Önceki gün Maliye ve Hazine Bakanı Berat Albayrak tarafından gerçekleştirilen doğru hamle vatandaşın son zamanlarda devletten beklediği tasarruf tedbirlerinin başında geliyordu. Buna göre Albayrak'ın imzasıyla tüm kamu araçlarının envanteri çıkarılarak kamu araçlarının hem sınıfları düşürülecek hem de sayıları azaltılacak. Ayrıca Türkiye'de üretilen araçların kullanımı zorunlu olacak.
Son dönemlerde yaşadığımız finansal saldırının dış kaynaklı olduğunu her fırsatta söylemeye gerek yok. Çünkü ekonominin en kötü olduğu toplumlarda bile doların saniyede yüzde 10-15’lik artışını ülkenin iç finansal dengesine bağlamak mümkün olmaz. Öyle ki devletin bu tarz saldırılara karşı gerçekleştireceği tasarruf paketleri bu saldırılara karşı göğüs germenin birinci adımını oluşturuyor. Bunun başında da yapılması en kolay ve en büyük tasarruf hamlelerinden biri olan makam araçları konusunun geldiğini söyleyebiliriz.
Yapılan araştırmalara göre Fransa’nın 2 bin, İtalya’nın 29 bin 195, Türkiye’nin ise 115 bin toplam kamu araç filosu var. Makam aracı sayılarında ise durum şöyle; Fransa 322, İtalya 3 bin 68, Türkiye ise 417. İngiltere’de üst düzey hükümet yetkilileri için 90 araç bulunurken Belçika’da ise bu sayı 72 olarak gözümüze çarpıyor. Açıkçası bu sayılar Türkiye için epey fazla. Özellikle kamu araç filosu gerçekten hizmet amaçlı mı kullanılıyor sorusu da bir kenarda dururken daire başkanından tutun da, şeflere kadar kamu dairelerinde verilen araçların kişisel işler için de kullanılması vatandaşın gözüne çarpmıyor değil.
Aynı şekilde Maliye Bakanlığı’nın 2015 yılında yapmış olduğu açıklamaya göz atarsak, 96 bin 500 kamu aracının olduğundan bahsediliyor. Bu da bütçenin 3.3 milyar TL’sine denk düşüyormuş. Son üç senede neler değişti bilinmez ama bu sayının artmış olabileceğini tahmin etmek zor değil.
O nedenle Berat Albayrak’ın acil olarak kendi imzasıyla tüm kamu kurumlarından istemiş olduğu araç envanter listesini çok olumlu bulduğumu özellikle belirtmeliyim. Çünkü herhangi bir müdür ya da daire başkanı kamu aracına binmezse ülke olarak başımıza bir şey gelmez. Ya da fiyatı bir milyonu bulan araçlar yerine daha mütevazi araçlar bürokratlar tarafından kullanılırsa devlet itibarımızdan herhangi bir şey kaybolmaz. Hem bu durum vatandaş açısından devletin gerçekten tasarruf tedbirleri yaptığına dair ciddi bir inançta oluşturabilir. Hatta kamuya ait olan bu araçların her kamu dairesinde belli bir kotayla yakıt kullanılması o kotanın aşması durumunda kamu aracını kullanan kişinin cebinden ödeme yapması da güzel bir emsal oluşturabilir.
Sonuçta “aynı gemideyiz” diye başlayan cümlelerin en somut halini bu dönemlerde yaşayıp göreceğiz. En alt kademenin yediği yemeği yiyecek bir üst düzey kamu yetkilisi toplum tarafından da hoş karşılanacaktır. Ayrıca kemer sıkma politikası anlamında “önce devlet, sonra vatandaş” klişesi de hayat bulacaktır. Doğrusu Albayrak’ın bu uygulamasının hayata geçmesi demek gerçekten bu zor günleri atlatacağımızın da göstergesi. E pek tabi, hep birlikte…
Yargıtay’ın kararı doğru mu?
Geçenlerde gazetenin birinde okuduğum kadarıyla askerlik görevini yapmak için işinden ayrılanlar, Yargıtay kararıyla işe iade davası açamayacakmış. Sordum, soruşturdum, bir hukukçu şu açıklamaları yaptı:
1) Bu hukuk genel kurulu kararının son bedelli askerlik düzenlemesiyle ilişkisi yoktur. Bu, herhangi bir askerlik ödevi sebebiyle iş ilişkisini kendisi sona erdirenlerle ilgili bir karardır.
