İlk defa Emile DURKHEIM tarafından kullanılan "kolektif bilinç/kolektif şuur" tanımı; insanda, birey olarak ruhi hayata dair olayları aşan ve zümrenin ortak düşünce, istek ve heyecanlarını temsil eden ortak bilinci olarak ifade edilir.
Türk Futbolu diyebileceğimiz bir kavram varsa şu anda içinden geçilmekte olan süreci anlamak ve anlatmak için de bu değerli tanımın tam tersi ile (eskilerin çokça yaptığı), bir anlama biçimi olan “mefhum-u muhalifi”nden hareketle kolektif şuursuzluk durumu şeklinde söylemek mümkündür.
Federasyonun seçim süreçlerinden itibaren günümüze gelene değin yaşanan onlarca, yüzlerce tutarsız ve kuralsız olayı kısaca hatırlayacak olursak nasıl bir kolektif şuursuzluk halinin hem de histeri şeklinde yaşandığını görebiliriz.
3 Temmuz Komplosu döneminde ortalığı derleyip toplamak misyonu ile göreve getirilen federasyonun miadı aslında çoktan dolmuş olmasına rağmen; hem gündemin yoğunluğundan hem de yerine ikame edilecek daha güçlü ve organize bir yapı bulunamadığından bugünlere gelindi. (Ankara kulislerinde iştahlı birçok ismin adı geçiyor fakat henüz ilgili irade tarafından yeterli görülen olmadı anlaşılan.) Yeni kulüpler yasasının çıkmama sebeplerinden birisi de bu galiba
Federasyon ve kurulları tesis edilirken yaşanan pazarlıkların ve ehliyet/liyakat yerine farklı tercihlerin işlediği sistem düşünüldüğünde bu kadar şuursuzluğun kendiliğinden olamayacağı ortadadır. Hem Merkez Hakem Kurulu’nun yapısında tercih edilen kişilerin orijin ve algı ayarları, hem de Disiplin Kurulu ve Tahkim Kurulu’nun yıllardır kontenjanlı yapıdan kaynaklanan tutarsızlıkları, gelinen noktanın en bilinen sebeplerindendir. (Sakallı Celal’in dediği gibi; “bu kadar cehalet ancak eğitimle mümkündür”)
Naif ve romantik bir görüşe göre; Komplo Teorisi gibi yorumlanan birçok sonuç aslında kifayetsiz muhterislerin, durumdan vazife çıkarmak amacıyla yaptıkları yanlışlardan oluşmaktadır. Hakemlik algısı ve pozisyon bilgisi olarak yetersiz kişiler, ellerine düdük geçtiğinde bir hakkı bir taraftan alıp diğer tarafa vermekteler.
Ortalık mağdurdan geçilmiyor. Her hafta yeni yeni mağdurlar doğuyor. Genelde görece –gariban- Anadolu takımları yanında eskinin iri kıyım abilerine bile ince-ince, kalın-kalın doğramalar yapılabiliyor fütursuzca. Her hafta birileri çıkıp esiyor-gürlüyor ama aynı düzen devam ediyor.
-Mel GIBSON (Jerry FLETCHER) rolünde harika oynamıştı ama Komplo Teorisi bir film sonuçta. Orada yaşananlar da ancak casusluk işlerinde olacak şeyler. Bizimkisi altı üstü futbol gibi basit bir “enterteinment” işi- deyip geçmek mümkün ama işin içinde dönen parayı ve bütçeleri düşününce “neden olmasın ?” kurdu düşüyor insanın içine. (bu görüşler de karamsar realistlerin savı)
Yayıncı kuruluş 2016’dan beri yıllık naklen yayın ücreti olarak 500 Milyon Dolar civarı para ödüyor futbolun bileşenlerine. TFF’nin alınan puan karşılığı yaptığı bir ödeme var ayrıca. Bunların yanında Spor Toto ve İddaa’dan alınan isim hakları da bütçelerde yer alıyor. Stadyum ve formalara alınan reklamlar, internet siteleri ve youtube kanallarına verilen reklamlar derken çok ciddi bir ekonomiden bahsediyoruz. Tuğrul AKŞAR’ın Futbol Ekonomisi sitesindeki veriye göre 700 Milyon €uroluk bir pasta var ve herkes bu pastadan bir parmak daha fazla nasıl “götürürüm” derdinde olunca da bu türden sıkıntılarda Komplo Teorisi film olmaktan çıkıp, “acaba” oluyor.
Zurnanın en çok zırt dediği yer ise hakemler. Hakemler uzun zamandır formsuz ve standartsız. Meslek içi eğitimleri ve kariyer gelişimleri Avrupa standartlarının oldukça altında. (Bu konuya daha uzun süre devam ederiz en iyisi bu hafta burada kalalım da fincancı katırlarını ürkütmeyelim.)
Bu toprakların havasından mıdır? suyundan mıdır? Koşan futbolcu koşmaz oluyor, kırmızı kart görmeyen kırmızı karta abone oluyor, Avrupa’nın Elitê Hakemi sıradanlaşıyor, holding patronu işi gücü bırakıp ya federasyon başkanı ya da kulüp başkanı oluyor, hiçbir şey olması gerektiği olmuyor.
Ondan sonra da başlık atıyoruz kolektif şuursuzluk diye! Hepimize hayırlı ve bol şuurlu haftalar dilerim.