(Bazılarına göre) "Medeniyetler Enkazı" olarak da adlandırılan bir döneme vardığımız bu günlerde, Avrupa Birliği'nin teorik olarak temelini oluşturan "Humanizm", "Dayanışma", "Demokrasi" ve sair kavramların Atlantik ötesine pek ulaşamamış olduğu zaten bilinir.
Bu günler, salgın hastalık krizinin neden olduğu şartlardan dolayı dünyada; acilen, insanlık macerasının tekrar gözden geçirildiği, ülkelerin ve uluslararası kuruluşların yeniden yapılandırılmalarının, dayanışmanın ve hatta demokrasiyi yeniden keşfetmenin düşünüldüğü günler.
Yine bu zamanlarda, toplumsal alanlardan yoksun, sadece ölümde eşit olan evlerine kapanmış bireyler ise; şartlardan dolayı diğerleriyle biraz daha eşitlenmiş hissediyorlar herhalde. Bu süreçte insanların varlıklarını ve ait oldukları toplumsal sistematikleri gözden geçirdikleri düşünülebilir.
Tabii ki Eski Kıtada da ciddi ciddi gözden geçirmeler başladı, hele de; birbirlerine son derece yakın Fransa, İtalya ve Belçika ya baktığımızda: Komşuda yaşanılanlara en az ilgi ve aynı doğrultuda en az yardımlaşma neticesi büyük bir eza ile karşılaşıldı. Salgının neden olduğu ilk öksürükten itibaren de Avrupa Birliği “miti”nin acaba, dağılarak uçup gittiği mi dahi düşünülür oldu. Gerçekten de aralarında acayip tartışmalar sürüp gidiyor mesela; Napolyon’un Helvetia bölgesinde oluşturduğu üç milletten oluşan İsviçre de Zürih’ten, Alman bölgesinin temsilcilerinden pandemi nedeniyle uygulanan karantina benzeri sosyal hayat kısıtlamalarının ivedilikle sonlandırılmasının ekonomik nedenlerle gerekliliği yüksek sesle talep edilirken federal devletin Frank kökenli sağlık bakanına tembellik ve rehavet düşkünlüğü gibi acayip hakaretlerle saldırılıyor. Zaten Kıtanın bu kuzey güney arasındaki karşılıklı benzer suçlamalar Birlikten çok öncelerine dayanır, bakalım bin bir zahmetle oluşturulan ve de büyük hayali temsil eden ve inanılmaz, hantal bürokrasiye ulaşan bu “Birlik”te neler olacak?
(Bazılarına göre) “Medeniyetler Enkazı” olarak da adlandırılan bir döneme vardığımız bu günlerde, Avrupa Birliği’nin teorik olarak temelini oluşturan “Humanizm”, “Dayanışma”, “Demokrasi” ve sair kavramların Atlantik ötesine pek ulaşamamış olduğu zaten bilinir. Trump’ın gelişinden, otuz yılı aşkın bir süre öncesinden beri büyük güç A.B.D. moral otorite rolünü terk etmiş bulunmaktadır. Tekrardan üstlenmeyi düşünürler mi? Her halde bu aşamadan sonra küçük bir ihtimal olsa gerek. Aslında moral otorite olarak en doğru merkez Avrupa olmasına rağmen, hal i pürmelali nedeniyle kendisini imkan haricine çıkartmaktadır. Büyük ekonomik güç olarak Çin, acaba dünya moral otorite liderliği için düşünülebilir mi? Öncelikle bunu yapabilecek şartlara sahip değil ayrıca da böyle bir istek o bölgede mevcut değil. Bu rol için aday bulunamayan durumda, neticede geriye İkinci Dünya Savaşı sonrası büyük idealler ile galiplerin öncülüğünde kurulan Uluslararası organizasyonlar kalıyor ki bu devasa bürokratik çark kendini yenileyememesi neticesi, mesela; BM Genel Kurul kararlarının dahi Filistin’in işgal edilmiş toprakları hususunda olduğu gibi uygulatma gücünü yitirmiş durumda. Hal böyle iken moral otorite rolünü üslenmesi düşünülemez. Bakalım bu büyük boşluk nasıl doldurulacak.
İçe dönük bakışların arttığı bugünlerde hayatlar tekrardan düşünülür iken; ekonomik, sosyal, moral, iklimsel yıkılışa daha fazla yaklaşıldığı hissedilmesinin sebebi karşılaşılan büyük fırtına. Bu nedenle, artık onlarca yılın daha beklenerek, bakalım neler olacak diye geçirilmesi yerine organizasyonel ve toplumsal restorasyonların ivedilikle gerçekleştirilmesi gerekliliği daha ciddi düşünülür oldu. Yarın, kriz ertesi gün haşince çalan uyandırma zili sayesinde insanlığın geleceği için daha kollektif düşünceler ışığında olumlu yönde harekete geçileceği beklenebilir mi?
Bu büyük kriz sonrası birçok şey yeniden keşfedilecek gibi. Bu bağlamda, gittikçe artan otoriterleşme arzularına karşı demokrasinin de tekrar keşfedilmesi mümkün olabilir. Bugün, şartlar nedeniyle Beyrut’ta, Santiago’da, Paris’te protesto gösterileri duruldu, 2020 sonunda ki A.B.D. seçimlerinin nasıl bir siyasi/toplumsal bir alaşağı olmaya mı yoksa daha demokratik neticelere mi yol açacağını göreceğiz. Neticede, muhtemelen ülkeler vatandaşları oluşturdukları topluluklar vasıtası ve bugünün teknolojik imkanları sayesinde aralarındaki mesafeye rağmen demokrasi eksersizi örneği sergileyebilme imkanına sahipler.
Halbuki, 1960’ların sonunda yayılan Hong Kong gribi dünyada 1.000.000’dan fazla can almış, sadece Fransa’da hayatlarını kaybedenler 31.000’den fazla olmuş olmasına rağmen o dönem bu değişim ve dönüşüm hususları pek düşünülmemişti toplumlar başka heyecanlar peşinde idi. Bugün ise, sanki bir köşeyi unutma endişesi taşır gibi dünyanın tüm köşelerine yayılan salgın vasıtasıyla, çözüm bekleyen ve çok büyük boyutlarda yığılmış insanlığın vahim sorunları daha ciddi düşünülür oldu. Fakat tarihi boyunca biriken sorunları buhrana dönüştüğünde, ancak büyük ve kanlı hesaplaşmalar ile çözüm arayışına meyilli insanlık belki yine beklenen reaksiyonu sergileme kabiliyetine ulaşamayabilir ve uygulanan politikaları onaylamama marjinal protestolar düzeyinde kalabilir. Neticede sorunlar yumağının bu denli artmış olduğu dönemde, örneğin Orta Avrupa da olduğu gibi seçmenlerin çoğunluğunun seçimlere katılmaması gibi pasif tepkilerle hayatlarına bir şekilde devam ettikleri gözlenmektedir, örneğin son başkanlık seçimlerine Fransa’da katılım oranı tüm seçmenlerin sadece yüzde 37’si idi. Bu ve benzer sebepler ve de Kovid krizi karşısında insanlığın bir kez daha hissettiği güvenlik açığı gibi hususlar nedeniyle dünya yüzünde her şeyin, sadece ufak tefek değişiklikler ile kaldığı yerden devam etmesi gibi bir durumla da karşılaşılabilir.
Sağlıklı günler dileklerim ile.