Geride bıraktığımız kasım ayına tarihte baktığımızda, çok yoğun ve toplumların geleceklerini etkileyen hatta değiştiren olaylara sahne olduğunu fark ediyoruz ..
Geride bıraktığımız kasım ayına tarihte baktığımızda, çok yoğun ve toplumların geleceklerini etkileyen hatta değiştiren olaylara sahne olduğunu fark ediyoruz ..
Sembolik bir sona ermenin işareti, tabiatın yeni bir döngüye girdiği, dolayısıyla hüznün yoğunlaştığı kasım ayında insanlığı derinden etkileyen ve geleceklerini yeniden şekillendiren büyük olayların bazıları hatırlandığında; başta dünyayı derinden etkileyen siyasi/sosyal olay olarak miladi takvime göre 07 Kasım 1917’de ortaya çıkan St. Petersburg Rus ihtilalini görüyoruz. Şöyle ki, Osmanlıların daha önce yapmış oldukları takvim düzenlemesiyle dünya ile uyumlarına karşılık Ruslar Gregoryen usulüne göre yürüyen Jülyan miladi takvimi uygulamasında ısrar ettiklerinden bu takvimin 25 Ekim günü gerçekleşen ihtilalleri de bu nedenle Ekim ihtilali olarak anılmaktadır… O günlere kadar insanlığın yaşadığı en büyük felaket, büyük değişimlere yol açan ve yakın çevremizde sebebiyet verdiği dertlerin hala, artarak devam ettiği I. Cihan Harbi 11 Kasım 1918’de sona ermiştir. Bolşeviklerin ilhaksız – tazminatsız barış talepleri neticesi, Osmanlı topraklarında memnuniyet ile karşılanmış ve sonuçta büyük Harp öncesinden işgal altında olan doğu vilayetlerimizin kurtuluşu temin edilebilmiş, hatta Azerbaycan’ın istiklaline kavuşması dahi sağlanabilmiştir…
1 Kasım 1954 Cezayir’in bağımsızlık mücadelesinin başlangıç tarihi
Ne yazık ki BM Genel Kurulunda 1958’de konu ile ilgili yapılan oylamada Türkiye Cumhuriyeti’nin çekimser oy kullanmış olması o günlerden kalan kötü bir hatıradır. İşin ilginç tarafı o dönemde muhalefetteki CHP’ye yakın Ulus ve iktidara yakın Zafer ve diğer gazetelerde hükümetin NATO üyeliği, Fransa müttefikliği veya Nasır aleyhtarlığı temelindeki politikalarının desteklenmiş olduğudur. Kasım ayını incelemeye devam ettiğimizde 16 Kasım 1869 Süveyş Kanalının açılışı, 16 Kasım 1945’te ise UNESCO’nun kuruluşunu ve 22 Kasım 1963’te Başkan Kennedy’nin suikasta kurban olduğu gibi önemli bazı olayları sıralayabiliriz..
Kendi yakın tarihimize baktığımızda ise yine çok önemli olayların bu ay içerisinde gerçekleşmiş olduğunu görmekteyiz: 10 Kasım 1938 günü Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün dünyaya veda ettiği gün, Türk toplumunun çoğunluğu bunca yıl sonra dahi Milli Mücadele’nin ve Cumhuriyet’in kurucu liderinin yaşamının bir müddet daha devamı halinde, takip eden nesillere olumlu yönde bambaşka bir Türkiye kalabilmiş olacağı yönünde hemfikirdir.. Modernleşme devri olarak bilinen dönemin başlangıcı 3 Kasım 1839 tarihinde Gülhane Hatt-ı Hümayun’u ilanı, 13 Kasım 1918 itilaf devletleri donanmasının İstanbul’a girişi ve işgalin başlangıcı. 17 Kasım 1922 ise altı yüz yıllık şerefli Osmanlı Hanedanının reisi Sultan Vahidettin Han’ın kendisine göre kardeş kıyımını önlemek gerekçesiyle ve geçici olarak Memleketi terk tarihi… Yeni Türk alfabesinin kabulü, GAP idaresinin kuruluşu ve Cumhuriyet döneminin sıkıntılarından biri olan (1942) 4305 sayılı Varlık Vergisi kanununun kabulü gibi bir çok olay bu ay içerisinde yaşanmış… Düşündürücü olan bir diğer olay ise 28 Kasım 1912 tarihindeki Arnavutluk istiklalinin ilanıdır, hele de bugün Berlin Process sonrası AB’nin Balkanlara artan ilgisi ve bilhassa Avusturya’nın yeni Başbakanının daha Dışişleri Bakanı iken vermeye başladığı, özellikle Türkiye’ye yörede gösterilen teveccüh ile ilgili çok olumsuz beyanatlar izlendiğinde vahim işaretlere rastlanmakta ve geçen asrın başındaki Orta Avrupa cenahının tutumları ile inanılmaz benzerlikler taşıdığı görülmektedir. Son yıllar itibarıyla Balkanlar coğrafyasında Türkiye’nin en önemli müttefikleri iş birliği ve dostluğun artarak devam ettiği Bosna Hersek, Makedonya, Arnavutluk ve Kosova devletleridir. Avrupa’nın en eski otokton halkı İlirya ve Epirin ahalisi Arnavutların izlerine çok eski dönemlerden beri rastlıyoruz; Roma’nın