1963 Kasım tarihinden beri İstanbul'da Belediye başkanları şehirde kütüğe kayıtlı halkın oyları ile seçilerek görevlendirilir.
Neticede; bu şehir idaresi ile ilgili son seçimlerin galibini olduğu kadar mağluplarını da tebrik etmemiz gerekir. Şehrimize hizmet için cesaretle ortaya atılmak ve şehir ahalisi yararına yönetim yöntemleri ile ilgili fikirler üretip gece gündüz çabalayarak seçim kampanyaları ile topluma fikirlerin sunumu, bu denli nüfusu barındıran geniş bir coğrafyada son derece meşakkatli ve zor bir iştir, hele de seçimler tekrar edildiğinde.
Aylar boyu; her iletişim mecrasında o kadar çok saygıdeğer fikir belirtildi ve tekrar edildi ki tekrarın tekrarı abes olur. Fakat, asıl temeli teşkil ettiğini düşündüğümüz; dile pek getirilmemiş olan ve dolayısıyla da sorgulanmamış olan bazı ufak tefek noktalar da akılda kaldı.
Sonuçta; bu son iki İstanbul seçimde de adayların ve partilerin seçim kampanyaları programlarının temel ögesini “Demografik Yapı” analizleri, tespitleri doğrultusundaki çalışmalar teşkil etti.Halbuki 1453 Mayısından beri sahip olmakla bitmez tükenmez bir şekilde öğündüğümüz bu Aziz Şehirde yaşayanlarda şereflerin en büyüklerinden olan, sadece “İstanbullu” olarak nitelendirilmiş olabilirlerdi. Fakat ne gariptir ki böyle olmadı ve bu çelişki neredeyse yarım asırdan fazla bir süredir de artarak devam ediyor. Devamlı iç göç alan bu Şehr-i İstanbul nedense asırlar boyu oluşmuş kendi kültürünü koruma yönünde direnemedi ve adeta meydan savaşını baştan kaybetti. Bugün dünya sistemi dolayısıyla toplumlar gittikçe daha da entegre olur iken, memleketimiz içinde, kendi vatandaşlarımızın entegrasyonu demek ki pek gerçekleştirilememiş! Halbuki bu şehir sonradan bağrına ulaşanı kendi üstün kültürü içerisinde kucaklayarak daha da yüceltmeli idi. Her nedense aksi gerçekleşti ve bu aziz şehir, diğer şehirler, kasabaları ve hatta köylerinin dayanışma dernekleri ile dolmuş oldu ve oluşan yöresel komünler büyük şehir kültürü karşısında kendi yöresel kültürlerini daha fazla öne sürerek sessiz çatışma sürecini başlatıp arttırarak pekiştirdiler, neticede de bu anlamsız ve topyekun kayba sebebiyet veren, Şark usulü sürekli çatışmanın galibi ve de siyasetin belirleyici baskın gücü oldular. İşte bugün İstanbulluların belediye başkanının seçiminde belirleyici rol alan kesim; bu hala kendisini dışarlıklı hissedip/ gören, nüfus olarak çoğunluk ve gücünü de sadece bu adet çoğunluğundan alan en büyük baskın kitle… Ne garip 1920’lerde Cumhuriyetimizin kuruluşu esnasındaki Ankara’da bazılarının Payı Taht a anlamsız kızgınlığı sanki hala devam ediyor. Bu öyle geri dönülemez bir merhaleye varmış ki İstanbul’da çoğun şey bu gelinen yöreye göre değerlendirilir olmuş; mesela, bu son seçimler öncesi siyasi partilerin hemen tamamının Belediye Meclis Aday Adaylarına yönelttikleri ilk soru köken ile ilgili olmuştur, tahsil/terbiye, kişisel ve mesleki yetenekler ile ilgili sorular ancak takip edenler.
