2016 Amerikan Başkanlık seçimlerine Rusya'nın müdahalesi gündeme gelmiş idi ve bu konu çok da tartışıldı.
2016 Amerikan Başkanlık seçimlerine Rusya’nın müdahalesi gündeme gelmiş idi ve bu konu çok da tartışıldı. Tabii ki önce taraflar bu iddiaları kesinlikle ret ettiler fakat, her nedense bir müddet sonra yeni Başkan ilgili servislerin kamuoyuna yansıyan bu doğrultudaki bilgilerinin doğruluğunu teyit eder beyanlarda bulundu. İşte, siyasi tarihte garip bir dönem de böylece başladı.
Sonrası malum; Paris iklim anlaşmasından A.B.D.’nin çekilme kararı, 1945’ten itibaren kendi ülkesi tarafından geliştirilmiş yerleşik Avrupa güvenlik konsepti karşıtı çıkışlar, 2015’te ülkesi tarafından da imzalanmış İran nükleer anlaşmasından çekilme kararı, politik olgunluktan uzak sert ve yüksek tonda nutuk düzeyinde kalan bu nedenle de pek de sonuç getirmeyen İran, Kuzey Kore, Çin ve benzeri ilişkilerdeki girişimler, Orta Doğu halklarının geleceklerini olumsuz etkileyen, halihazırdaki ızdırapları daha da derinleştiren ve kalıcı hale dönüştüren müdahaleler ve benzerleri gibi birçok; dengelerin gözetilmeksizin, eksik analiz sonucu ve yerleşik Amerikan dış politika uygulamalarına aykırı çabalar bu Başkanın uluslararası alandaki icraatları içerisinde sayılabilir.
Evet, seçilerek görevi devir alan bu zatın ve ekibinin idaresi altında bir dönem Amerika’da gayrı safi milli hasılanın artışı gözlemlendi, işsizlik oranlarında vaat edilen düşüş sağlanamamakla birlikte ihracat oranlarındaki artış da gözlendi fakat, bir müddet sonra gelir dağılımından kaynaklanan sosyal eşitsizlikler ve taraflı uygulanan adalet neticesi; etnik topluluklar arası anlaşmazlıkların giderek arttığı da gözlemlendi. Son tahlilde, bu Ülke için; 2016 – 2020 arası pek de başarılı bir başkanlık idari dönemi yaşandığı söylenemez.
Sonuçta, şu veya bu şekilde “Yeni Kıtada” bir dönem sonlandı. Dünyamızın beri tarafına olan etkilerine baktığımızda; meşhur ve meşhum Başkanın, bizler açısından kendi memleketindekinden daha büyük tahribata da yol açtığı düşünülebilir. Birincisi; bu dönemde yeni güç, müttefiki eski güçler ile ilişkilerinin tarihinde görülmemiş şekilde güvenilirlik sorgulamasına yol açmış oldu. Aynı zamanda oluşturduğu çok kötü örnek neticesi; son dönemlerde, Orta Avrupa’da siyasi idarelerin vaat ettikleri aksi toplumların taleplerini karşılamaması nedeniyle; meclislerinden ümitleri gün geçtikçe daha da azalan kitlelerin demokratik sokak /alan gösterileri giderek artmaya başladı, salgın nedeniyle biraz yavaşlayan eylemlerin sonraları kazanacağı boyutu kimse tahmin edemez. Bu yöredeki bir diğer sosyal protesto göstergesi de yüzde 38’ler seviyesine düşen seçimlere katılım oranlarıdır. Aynı süreçte artan kutuplaşmanın neticesi bir kesimin oligarşi benzeri yönetim uygulamalarına yönelimi de bir diğer tespittir. İkincisi ise; bugün, hassasiyetle önemsediğimiz “İslamofobi” olgusu ve beraberinde, doğal olarak gelişen ırkçı fikirlerin orta Avrupa siyasetini etkiler hale gelmiş olmasıdır. Bu durumun sebeplerinden birinin de Atlantik ötesinden ulaşan etkileşimin olduğu düşünülebilir.
İşte, ne oldu? A.B.D. tarihinde hiç görülmemiş bir neticeye varıldı. Seçimi kaybeden Başkanlarının taraftarları Meclislere saldırdılar ve bugün artık eski olan Başkanın kalan son günlerinde vatandaşları tarafından “yetersizlik” ve sair nedenlerle görevden alınması ve de hakkında soruşturma dahi açılması ciddi olarak tartışılıyor, bu da bir otokratın sonu! Ne ilginçtir ki, despotik kişiliklerin hırsları tarafından yönlendirilen eylemlerinin ülkeleri aleyhine orta ve uzun vadede sebep olduğu zararlar pek de onarılamaz türden oluyor. Örneğin; yerel teröristlerini demokrasinin mabedine saldırtma eylemi neticesi, II. harpten beri A.B.D.’nin en büyük silahı olan “demokrasi” söylemini kendileri açısından öyle bir zayıflattı ki bundan böyle, şayet tekrar kullanmaya kalktıklarında İncil’den alıntı yapılarak “önce kendi gözündeki çöpü çıkar” cevabıyla karşılaşmaları kuvvetle muhtemel olacaktır.
Bu durumda, şimdi; berbatlığı toplumunun çoğunluğu tarafından tescil edilmiş olan bir yönetimin almış olduğu vahim kararlar ne denli tartışılacak ve acaba bir nebzede olsa düzeltilebilecek mi? Mesela, yöremizde bir dönem şiddetle karşı çıkılmış olan Kudüs’ün başkent olarak tanınması ve benzer kararlar düzeltilebilir mi ki?
Toplumlar belki çok şeyi kabul edebilirler, fakirliğe dahi bazı dönemlerde milli gurur nedeniyle katlanıldığı görülmüştür ki emsali Milletimizdir, bugüne değin örnekleri de mebzuldür, tabii ki benzer şerefe haiz diğer bazı toplumlarda vardır. Fakat, yönetim biçimi her ne olursa olsun sonuçta toplumlar asla aşağılanmaya ve baskıya tahammül edemezler, bu nedenle de örneğin orta Avrupa’da anayasal sistemler üzerinde başlayan hararetli tartışmalar; oligarşik siyasi yapıların, konumlarını muhafaza için sergilediği her türlü çabaya rağmen pek de uzun süre devam edemeyeceğini gösteriyor. Dolayısıyla Yeni Kıtada dört yıllık ceberrut yönetimin bir şekilde sonlanmış olmasının yansımaları Orta Avrupa ve çeperinde, entellektüel kısırlık neticesi yaşanan toplumsal sıkışmışlık içinde bunalan makul çoğunlukların gayrete gelerek devlet aparatı restorasyonu amacıyla daha demokratik yönetim düzenine doğru ilerleyişleri için fırsat olabilir.