Korku filminin sonu ne olur, hala net bir yorum yapacak durumda değiliz.
Yazacaklarımızı, olabildiğince koronavirüsten söz etmeden yazalım diye bilgisayar başına geçiyoruz ama, yazacak farklı birşeylerin olmadığını da görebiliyoruz.
Neyi yazalım; birkaç gündür Ankara’da Barolar Kanunu üzerindeki yeni düzenlemelerle ilgili, hem Ankara sokaklarında hem de TBMM’de yaşananları yazmak hiç de içimden gelmiyor. Sonucu neredeyse belli olan bir konuda ne yorum yapabilirim ki. Bir de, yeni gelişme olarak, Danıştay’dan Ayasofya ile ilgili çikan karar ve onunla ilgili gelişen durum var. Nereye bakarsak bakalım karşımıza çıkan konular bunlar. Yazmak için geriye sadece bu konularda kişisel yorumlar yapmak kalıyor ki, onu da ben yazmak istemiyorum.
Aslında, hala tepemizde dolaşan, koronaviriüs salgını ve yarattığı endişenin yansımalarından oluşan korku tünelinde aklımıza takılı kalanlar var.
Korku filminin sonu ne olur, hala net bir yorum yapacak durumda değiliz.
Filminin başlangıçına yerleştireceğimiz o ilk görüntülerle, günümüzda yaşananlar arasında pek de fazla fark yok gibi. Hala olayın ciddiyetini kavrayamayan acemi bir senaristin canlandırmaya çalıştığı sahnelerin oluşturduğu o filmin sonunu beklediğimiz aşamadayız. Açıklanan vaka sayılarında, 15 ile 25 arasına gidip gelen koronavirüsten kaybettiklerimizin haberlerinin kafamızda dans ettiği yerdeyiz.. Doluya koysak almıyor, boşa koysak dolmuyor.
Salgının geleceği ile ilgili yapılan tahminlerde de nerede olduğumuz konusunda çok da net bir yansıma göremiyoruz. Anadolu’nun bazı bölgelerinde artan vaka sayılarının endişe yaratacak seviyelerde olduğu haberlerini alıyoruz. Özellikle, Güneydoğu Anadolu’nun bazı illerinde, zaman zaman karantinaya alınan bölgelerinin olduğu haberlerini duyuyoruz.
İstanbul’un bazı ilçelerinden de bazı olumsuzlukların yaşandığı bir ortamda, aklımızın başka şeylere yönelmesi mümkün değil gibi görünüyor.
Geçtiğimiz hafta; “Gerçekle yüzleşmek vaktidir!” başlığı altında yazdığım yazının bir bölümünde şunlar vardı. Baktığımda o yazdıklarımın özetinden pek de ileriye gidememişiz.
Şöyle demişiz;
“Mayıs, korku filminin en etkin olduğu dönemdi.
Mayıs sonu, haziran başı; bu dönemin en akılda kalan zamanıdır. Korku artık bir film olmakta çıkmış gerçek yaşamın içindeki bir serüvenin yansımasıydı.
Bu salgın eski yaşananlara benzemiyordu. Çok zor ve toplu bir mücadele gerektiriyordu. Bunu tüm dünya ve bizler geç de olsa anlamıştık. Yapılması gerekenleri yapmalıydık ve yapılması gerekenler, yapıldı, yapılıyor da. Başta Sağık Bakanlığımız ve Bilim Kurulumuz ellerinden geleni yapmaya çalışıyorlar.
Bu süreçle ilgili olarak, salgının başladığından beri birçok yazı yazdım. Süreci olabildiğince takip etmeye çalıştım. Yaşanan travmadan, vatandaş olarak nasibimize düşeni yaşadık hala da yaşıyoruz. Yaşadığımız travmadan kurtulalım, kendimizi tedavi edelim. Ancak; “normale döndük” kolaycılığına düşmeyelim ama, alışkanlık haline gelen, üzerimize çöreklenen korku filminin yoğun etkisinden de tez kurtulalım.”
Evet geçen hafta attığımız başlıkta anlatmak istediklerimizden pek de ileri gidememişiz. Gazete ve televizyon haberlerine yansıyan görüntülerden “Gerçeklerle yüzleşme vakti”nin geldiğini ivedilikle kavramalıyız. Hala, aylardır üzerine basa basa söylenen, vurgulanan; “Dikkat edelim; sosyal mesafeyi koruyalım, yakın temastan kaçınalım, maskesiz sokağa çıkmayalım, çıktığımızda da, kalabalık ortamlardan uzak duralım.” ikazlarının en çok tekrarlandığı yerdeysek, salgının başladığı günlerden beri durumu kavrama adına kayda değer yol alamamışız demektir.
Görünen o ki; sokağa çıkma kısıtılama önlemlerinin olduğu o günleri arar durumdayız. İstanbul’da dışarı çıkıp dolaştığınızda; maskesiz sokaklara çıkanların, maskelerini çenelerine takıp yeni moda yaratanların, yakın temastan kaçınmayanların, kalabalık ortamlardan uzak duralım ikazlarını hiçe sayanların çoğunlukta olduğunu görebiliyoruz. Sahiller, parklar, pazarlar, caddelerden yansıyan “normal yaşam” görüntülerinin mutlaka önlenmesi gerekiyor.
Maskemizi doğru takalım, sosyal mesafeye dikkat edelim ve olabildiğince kalabalık ortamlardan uzak duralım, düğün-dernek, kutlama ve eğlence toplantılarımızı bir süre daha erteleyelim..
Çok uğraştık, emeklerimiz boşa gitmesin.