İrfan kelimesi Arapçadan Türkçeye geçmiş olan kelimelerden biridir. "Bilme, öğrenme, pratik bilgi, usul ve örf bilgisi"yle füru' kökündense; "bildi, öğrendi, ayırt etti, tanıdı" anlamlarına da geliyor.

İrfan kelimesi Arapçadan Türkçeye geçmiş olan kelimelerden biridir. “Bilme, öğrenme, pratik bilgi, usul ve örf bilgisi”yle füru’ kökündense; “bildi, öğrendi, ayırt etti, tanıdı” anlamlarına da geliyor. Türkçemizde 1330 yılında Âşık Paşa’nın kaleme aldığı “Garipname” eserinde ilk defa irfan kelimesinin kullanıldığı ifade ediliyor. Kuşkusuz günlük hayatın içerisinde sıklıkla kullanılmış olsa da yazılı kaynaklar bizlere böyle söylüyor.

İrfan kelimesi kültürümüzde daha çok tasavvufi terim olarak kullanıldığı düşünülse de, rahmani bir vergiyle elde edilmiş bilgi-hikmet ve önsezi olarak kabul görüyor. Cemil Meriç; "İrfanından kopan, ana dilini bile unutan müstağripler (şaşkınlar- şaşırıp kalmışlar) kafilesi kime, neye bağlanacak?" diye soruyor. Bir milletin, bir toplumun maddî ve manevi varlığına ait üstün değerlerden, ilim, irfan, fikir ve sanat hayatındaki çalışmalardan, teknik, sanayi, ticaret, sosyal ve siyasi alanlardaki nimetlerden yararlanarak ulaştığı bolluk, rahatlık ve güvenlik içindeki hayat tarzına, yaşama biçimine Medeniyet veya uygarlık diyoruz.

Elbette ki tarihten sosyolojiye, teolojiden felsefeye, uluslararası ilişkilerden kültür araştırmalarına, edebiyattan, şiirden, musikiden resme ve sanat tarihine kadar pek çok alanda medeniyet ve kültür eksenli araştırmalar, yazılar, teoriler ortaya atılmıştır. Rahmetle yâd ettiğimiz Cemil Meriç, kültür ve medeniyet kavramlarıyla değil, Batı’nın bütün kavramlarıyla kavgalıdır. Bu kavgayı milletimiz ve gençliğimizin doğru anlamaya mecbur olduğunu hatırlatalım. Batı’nın zihnimizi felce uğrattığı bu kavramlar dünyasıyla hesaplaşmadan atılacak her adımın kesintiye uğrayacağını düşünen Meriç, kültür ve uygarlık kavramları yerine Doğu’nun- yani mistik dünyanın dahası İslam uygarlığının “umran” ve “irfan” kelimeleri üzerinde karar kıldığını ve ölü kavramları yeniden dirilttiğini söyleyebiliriz. İrfan umran ve münevver kelimelerini elbette tercih etmeliyiz. Ömer Seyfettin bu büyük coğrafya insanı için Anadolu İrfanı tabirini kullanır. Dünya (zahir) gözden ziyade, kalp (batıni) gözüyle görmek anlamında kullanıldığını ifade edelim.

Hüseyin Rahmi Gürpınar, “Medeniyet, insanlarla tabiatın arasını çok açmıştır” diyor.

Cemil Meriç, “Üç kıtaya hâkim olmuş bir medeniyetin, adalet dağıtmış bir ülkenin hiçbir zıpçıktı uygarlığı taklide ihtiyacı yoktur” diyerek körü körüne Batı Batı diyerek felç olmanın anlamsızlığını bizlere hatırlatıyor. Devletler kurup, medeniyetler inşa etmiş olan Türk milletinin kendine, özüne, köküne, dinine ve imanına dönmesini hatırlatıyor. Ziya Paşa ise, “Milli ahlak olmayan yerde, millet de, medeniyet de olmaz” diye ekliyor.

“Medeniyet, insanı insan yapan manevi kıymetler manzumesidir” derken A. Hamdi Tanpınar, “Bir milletin miyar-ı medeniyeti, erbabı irfanına derece-i hürmettir” diyerek sanki cevap veriyor Cenap Şahabettin. Bakınız merhum Bayrak ve İstiklal şairimiz Mehmet Akif Ersoy bir dörtlüğünde meseleyi nasıl özetliyor:

“Kim demiş Avrupa insanı medeni

Ne edep var ne hayâ çırılçıplak bedeni

Eğer medeniyet, açıp saçmaksa bedeni

Desenize hayvanlar bizden daha medeni”.

Ahmet Haşim, “Fikirlerine emin mahfazalar bulamayan bir medeniyetin, tefekkür kabiliyetini kaybetmekte gecikmeyeceğinden hiç şüphe etmemelidir ” diye eklerken Çetin Altan, “İnsanlar değerli olmayı unuttular, önemli olmaya çalışıyorlar” diye sözü tamamlıyor. Buna benzer tanımlamalar bulmak pekâlâ mümkündür.

