Afetleri önleme konusundaki eksiklerimizle birlikte afetler ve olaylar sonrasında tüm gücümüzle yaraları sarıyoruz bunu da inkar etmeyelim!
Hepimizin kalbi İzmir ile yandı! Yaşanan deprem sebebiyle yitip giden canlara ve yıkılan evlerin altında kalan hayallere, hayatlara, umutlara ekranlardan şahitlik ettik! Doğal afetlerle yaşamak zorunda olan bir ülke olmamıza rağmen önleme ve zarar etkisini azaltma konusunda halâ istenen seviyede değiliz farkında mısınız? Her olay sonrası ekranlar, sokaklar, kahveler kısaca bilen bilmeyen herkes acılar üzerinden analizlere koyuluyor... Ağlıyoruz, yüreğimiz yanıyor, susuyoruz! Üç beş gün sonra ise her şey saman alevi misali unutuluyor ve acının külleri esintilere üflenip gidiyor...
Afetleri önleme konusundaki eksiklerimizle birlikte afetler ve olaylar sonrasında tüm gücümüzle yaraları sarıyoruz bunu da inkar etmeyelim! Bu konuda etkili olan iki dinamik güce sahibiz. Birincisi Anadolu Kültürü’nün genlerimize aşıladığı yardımlaşma ve merhamet duyguları, ikincisi de son yıllarda öne çıkan ‘güçlü devlet yapısı’... 1999 İstanbul Depremi’ni hatırlıyorum! Deprem alanlarına ulaşılamadı! On binlerce insan öldü! Güçlü devlet yapısı elbette önemli fakat bizler bu gücü afetleri önleme konusunda da etkili bir şekilde görmek istiyoruz artık!
Gelelim acının son adresi İzmir’e... Ömrümün çoğunun geçtiği şehir İzmir. Adım adım, nefes nefes, aşkla severim ve bilirim... Yıllar önce İzmir’den çıksam da sık sık giderim ilk göz ağrıma. Son yıllarda her gidişimde hüsranla döndüğümü fark ettim İzmir’den... Hatta birkaç hafta önce yine oradaydım, fakat çok enteresan nefes alamadığımı, mutlu olmadığımı hissettim ve planladığımdan daha erken döndüm İzmir’den! Sadece İzmir’den değil elbette! Bodrum’dan, Muğla’dan, Aydın’dan kısaca Ege’mden her geçen gün koptuğumu fark etmiştim... Her dönüş sonrası da kaleme döktüm geçmişte buram buram nergis ve hanımelinin eşlik ettiği imbat kokulu İzmir sokaklarına yapılan ihaneti!
Geçtiğimiz gün yaşanan İzmir depremi ile o yazılar bir bir aklıma geldi... 3 Ekim 2018’de kaleme aldığım bir yazımdan bir bölümü şimdi sizinle paylaşmak istiyorum:
“Sevmek böyle bir şey işte. Ayrı kalsanız da yüreğinizde en güzel ve en özel yerde durur, merak edersiniz, fırsat buldukça görmek istersiniz, gözünüz gibi koruyup büyük değer verirsiniz, güvenli ellere emanet etmek istersiniz ve ona ihanet edeni hiç affetmezsiniz! İşte bu bende gördüğüm viranelikler karşısında İzmir’e vefasızlık edenleri hiç ama hiç affetmiyorum, affetmeyeceğim! Ülkenin bunca değişimine rağmen İzmir hangi yolları kat etti derseniz; KOCA KOCA hayal kırıklığı derim!
Ege’nin hatta Türkiye’nin incisi olan İzmir hayalet ve harabe bir şehir oldu çıktı. Hizmet edilmesini geçtim bari olanı korusaydınız be mübarekler! Geçmişe dair tüm anılarımız yakılmış ve külleri güzelim şehrin üzerine serpilmiş gibi... Mat, tozlu, harabe, cansız, ruhsuz, mutsuz, tatsız, geçmişin küllerine hapsedilmiş İzmir...”
Evet böyle demiştim tam iki yıl önce! Ve ne İzmir ne de İzmirli körü körüne ideolojiden kurtulup bir adım öne taşıyamamıştı dünyanın gözbebeği bu şehri. Tam aksine harabeleşmişti koca şehir! Bu şiddette bir deprem ile bu kadar yıkım, ölüm, zulüm olur mu Allah aşkına? İzmirli her konuda koyduğu bilinçli tavrını belediyecilik hizmetlerinde de koysaydı ya! Hani İzmir’in Dağlarında çiçekleri açtıracaktık elbirliğiyle? Şimdi elimizdeki ve yüreklerdeki ömürlük acılarla hepimiz suskunuz! İzmir’in Dağlarındaki çiçekleri bırakın da enkaz altından çıkan cesetlerle solan fidanları izliyoruz ekranlardan! Gerçeklerimizle bile yüzleşemiyoruz artık! Şimdi çok kızgın, çok kırgın ve çok üzgünüm şehrim adına. Dostlarım, komşularım, akrabalarım, koşup oynadığım sokaklar adına çok kızgınım! Ve dualarım onlar adına... Çünkü bataklığa, deniz dolgularına, dere yataklarına temelsiz ve denetimsiz çürük yapılar konduranları ve izin verenleri izliyorum ekranlardan! Hiçbir kabahatleri yokmuş gibi ahkâm kesmeye ve ellerindeki kanı sağa sola sürmeye devam ediyorlar pişkince! Kim bilir üç beş gün sonra hiçbir şey olmamış gibi caddelerde, plajlarda, eğlence mekanlarında, barlarda ‘İzmir’in Dağlarında Çiçekler Açar’ demeye yeniden başlarlar!