Günümüz iş dünyasında faaliyet gösteren tüm iş ve işletmelerin özellikle üstünde durduğu bir kavram; "kurumsal hafıza". Kurum kültürünün üzerine bina edildiği temel diyebiliriz, inşaatçıların çok sevdiği tabirle; "subasman" (sous bassement) bir nevi.
Türk Sinemasının nadide örneklerinden “Dar Alanda Kısa Paslaşmalar” filminden hatırımızda kalan repliklerden “hayat, fena halde futbola benzer” klişesini doğrularcasına Başakşehir, Galatasaray ve Beşiktaş arasında yaşanan şampiyonluk yarışında da sahadaki mücadele ve futbol kadar belirleyici olan temel faktörlerden bir tanesi “kurumsal hafıza” farkı olacağa benziyor.
Son 10 haftaya girerken Başakşehir puan tablosunda, Galatasaray’ın 11 ve Beşiktaş’ın 13 puan önündeyken son dört hafta kala İstanbullu abilerine nasıl sobelendi sanıyorsunuz? (Beşiktaşlılar bile -Galatarasay ile bu haftaki maçı çok kritik önemde- Şampiyonluk rüyaları görmeye başladı.) Bu nasıl oldu?
1903 ve 1905 yıllarından beri yarışmanın içinde olan defalarca kazanan, defalarca kaybeden organizmalardan bahsediyoruz burada. Biraz klasik bir tabir olacak ama “Asırlık Çınar” tabiri tam bu müesseseler için söylenmiş. Neler görmüş geçirmişler, ne hüzünler, ne mutluluklar yaşamışlar koca çınarın altında, yapraklarının gölgesinde.
Diğer tarafta (İBFK) Başakşehir ise daha yolun başında. Şunun şurasında son dört-beş sezonda “kafaya” oynuyorlar. Doğru planlama ve konjonktürel sebeplerden de belli bir başarı elde ettikleri inkâr edilemez ama aması var işte. Oldukça kaliteli bir kadroya sahip olmaları, futbolu çok iyi bilen bir teknik direktörle çalışmalarına rağmen “camia” olmak başka bir şey, camia olabilmiş kulüplerle yarışmak başka bir şey.
Evlerinde oynadıkları son iki maçta da misafir seyircileri daha kalabalık ve organizeydi. Rize maçında berabere kalıp Göz-Göz’e mağlup olmaları maçın kırılma anlarında doğru reaksiyon verememelerinden oldu. Çünkü Göztepe de Rize de oldukça uzun zamandır bu maceraları yaşıyor ve bunlardan deneyim biriktiriyorlar. İzmir ve Rize’den binleri organize edip İstanbul’un bir ucuna yığmak bile bir kurumsal hafıza ve refleks gerektiriyor.
Boz Baykuşlar adı verilen (prematüre) bir girişimleri yok değil ama sağdan say on beş kişi, soldan say yirmi kişi. Tamam, seyirci baskısı olmaması bir avantaj belki ama seyircinin itmesine, desteğine de ihtiyaç duyuyor günümüzde takımlar. Seyirci olmayınca medya baskısı ve gazetelerin tiraj, TV’lerin rating kaygısı da olmadığı için boş-beleş muhabbetlere meze olmuyorsun belki ama günümüz amigo medyasında sesin de çıkmıyor, çıkamıyor. Yüz yıllık camialar böyle durumlarda, topyekûn harekete geçip, saha içi ve saha dışı bütün dinamiklerini seferber ederken sen daha lazım olduğunda VAR’a bile varamıyorsun!
Avrupa Kupalarına katıldın -hem de ön eleme oynamadan diyelim- ne olacak? Hangi statta kaç kişiye oynayacaksın ve farz et ki; grubunda Barcelona ve Borussia Dortmund var, Başakşehir Stadı’nda kaç “boz baykuş” olacak tribünde?
Geçen senelerde ülke puanını hiç düşünmeden hovardaca harcadığı temsil haklarını ne yapacağız Başakşehir’in? Hafta sonu ligde oynayacağı maçı önemseyip, formda santrforunu ve en formda oyun kurucusunu rotasyona alıp (acemilerle sahaya çıkıp) hediye ettiği puanlar daha tazedir hafızalarda Abdullah Hoca’nın.
Kurumsal hafıza da öyle üç sezonda beş sezonda oluşmuyor, ömürler lazım onun için. Kimi zaman düşüyor, kalkıyor ama yola devam ediyor büyükler. Bakınız Fenerbahçe! Daha ligde alınacak-verilecek 12 puan var ne olur bilinmez ama camia kenetli vaziyette, her maça full tribün, full destekle çıkıyorlar, kadro kalitesi kötü olduğu için yeniliyor, berabere kalıyor ama yola devam ediyorlar. Belki seneye şampiyonluğa oynayacak ve kötü sezon unutulup gidecek ama ezkaza Başakşehir küme düşse (daha önce düştü de) kimin umurunda olacak?
Velhâsıl kurumsal hafıza iyidir!
Trafik kazasında vefat eden Josef SURAL için Alanya Camiasına başsağlığı, kederli ailesine sabırlar dileriz. Toprağı bol olsun. (Lütfen uykuluyken araç kullanmayın)