyor.
“Hemen”, “çabucak”, “hızlı”, “zaman kaybetmeden”, “kısa sürede” gibi reklam sloganlarına benzeyen ifâdeleri ağzından düşürmeyen bu sufizm tâcirleri ve sufi bozuntuları, kendi yapmadıklarını, karşısına geçtikleri kamera aracılığıyla takipçilerinden istemekten çekinmiyor ve bunu yaparken yüzleri kızarmıyor.
“Bir gecelik” zannettikleri aşkı, Hz. Mevlânâ’nın yanlış ve çarpıtılarak yapılan çevirilerinden okuduklarıyla karıştıran bu “amigolar”, “2 alana 1 bedava” formülüyle, Mevlânâ ile karışık kişisel gelişim ve “farkındalık” rehberliği yapmaktan geri durmuyorlar. Hangisini tuttururlarsa!
Hastalığı tedâvi etmek yerine, hastayı morfinle uyuşturmayı mârifetmiş gibi anlatıyorlar. Bir tık ile ulaşılan sosyal medya kanallarında özgüven geliştirdiklerini, kafaya takmamayı ve bilinçaltını temizlemeyi öğrettiklerini iddia ediyorlar ve hatta vazgeçilmez kadın ya da reddedilemez erkek olmanın yollarını bile anlatıyorlar!
Mutluluğun önce yedi yolunu gösteriyorlar! Yedi etmezse üçe beşe bakmadan yağma malını kepçe kepçe dağıtıyorlar. Kendilerinin duygusal ve romantik dünyâları altüst olmuşken, kime âşık olunması gerektiğini bilmiş bilmiş anlatıyorlar. Hatta bâzıları, akademik câmiâyı piyasaya çevirenlerden destek görüp “öğrenci yetişecek” kadar ileri gidiyorlar.
Bu kapı, bakkal dükkânı kapısına benzemez
Her türlü malın ve ürünün ticâreti yapılır, ama ilmin ve hele hele mânevî terbiyenin ucu banka hesâbına bağlanıyorsa, bu hesâbın altından hiçbir muhasebeci kalkamaz. Dünyâlığını yapıp tuzunu kurutmayı tek amaç edinenler için bu söylediklerim bir şey ifâde etmiyor olabilir. Ama hümanizm soslu, kapitalizm ile marine edilmiş sufizmi, tasavvuf diye satmaya kalkmak, müşterisi bol olsa da, bakkal dükkanı açıp kapamaya benzemez. O anlatılıp uygulanmayan menkıbeler, bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçmeye başladığında perdenin kapanmış olduğunu anlamaları ve pişman olmaları da bir anlam ifâde etmeyecektir.
Ne Hz. Mevlânâ’nın yolu ne de diğer Allah dostlarının yolları, piyasadaki palyaçolar sâhiplendi diye bu günlere gelmedi. “Kem âlet ile kemâlat olmaz” sözünün tam karşılığı olan bu isimlerin ömrü, sosyal medyadaki paylaşımların ömrü kadar kısa olur, ama bunun vebâlini bir ömür üstlerinden atamazlar.
Hz. Mevlânâ’nın “Gel, ne olursan ol yine gel” diye bilinen şiiri yazmadığı biliyoruz. Ama bu şiiri, Mevlânâ’nın dergâhını “Yolgeçen hanı” zannıyla okuyanlara bir tavsiyem olacak. Aynı dönemde yaşasalardı Hz. Mevlânâ’nın dergâhının önünden bile geçemeyecek olan bu tipler, adı “Celâleddin” olan Hz. Pir’in hayâtını zahmet edip ayık kafayla okusunlar ki, yanlışlara karşı nasıl celâllendiğini ve kime “gel”, kime “git” dediğini öğreniversinler. Vesselâm.