Medeniyet, bir toplumun tüm unsurlarını, maddi manevi varlıklarını, düşüncelerini, bilimini, sanatını, teknolojisini, canlı türlerini ve ürünlerini kapsayan çok geniş bir ifadedir. Türkler, medeniyeti uygarlık olarak kullanıyor. Bu hususun kaynağı Uygur Türkçesine götürüyor bizleri. Medeniyet örneklerinden bahsedeceksek eğer; İslam Medeniyetleri, Osmanlı Medeniyeti, Mezopotamya, Mısır, İnka Medeniyeti, Maya, Çin Medeniyeti, Akdeniz Medeniyetleri, Hint ve Roma-Bizans Medeniyeti gibi ifadeler karşımıza çıkıyor.

Kelimeler ve kavramlar üzerinden anlamlar geliştirmek, yeni tanımlamalar yapmak, hem dile hem de zamanın getirmiş olduğu duruma da tanıklık etmektir. Asırlar öncesinin tanımları elbette kendi dönemleri içinde etkin ve etkileyici roller oynarken, bugüne doğru gidildiğinde yeni anlayışlara, tanımlara ve kelimelere dönüşerek geldiğini göz ardı edemeyiz. Uygarlık, medeniyet, kültür, umran, irfan, hikmet, ilim vs. buna benzer kelimeler varlıklarını korusa da yeni bakış açılarıyla anlam derinliğine, farklı kelimelerle zenginleşmeye devam etmektedir.

Medine, şehir anlamında kullanılıyor. “Müdun” kökünden medine türetilmiştir. Osmanlı “medeniyet” kelimesine ulaşırken kelimeye “yönetmek” anlamını yüklemiştir. “Malik olmak” anlamına da geldiği unutulmamalıdır. Böylelikle “şehre mensup olan, şehirli, şehirde oturan” manaları bugün geldiğimiz noktadır. Peki, her şehirde oturan şehirli olmuş mudur? Şehrin de kendi kuralları, davranışları, giyim kuşamları, kuralları elbette vardır. Sosyal, siyasal ve kültürel hareketlilikleriyle farklı-gelişmiş bir dil hâkimiyeti söz konusudur. Şehirli olmak; aynı zamanda kültürün getirdiği farklı davranışlara, ahlaki güzelliklere, özverili tavırlara, kültürden sanata, sosyal hayattan siyasete, kendini düşündüğü kadar karşısındakini, yanındaki ve yöresindekileri de düşünen, komşusunu en az kendi ailesi kadar önemseyen, koruyup kollayan anlamlarının da omuzlarında olduğu bilir. Okuyan, öğrenen, öğreten yönleriyle de öne çıkar. İlmin, irfanın, hikmetin vaz geçilmez bir anlayış oluşturduğunu ve hayatın anlamı haline geldiğini şehirde görmekteyiz.

Grekçe’de Medine’nin, “şehir ve şehir devleti” anlamında kullanıldığını Eflatun ise politeia kelimesi “es-siyasetül medeniyye” olarak tanımlandığı da dikkat çekiyor. İslami ilimlerde sıklıkla insan tabiatı anlamında “medeniyyun bittab” ifadesinin Aristo’daki karşılığı “zoonpolitikan-siyasal canlı” olarak ele alınıyor. Bir adım daha ilerisinde ise; “el ilmül medeni, ilmüssiyase ve ilmüs siyasetül medeniyye” tabirlerinin kullanıldığını da kayda düşmüş olalım. Büyük Osmanlı tarihinde ve ilim meclislerinde “medeniyet” kelimesi kullanılmıştır. Uygurlarda “belli yasalarla yönetilen-uyan halk” anlamında ise “uygar” kelimesi dikkatlerimizi çekiyor. Artık günümüz Türkçesinde medeniyet, uygarlık kelimeleri sıklıkla yazılıp konuşuluyor. Kastedilen mana ise; şehir hayatının kurallarıyla tanzim edilen sosyal, siyasi, fikri hareketlilikler, teknik ve teknolojik gelişmeler bütünüyle entelektüel boyutlarıyla ifade edilmiş oluyor ki Farabi, medinenin kurucu başkanı olarak “er-reisül-evvel” üzerinde yoğunlaşırken vahyi merkeze koyuyor. Çünkü vahiy alan “Medine Devleti”nin kurucu önderi, lideri ve başkanı; âlemlere rahmet olarak gönderilen hatemül enbiyadır, peygamberdir. Mamur edilmiş, faziletli, erdemli, kurtulmuş bir halk ve devlet anlamda “el-medinetü'l-fazıla” ifadesi yerini almış oluyor.

www.recepgarip.com