12 Eylül 1980 Askeri Darbesi esnasında yurt dışında idik.
O zamanlar; baskı altındaki bir kısmı ile istekli taraftarlığı söz konusu olan diğer kısmıyla birlikte Türkiye basın yayın organlarının hemen tamamının antidemokratik müdahaleyi onaylayıcı ve yüceltici etkileri neticesi maalesef halkın çoğunluğu bir huzur döneminin başladığı yanılgısını yaşadığı günlerde darbenin sosyal deprem etkilerinin uzun yıllar onarılamayacağı ve onarılamaz yıkıcı etkilerinin endişe, üzüntüsü içerisinde Ülkeyi ele geçiren Darbe yönetimine karşı neler yapılabilir arayışı başladı. Paris’te ortağı ve çalışanı olduğum hukuk müessesesi çerçevesinde, girişimlerimiz sırasında Fas, İran ve benzer diğer ülkelerde de siyasi davalarla ilgili hukukçularla görüştük, yaptığımız araştırmalar sonucu da 1957 yılında Fransa ve Türkiye arasında imzalanmış olan, bir nevi adli yardımlaşma antlaşmasının belgelerine ulaştık bu sözleşme bize müdahil olma imkanı tanımakla birlikte geçerli olması için tarafların Millet Meclisleri onayına sunulmamış olduğundan yürürlüğe girememiş bir belge niteliğinde idi.
O sıralar yazıhanemize Fransa’da çalışan vatandaşlarımızın hukuki sorunları ile ilgili danışmak için gelen Türk Federasyonu Fransa temsilcisi Lütfü bey ile de Türkiye’nin ahvalini konuşur idik. Neticede; Ankara, Çankırı, Kastamonu İlleri Sıkıyönetim Komutanlığı Evrak No: 1980/7040, Esas No: 1980/7040, Karar No: 1981/600 sayılı altı askeri savcı tarafından hazırlanmış İddianame (M.H.P. ve Ülkücü Kuruluşlar) 29.04.1981 tarihinde sonlandırılarak 587 sanık hakkında kamu davası açıldı. Bu gelişme üzerine Lütfü bey bizlere bu davanın avukatlığını üstlenmemizi teklif ettiğinde; teknik olarak zor olacağını fakat mağdurlar lehine faydalı bir girişim yolunun tarafımızdan bulunması için çalışıldığını kendisine belirttim. Akabinde tanınmış ceza avukatlarının katıldığı gönüllü bir çalışma gurubu oluşturduk, çalışmalarımızı hızlandırdık ve M.H.P. davasını izleme kararı aldık. Bu gurupta; Alain Beaumier, Olivier Metzner, Mario Stasi (Paris Baro Başkanı, Bakan Stasi’nin kardeşi) ve François Veil (Bakan ve Avrupa Parlamentosu Başkanı Simone Veil’in oğlu) bulunuyordu. Hiçbir maddi saik gözetmeksizin salt demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü prensipleri doğrultusunda, mesailerinin çoğun zamanını bu davaya ayıran arkadaşlarımı her daim minnetle hatırlayacağım. Türkiye’deki Askeri Darbe Yönetiminin bizlerin bu girişimleri neticesi tutumunun ne olacağı hususu da o günlerde bir bilinmez idi. Benim vatandaşı olarak sıkıntılı dönemden geçen Memleketim için riskleri önemsemeyip göz ardı etmem olağandır, fakat kariyerlerinin en üst düzeyine ulaşmış bir diğer ülke vatandaşlarının, çevremizde artarak ve abartılı dillendirilen riskleri göze almış olmaları ise tebrike şayandır.
Sonuçta; M.H.P davasının 19 Ağustos’ta Ankara’da görüşülmeye başlanacağı ilan edildi. Bunun üzerine Parlamentosu fesih edilmiş bir ülkenin vatandaşı olarak Dünya Parlamentolar Birliği Başkanlığı ile görüşmek için Cenevre’ye gittim, uzun görüşmeler neticesinde her türlü girişimimizin Birlik tarafından destekleneceğini belirten tevsik yazısı ile Paris’e döndüm. Ertesi gün Stasi ile birlikte Avrupa Konseyi Başkanlığı ile görüşmek üzere Strasbourg’a ulaştık, birkaç gün süren görüşmeler neticesi Türkiye’deki siyasi davaları Avrupa Konseyi namına izlememiz ve hareket etmemiz teklif edildi, bu doğrultuda ki bir nevi vekaletname yazısı da Konsey Başkanlığı tarafından bize teslim edildi. Benzer uluslararası kuruluşlar ile çalışma görüşmeleri sonrasında 19 Ağustos günü Mahkeme salonunda hazır olmayı kararlaştırdık, iletişim bilgilerine ulaşabildiğimiz savunma avukatları vasıtasıyla iddianamenin ilk sıralarındaki sanıklara niyetimizi bildirdik ve nezaketen de onaylarını talep ettik. Gelen olumlu haber neticesi temin ettiğimiz kaynaklar ile biletlerimizi aldık ve Büyük Ankara Otelinde odalarımızı ayırttık.