Arnavut kökenli İmparatoru Aurelion, şehrimize Konstantiniyye ismini veren Doğu Roma kurucusu I. Konstantin, hukuk reformlarıyla tanınan Justinianus gibi zamanın büyük imparatorluk düzeninde önemli konumlarda bulundukları bilinir. Son zamanlarına kadar ise Devlet i Ali’nin değişik yönetim kadrolarında yer aldıkları, komutanlık, ulema sınıfı yanı sıra sadrazam sıfatı ile otuz küsur Arnavut kökenli şahsın hizmetleri ve de 93 harbi sonrası Balkanlarda kalan Arnavut ahalinin çoğunluğunun Payitaht’a manevi bağlarının sürdüğü, şecaat ve sadakatleri hakkındaki kuvvetli kanaate sahip II. Abdülhamid Han döneminde ki Zuhaf birlikleri ve Arnavut taburları hala hatırlanır. Ali Sami Yen Beyin babası Şemsettin Sami’nin (Fraşer) ilk Türkçe ansiklopedisi Kamus – ül Alam ve ilk modern lugatımız Kamus- ı Türki’nin kültürümüze, dilimize önemli katkıları unutulmaz. Peki bu 28 Kasım ayrılığına nasıl varıldı? Talat Paşa’nın, Fırkasının önemli isimlerinin ve diğer Arnavut asıllı Meclis-i Mebusan azalarının defalarca kendisine gelerek Balkanlarda son kalan Osmanlı toprağındaki devletin memurlarından kaynaklanan idari sıkıntıları, toplumları üzerindeki uluslararası etkinin yoğunluğunu izah ettiklerini ve kuzeyli Sünni Arnavutların yönetimin isteği doğrultusunda Arabi alfabenin devamını onaylamalarına karşın güneyli Bektaşi Arnavutların Latin harflerini kullanma arzuları ve anadilde eğitim hususlarının halledilmesi neticesi bağlılığın devam edeceğini beyan ettiklerini anlattığı söylenir. O günlerde artık II. Abdülhamid Han devrinde kalan Balkanlar için eski denge politikasının cari olduğu bir vasat çoktandır ortadan kalkmış olduğundan ve her halde nispeten tecrübe eksikliği yaşayan yeni yönetimin bütün iyi niyet ve heyecanına rağmen vahameti kavrayamadığı sonraki üzüntülü anlatımlardan sezilmektedir. Ayrıca, sonraları da isminden epey bahsedilen Büyük Britanya vatandaşı ve Parlamento azası Aubrey Herbert’in “Ben Kendim” isimli otobiyografisinden Arnavutluk’un kuruluşuna ve tanınmasına katkılarını hayretle takip edebiliyoruz ve hatta kendisine bu nedenle Arnavutluk tahtının teklif edildiğini de öğreniyoruz, Mısır’da fahri konsolos sıfatıyla bulunan ağabeyi Lord Caernarvon gibi Osmanlı topraklarının hemen tamamını gezen, İslam’a hayran (!) bu şahıs Arnavutça Arapça dahil birçok lisana vakıftı. Ne ilginçtir ki şahıslar geçip gidiyor, tarih mecrasında akmaya devam ediyor fakat bu tarz yeni gönüllü şahısların varlıkları ve faaliyetleri değişmiyor, nedense? Beka sorunu yaşayan köklü devletin, idari sorunları kavrayamaması Devlet i Ali Osmani içerisinde inanç farklılığı pek olmaksızın müreffeh yaşadığına inanılan ve hiçbir zaman etnik sebeple silah doğrultmamış olan Arnavutların diğer Balkan halklarından farklılığına güvenilmesi neticesi ulaşılan son bugün Balkanlarda terk edilmişliğin üzüntüsünü çeken toplumlar hafızasında bunca zamana rağmen hala yaşamaktadır. İşte bu 28 Kasım 1912 tarihinde 83 delege tarafından bağımsızlık ve devam eden Balkan savaşında tarafsızlık ilan edildi. Tabii bu uzaklaşma diğer yörelerdeki gibi öyle pek kolay olmadı, hatta bayağı sancılı uzun süreç yaşandı Arnavutluk’ta karışıklıklar kolay dinmedi, hatta bu yeni taht için önerilen adaylar hep Osmanlı idiler, diğerleri toplum tarafından kabul görmedi. 1925’te Cumhuriyet rejimi ve Cumhurbaşkanı Ahmet Zogu yılları ve üç yıl sonrada Zogunun krallık dönemi başladı. Aralık 1945’te Enver Hoca idaresinde Arnavutluk Halk Cumhuriyeti kuruldu ve zamanın bazı komünist görüşlerine göre de bu sistemin en sıkı uygulandığı (!) ülke sıfatını kazandı, gün geldi küçüklüğüne rağmen gururla Sovyetlere dahi kafa tuttu, Avrupa’da Çin ile ittifak yapan ilk ülke oldu. Sonuçta Arnavut halkı akla hayale gelemeyecek uzun ıstıraplı yıllar yaşamış oldu… Yüz yılı aşkın bir süredir, asırlardır bünyesinde önemli Arnavut kökenli nüfusa sahip Türkiye ile ilişkileri tarihi bağlar unutulmaksızın hiç kesilmedi, sadece bir dönem rejim nedeniyle biraz mesafeli oldu. Bugün ise ilişkiler her düzeyde artarak devam etmektedir…