Son tahlilde, Cihana hükmeden eski Pay i Taht da durum bu haldedir işte! Bundan dolayıdır ki yerel komünler neredeyse, sadece kendi çıkarlarını düşündüklerinden, seçim döneminde sıkça gerçekleştirilen; demokratik katılım toplantıları sürecinde seçmenler tarafından şehir yönetimi için fikir ve öneriler üretip sunulduğuna rastlanılmamakta ve de tüm yükün adaylar üzerine terk edildiği gözlenmektedir. Başkent Ankara dahil, her şehrimizde ise tabii ki durum farklıdır. Siyasi/coğrafi konumundan dolayı en kozmopolit demografik yapıya sahip olduğu zannedilen başkent için seçim analizleri yapan uzmanların bile 31 Mart öncesi Ankaralı adayın seçilme şansının yüksekliğinden bahis ettikleri bir süreç yaşadık! İstanbul’da ise, aksine seçime katılan partiler, kök yörelerine gitmiş seçmenleri adeta taşıyarak seçim günü İstanbul’daki sandıklara ulaşmalarını temin ettiler. Söylenilen son seçim için milyon civarında seçmenin dönüşünün temin edildiği! Bunun yanı sıra bazı adaylar İstanbul Belediye seçimi için ülkenin diğer yörelerinde giderek toplantılar dahi düzenlediler!
Bu durumlar karşısında; artık, kaç kişi kaldıkları bilinemeyen İstanbullular da zaten pek sesleri çıkamayacak kertede sindirilmiş olduklarından o cenahtan pek bir düşünce arzı da beklenemez. Zaten İstanbul’da nüfusa kayıtlı bir vatandaşa nerelisiniz sorusu yöneltildiğinde öğünerek geldiği kök şehrinin ismini söyler, aynı vatandaş yüzyıllardır İstanbul’da yaşayan diğer bir vatandaşa nerelisiniz sorusunu yönelttiğinde aldığı İstanbullu cevabına bir türlü inanamaz, şüpheyle bakar .. Bu garip hususta toplum bilimcilerin toplumu bilgilendirme ile ilgili işlevlerini ne denli yerine getirebiliyorlar bilemiyoruz. Sanki bu çarpık durum Türk insanı için adeta “Tabu” haline dönüştürülmüş ve hiç değinilemiyor!
Tabii ki her birey köken itibarıyla bir yerlerden gelmiştir ve her köken eşit derecede saygıdeğerdir. Fakat İstanbul–Büyük Metropol kültürü, örf ve adetlerine istekli katılım olabilmiş olsa idi bu aziz şehrin birikimi öncülüğünde ülke eğitimi/sanatı, ekonomisi/sanayisi, insani/ulvi değerlere yakınlaşma ve sair hususlarda gelişim seviyesinin bugünkünün fersah ve fersah ilerisinde olabileceği muhakkak idi. Halbuki bugün, bizler itina ile muhafaza edilmesinin milli zenginliğimize büyük katkısı olacağına inandığımız köken kültürlerinin siyasi yelpazenin hemen tamamında aşırı muhafazakar davranılarak hep en önde tutulmaya çalışılmış olmasının kısa vade hesaplarının getirisi ötesinde ülkeye büyük kaybının nasıl telafi edilebileceğini hala da pek göremiyoruz… Aynı zamanda sinsi çatışma sürecinin devamının çokça şikayet edilen “Kutuplaşma” olgusunu besleyen bir unsur olduğu da düşünülebilir. İnanılması güç ama; sadece bir/iki hamle ilerisi düşünülebilen “tavla” kültürünün 20/25 hamle ilerisinin düşünülebildiği “satranç” kültürüne karşı milli beyin dünyamızda hala ve hep önde yer aldığını görüyoruz..