Askeri yönetimin tepkisini ölçmek amacıyla ben 15 Ağustos günü İstanbul’a vardım, ertesi sabahta Ankara’ya hareket ettim Havaalanında kendisini tanıtan Tuğrul Türkeş beni karşıladı yanında da Akkan Suver isimli bir gazeteci var idi. Otelde Şahabettin Homriş başkanlığında gelen savunma avukatlarının bir kısmıyla uzun bir değerlendirme toplantısı yaptık. Ertesi gün, 17 Ağustos sabahı diğer üç arkadaşımız Paris’ten gelerek bana katıldılar. Hemen randevularımızı alarak aynı gün, önce Anıtkabir’i ziyarete gittik, bize A protokolü uygulamışlar Ağustos sıcağında Aslanlı yolu yürüyüp kabre ulaştık, saygı duruşu sonrası deftere bir şeyler yazmam istendi; demokrasi, hak hukuk gibi konuları içeren yazı ile yerine getirdik. Sonra Adalet Bakanını ziyaret ettik, kendisini Avrupa Konseyinin vekaleti, 1957 tarihli sözleşme ve amacımız hakkında bilgilendirdik ve de Davaları takip edebilmek için Bakanlık izni talebimizi içeren yazımızı sunduk. Hoş geldiğimizi fakat davaları izlememizin imkansızlığı bizlere anlatıldı. Gece savunma avukatları ile uzun bir toplantı yaparak 945 sayfalık iddianame içeriğini inceledik. Ertesi günü Ankara Sıkıyönetim Komutanının ziyaretine gittik ve nedenini izah ettik kendileri Türkiye’de ne işimizin olduğunu, kendilerinin Devlet adına kararlarına karşı bir duruş sergilemekte olduğumuzu ve dolayısıyla risklerinin farkında olup olmadığımızı sordu, bilgilendirme ve talebimizi yineledik, cevap yine aynı; Mahkeme salonuna girişimize izin yok! Benzer ziyaretler sonrası gece yine savunma avukatları ile buluştuk. Ertesi sabah, 19 Ağustos’ta saat 07.00 civarı Mahkemenin yapılacağı spor salonunun bulunduğu Mamak’ta ki Askeri Birliğin Nizamiye kapısından içeri girmemize izin yok! Bir–iki saat süren tartışmalar ve münakaşalar neticesi her ne olduysa izin verildi ve bir araç ile bizleri salona götürdüler. Salona girdiğimizde sağ tarafımızda hepsinin saçları kazınmış idam istemiyle yargılanacak olan 587 sanığın, ön sıra hariç çoğunluğu, sol tarafta mahkeme heyetinin yüksek kürsüsü, girişin solunda müdahil avukatlar bölümü, karşıda ise çok kalabalık müdafaa avukatları bölümü. Müdahil avukatlar bölümünde boş yerler olduğunu gördük ve de işlevimiz açısından orada oturmamızın daha uygun olacağını düşünürken aniden bir hanımın işte faşistlerin avukatları faşistler geldi diye ayağa kalkarak bağırdığını duyduk meğerse kendisi DİSK Başkanı Kemal Türkler’in eşi imiş! Arkadaşlarım sorduğunda anlattık kendileri de yahu biz sosyal demokrat cenahtanız diye şaşırdılar, savunma avukatları bizleri yanlarına davet ettiler hatta yaşlı başlı beyler yere veya çantaları üzerine oturarak bize yerlerini verdiler. Avukatlar arasında Babam Nuri Eroğan’ı da gördüm Alpaslan Türkeş Beyin vekili imiş, kendisi 12 Eylül öncesi MHP İstanbul son İl Başkanı olduğundan geçirdiği sıkıntılı sorgu sual dönemi nedeniyle bu girişimimizden kendisine hiç bahsetmemiş idim, şüphesiz kendisi haberdar olmuştur, daha sonraları da Mahkeme Savcısının talebiyle hakkında Sıkıyönetim Mahkemesinde dava açıldığını ve hapse mahkum olduğunu üzüntüyle öğrendim. Mahkeme heyeti kürsüde yerini aldı ve salona ilk sıradaki sanıklar alındılar o esnada sanıkların hepsi ayağa kalkarak İstiklal Marşı okumaya başladılar tabii ki mahkeme heyeti de saygı duruşuna geçti, duruşmalar başladı. Bir müddet sonra Mahkeme Savcısı