2) İş Kanunu’nda (madde 31) herhangi bir askerlik ödevi sebebiyle işten ayrılanlarla ilgili özel bir hüküm var:
“Herhangi bir askeri ve kanuni ödev dolayısıyla işinden ayrılan işçiler bu ödevin sona ermesinden başlayarak iki ay içinde işe girmek istedikleri takdirde işveren bunları eski işleri veya benzeri işlerde boş yer varsa derhal, yoksa boşalacak ilk işe başka isteklilere tercih ederek, o andaki şartlarla işe almak zorundadır. Aranan şartlar bulunduğu halde işveren iş sözleşmesi yapma yükümlülüğünü yerine getirmezse, işe alınma isteğinde bulunan eski işçiye üç aylık ücret tutarında tazminat öder.”
3) Kararda askere giderken istifa eden bir kişinin askerlik dönüşü açtığı işe iade davası söz konusudur. Bu durumda olanlar yukarıdaki kanun hükmünde açıkça yazıldığı gibi işe iade davası açamaz. İşverene başvurur. İşveren şartları olduğu halde bunlarla yeni sözleşme yapmazsa kişi tazminat davası açar. Ve haklı bulunması halinde kişiye çalıştığı sıradaki en son ücreti baz alınarak üç aylık tutarında tazminat ödenmesine karar verilir. Bu düzenleme yaklaşık 50 yıldır (1969’dan beri) iş kanunlarımız da vardır.
4) Ayrıca bu karar doğrudur: Çünkü bir işçinin işe iade davası açabilmesi için iş sözleşmesini işverenin feshetmesi gerekir (İş K m.18). Kararda açıkça belli olduğu üzere kişi askere gitmek için istifa etmiş yani iş sözleşmesini kendisi feshetmiştir, bu nedenle işe iade davası açamaz. Yerel mahkeme açıkça kanuna aykırı karar vermiş ve hatalı olarak direnmiştir. Kişi burada sadece üç aylık tazminat isteme hakkına sahiptir. Zaten kararda da bu hak vurgulanmıştır.
5) Mevcut bedelli düzenlemesinde 21 günlük eğitim süresince yükümlüler ücretsiz izinli sayılacaktır. Dolayısıyla iş sözleşmeleri askıya alınacak ancak iş ilişkileri devam edecektir. Döndüklerinde işe iade değil işe başlamaları söz konusu olacaktır.
6) Eğer işveren ücretsiz izinli sayılan bir çalışanı dönüşte işe başlatmazsa bu işveren feshi sayılacaktır. İşveren feshi olan veya sayılan durumlarda ise her çalışanın (diğer koşulları varsa) işe iade davası açma hakkı vardır.
7) Yukarıda açıklandığı gibi bedelli askerlik sebebiyle çalışanların istifa etmesi durumunda ise dönüşte işe iade davası açmaları söz konusu olamaz. Sadece döndükten sonra iki ay içinde yeniden işe girmek için başvururlar, eğer işveren koşulları olduğu halde işe almazsa o zaman üç aylık ücret tutarında tazminat davası açabilirler.
8) Bu nedenle son bedelli kanununda ücretsiz izin hakkı olduğu için bedelli hakkından yararlanacakların eğer işlerine dönmek istiyorlarsa istifa etmeleri lehlerine olmaz.
Konu hukuki olduğu için sekiz maddede durum bu şekilde. Bu konuyu gündeme getiriyorum çünkü an itibariyle 450 bin kişi bedelli askerlikten yararlanmak için başvurdu. Askerlik hizmetinden sonra kimse mağduriyet yaşamasın diye herkesin bilgilenmesinde fayda var. Olası mağduriyetler için de devlet gözünü dört açmalı…
Yerli kâğıt üretimi
Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi Başkanı Mahmut Bıyıklı haklı olduğuna inandığım şu açıklamaları yapmış: “Yayıncılar daha önce de birikmiş problemlerle boğuşurken ekonomik saldırılarla ağır bir darbe almış durumda. Kültür yayıncılığı yapan yayınevlerine bir defaya mahsus olmak üzere ekonomik destekte bulunulmalı fakat asıl yapılması gereken ve herkesin hemfikir olduğu konu yerli kâğıt üretimine acilen geçilmesidir.”
Bu açıklamayı gördüğüm gün marketin birinde dolaşırken bir top A4 kağıdının 20 TL’yi geçtiğini görmüş ve şok olmuştum. Çünkü geçen seneye göre bu artış yaklaşık 3 kat civarında. Dolayısıyla kâğıt gerek kamu gerek özel sektör tarafından kullanılan önemli ihtiyaç giderlerinden biri. Bu durum sürdürülebilir mi emin değilim ama yerli kâğıt üretimini düşünmekte fayda var.
Ayrıca şunu da eklemeden konuyu kapatmayayım, evet geçen seneye göre kağıt 3 kat zamlanmış ama bunun sebebi dolar mı yoksa fırsatçıların doları sebep olarak öne sunması mı… Devlet bu konuda gerekli gözlemi yapmalı.