İstatiksel çalışmaların haricinde yorum ve dolayısıyla yol gösterme açısından sıkıntılı toplumumuza ne denli katkı sunuluyor bilemiyoruz! Fakat kendi sezgilerimizden yola çıktığımızda; merhum Türkeş Beyin Hun ve Avar boylarını örnek göstererek “ …Türk Milleti, tarihin bazı dönemlerinde asimile olmaya yatkın olmuştur …” sözü akla geldiğinde, acep? bu nadide metropole yurdun diğer bölgelerinden gelenlerin günlük yaşam gaileleri yanı sıra başka iç korkuları mı mevcut diye düşünmemek elde değil. Basit çe adaptasyon/entegrasyondan aşırı çekinmek niye? Ha bu hislerin göstergesi bazı davranışlarda mevcut, mesela her 29 Mayıs günü hala takma palabıyıklı cengaverler İstanbul’un kalan surlarına çıkarak şehrimizi fethini sanki burası bizim değilmiş gibi temsilen canlandırıp dururlar! Son yerel seçim sonrasında; bir yorumda hayretle İstanbul’umuzun New York ile karşılaştırıldığını öğrendim. Binlerce yıllık şehrimizi belki eski orta Avrupa merkez şehirleri ile sosyolojik olarak karşılaştırıp bazı yakın sonuçlara varılabilir, ama birkaç yüzyıl önce toplama göçmenlerle ortaya çıkan Büyük Britanya Kolonisi ile pek karşılaştırılmamalı idi. Her ne kadar bugün bir finans merkezi ve büyük metropol olsa da, filvaki bu kısa geçmişine rağmen New York’da buluşan göçmenler süratle bir kültür, örf ve gelenek oluşturabilmiş ve taşradan bu şehre göç edenler bu kültürü benimseyerek mutlu ve de verimli olmuşlar, hatta şehirlerini dünyanın önemli sanat merkezi haline de dönüştürebilmişler.
İç göçmenlerin yöresel/etnik aidiyetlerinin neredeyse teşvik edilerek, birlikteliklerinin her daim çok canlı tutulması ve oluşan baskın gurupların seçimlerde oylarına talip olunması bir olgu, tamam da.. 1960’lar ikinci yarısından itibaren Ankara -Maltepe semtinde faaliyete başlayan ve o günlerde pek umursanmayan, yönetimin de Apo kısa ismiyle tanınan şahsın yer aldığı; “Devrimci Doğu Kültür Ocakları” derneği ile başlayan kıvılcımın evrimleştirilerek nasıl yayıldığı, neticesinde on binlerce vatan evladının şehadetine ve milli hazinemizin yüz milyarlarca dolar kaybına yol açan çatışma ortamına dönüştüğü, kırk küsur yıldır da devam ettiği bilinir iken ve bu yöre/etnik siyasal hareketinin, bir yandan da Suriye sınırımızda uluslararası destekli bir diğer yapıya dönüştüğü bu dönemde; acaba? Devlet i Ali den beri, köklü/güçlü varlığı ile öğünülen devlet mekanizması sosyal bütünlük olayının tabiatına aykırı, büyük şehirlere bilhassa 1980 Askeri Darbesi sonrası yönetim tarafından yörelerinden adeta sürülerek gönderilen masum vatandaşlarımızın da bir anlamda korunma için oluşturduğu; bahsedilen köken yöre ile ilgili “hemşeri” örgütlenmeleri hususunda nasıl değerlendirme çalışmaları yaptı ve ülke siyasi örgütlerini ne denli uyardı bilemeyiz..
Neticede, bu yoğun metropole doğru iç göç olgusunun zincirleme etkisi; tabandan/tepeye siyasi yelpazenin tamamını kapsayan fikri fakirlik halini geliştirmiş olabildiğinden de çok kültürlülüğün ulaşabileceği, gelişmenin kaynak dinamiği-zengin milli kültür bütünlüğüne-de hala varılamamış olunabilir. Ülkemiz bu hususta daha bu evrede iken, bugünlerde Japonya’daki G 20 toplantılarında bazıları tarafından “çok kültürlülüğün başlattığı liberalizm evresinin sona yaklaştığından” bahsediliyor!
Sebep sonuç ilişkileri bakımından da konu ancak sosyoloji biliminin inceleyebileceği husustur. Bizler sadece dikkatimizi çeken noktaları anlamaya çalışmak için gayret sarf edebilir ve naçizane gözlemlerimizi aktarabilmenin çabası ile ancak bazı hususları dikkatlere sunabiliriz. İstanbul Belediye Seçimlerinin İstanbullular ve demokrasimiz için hayırlara vesile olmasını temenni ederim…