Nurettin Soyer söz alarak Mahkeme Başkanına hitaben müdafaa avukatları arasında sivil kıyafetli şahısların bulunduğunu ve salondan çıkartılarak işlem yapılmasını talep etti. Söz alarak hukukçuların meslektaşları ile birlikte bulunma hakkına sahip olduğunu, uluslararası sözleşmelerden falan bahsettim. Savcı bey bu kez daha sert bir ifadeyle talebini yineledi. Bunun üzerine varışımızdan itibaren idam ile yargılanan sanıkların bizleri seyrettiğini gördüğümden umutlarının kırılmaması amacıyla Başkandan bize salonda yer gösterilmesini talep ettiğimde dinleyiciler arasında yer gösterdi. Öğle tatili esnasında arkadaşlarımın zarar görmemesi için tedbiren bir şekilde ulaştığım Çankaya Köşkü’nün telefon numarasını salonun önündeki kabinden arayıp Konsey Başkanı Evren Paşa’dan randevu talep ettim, tabii ki hiçbir buluşma olmadı. Akşam çevremizde oluşan sert tutumun arttığını görerek Ankara’dan İstanbul’a hareket etme kararı aldık. Bu seyahat esnasında en dikkat ettiğimiz husus her türlü masrafın tarafımızdan karşılanması idi. Nitekim makam ziyaretleri sırasında da bu masrafların karşılanması hususunda ısrarlı sorular ile karşılaşmış idik. Bizler bu denli hassasiyet göstermemize rağmen Ankara Otelinde ayrılacağımız sıra bir sebeple resepsiyon önünden ayrıldığımı fırsat bilen ve geldiğimizden beri çevremizde dolaşarak tedirginliğe yol açan Akkan Suver isimli şahıs, arkadaşlarımızın otel konaklama bedellerini yardımcı olmak bahanesiyle kendilerinden alarak ödemeyi yapmak için gittiğini öğrendiğimde kendisini otel müdürünün odasında ve adına da faturanın kesilmiş olduğunu gördüğümde düzelttirmek için uğraştık. Fakat bir kere ödeme bu şahıs tarafından yapılmış gibi kayda geçmiş idi. Bunun sebebini o günlerde anlayamamış sadece işgüzarlık olabileceğini düşünmüştük! Daha sonraları Türkiye gazetelerinden Türk parasını koruma kanununa muhalefetten kendisi hakkında soruşturma açıldığını öğrendik. İstanbul’da bazı önemli anayasa hukukçuları ile görüştük ve gazetelerde bizden epey bir bahsedildiğini fark ettik. Yine ayrı saatlerde Paris’e döndük, ben arkadaşları yolcu ettikten daha sonra yola çıktım ve Yeşilköy havaalanında Ömer Erdoğan isimli şahsı anons ettiklerini duydum. Kontrolden geçer iken bir kurmay binbaşı ha bu aradığımız şahıs değil bu Eroğan’mış dedi ve uçağa geçtik, sonradan öğrendim ki hakkımda yanımda yayınlanmış ve artık gizliliği kalmamış iddianame olduğu gerekçesiyle tutuklama kararı çıkartılmış. Hemen detaylı raporlarımızı hazırlayarak Avrupa Konseyine sunduk. Önerilerimiz arasındaki adil yargılama ile ilgili bazı hususlar Türkiye’ye bildirildi. O dönem Orta Avrupa Ülkeleri Türkiye’nin en büyük finansman kaynağı idi, bu kaynakların kısıtlanması üzerine Askeri Yönetimin Vehhabi Suud ve Körfez kaynaklarını talep ettiği günlerdi. Neticede bazı yaşı kemale ermiş ilk sıradaki sanıkların mahkemeye zincirlenerek kötü şartlarda getirilmeleri, avukatların sanıklar ile kısıtlı görüşme zamanlarının uzatılması ve sanıkların savunmaları için imkanların arttırılması gibi bazı hususlar da müspet sonuçlara varıldı. Bizler davayı yurt dışından takip eder iken bize katılan iki yeni ceza avukatını birkaç kez daha davaları izlemeye gönderdik. Artan baskılar neticesi, fayda yerine zarara yol açabileceği endişesiyle bir süreliğine yerinde fiziki takip ve incelemeyi sonlandırdık.