Bu cemaatler – birkaç istisnası haricinde- tasavvufun temel şiarı olan "mâsivadan yani şöhret – servet – şehvetten arınmak" şöyle dursun, bizatihi şöhret – servet – şehvete sahip olmayı amaçlamaktadırlar.

Son günlerin konuşulan hadisesi F.N. isimli bir sözde şeyhin bir kız çocuğuna cinsel tacizi oldu. Bu olayı özellikle son yıllarda hızla artan kadına şiddet ve pedofili eylemleriyle birlikte ele almak gerekir. Kamuoyunda en çok tartışılan noktalardan biri de, bütün bu sapkın eylemlerin genel olarak cemaat çevrelerinde yaygınlaştığıydı. Burada şu sorular karşımıza çıkıyor: “Kadına şiddet neden artmaktadır?” “Bu tip sapkın eylemlerin artmasında dini cemaatlerin payı nedir?” “Kadına şiddet ve pedofili dinen caiz midir?” “Bugünkü cemaatler hangi toplumsal ve iktisadi amaçlara yönelik olarak kurulmaktadır?” Bugün izninizle bu soruları cevaplamaya çalışacağım…

KADINA ŞİDDETİN SEBEPLERİ

Burada Heise’nin 1999 tarihli “Kadına Şiddet: Bir Bütüncül Ekolojik Çerçeve” adlı çalışmasından bilgiler aktaracağım. (Heise, L.; “Violence Against Women: An Integrated, Ecological Framework”, 1998, Population Reports/CHANGE, Volume XXVII, No. 4, December 1999, http://www.jhuccp.org/pr/l11edsum.stm) Heise kadına şiddetin sebeplerini dört ana başlık altında toplamış: Kişisel etkenler, ilişkiye dair etkenler, topluluklara ve topluma dair etkenler.

Kadına şiddet uygulayan bireylerde kişisel etkenler olarak öne çıkan unsurlar şöyle açıklanmış: Küçük yaşta aile içi şiddete maruz kalmak, babasız olmak veya babası tarafından reddedilmiş olmak, küçükken cinsel tacize uğramış olmak ve alkol kullanmak.

Kadına şiddetin oluşmasında kadına şiddet uygulayan bireylerin ilişki durumunun da etkisi bulunmaktadır. Buna göre kadına şiddetin uygulandığı ilişkilerde genelde evlilik içi çatışmalar bulunmakta ve erkeğin hem servete hem de aile içi karar alma mekanizmalarına egemen olduğu görülmektedir.

Bireyler, birey ve aile mensubu olduğu kadar aynı zamanda çeşitli topluluklara da mensupturlar. Genelde düşük gelirli topluluk mensuplarında, işsizlerde, fakirlik sınırındaki bireylerde kadına şiddet daha fazla görülmektedir. Yine kadına ve özellikle çocuğa şiddette akran zorbalığı da önemli bir faktör olarak belirtilmektedir. Üçüncü bir etken de şiddet uygulayan ve şiddete maruz kalan bireylerin genelde kadının ve ailenin toplumdan izole edildiği kapalı topluluklarda ortaya çıktığıdır.

Bireylerin içinde bulunduğu toplumun kuralları da kadına şiddeti arttırabilir. Eğer bir toplumda erkeklerin kadınlar üzerindeki kontrolünü sağlayan normlar varsa, çatışmaların çözümünde şiddet bir yöntem olarak kabul ediliyorsa, erkeklik kavramı aynı zamanda kültürel olarak egemenlik, şeref ve saldırganlıkla bağdaştırılıyorsa ve son olarak da kadın-erkek ayrımı sert kurallarla belirlenmişse o toplumda kadına şiddet daha fazla olmaktadır.

Yukarıda dört ana başlık altında sunulan ve kadına şiddet vakalarında çoğunlukla rastlanan etkenler sanayileşememiş veya yarı sanayileşmiş toplumlarda bulunan tarım toplumu değerlerini yansıtmaktadır. Erkeğe ve kadına verilen ve birbirinden sıkı sıkıya ayrılmış toplumsal roller, aile ve kadının toplumdan izolasyonu, mülkiyetin, servetin ve idarenin daha çok erkek egemenliğinde oluşu, düşük gelir grubuna mensubiyet veya geçimlik ekonomi şartları hep tarım toplumunun toplumsal işbölümünden kalan değerlerdir. Burada bireysel etkenleri dikkate almıyorum. Çünkü yazının konusu itibarı ile cemaat yapılarının katkılarını incelemeyi amaçlamaktayım.

Özellikle son kırk yılda Türkiye’de sosyal devlet ilkesinin yıpratıldığı, milli değerlerin erozyona uğradığı, eğitimin özelleştirildiği, sınıf atlamanın ve para kazanmanın kutsallaştırıldığı, taşradan büyükşehirlere kontrolsüz göçün gerçekleştiği bir ortamda bu etkenler güç kazanmıştır. Türkiye’de büyükşehirlerde tarımsal üretim olmadan tarımsal üretimin işbölümünü (erkek egemen aile ve toplum yapısı) ve

tüketim kalıplarını (yaşam tarzını) devam ettirmek amacıyla insanların bir araya geldikleri topluluklar da çoğunlukla cemaatler olmuştur.

SAPKIN EYLEMLERİN ARTMASINDA DİNİ CEMAATLERİN PAYI NEDİR?

Yukarıda bahsedilen kadına şiddetin sebepleri her hangi bir dine mensup toplumda ortaya çıkabilir. Burada etkili olan faktör dini cemaatlerin savunduğu düşünce veya inanç sistemi değil ama dini cemaatlerin dayandığı sosyolojik ve iktisadi yapılardır. Bu olayların dini cemaatlerde ortaya çıkması, dini ve tasavvufi değerlerin yanlışlığını göstermez. Ancak bu cemaatlerin kapalı yapılar oldukları, sanayileşmenin getirdiği dönüşüme uyum sağlayamayan, kendini kendi emeğiyle var edemeyen bireylerin çaresizliği ve fırsatçılığından beslendiği anlamına gelir. Bu problemler, bugün ABD’de Amish ve Mormon Cemaatleri, İsrail’de Hassidik Cemaati ve yine Avrupa’da benzeri kapalı cemaat yapılarında da gözlemlenmektedir. Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi toplumumuzdaki yozlaşmanın sebebi dinimiz değildir. Hiçbir din yozlaşmaya sebep olmaz. Ancak toplumsal yozlaşma, milli değerlerin kaybı, eşitsiz gelir dağılımı ve adaletsizlik dinin yorumlanmasını değiştirmektedir. Toplumsal ve dini yozlaşmada sebepler dini ve kültürel değil, iktisadi ve sosyolojiktir.

KADINA ŞİDDET VE PEDOFİLİ DİNEN CAİZ MİDİR?

“Pekiyi Hocam, bu adamlar dini kavramlarla ortaya çıkıyor. Hiç mi bu işte dinin kabahati yok?” diye bir soru sorarsanız, cevabım şudur: Biz, özellikle son yirmi yılda, dini meseleleri tartışırken siyasi ve tarihsel olanla dini olanı birbirine karıştırıyoruz. Dinin kaynakları Kur’an-ı Kerîm ve Sünnet-i Nebevidir. Bizim için en güzel örnek Peygamberimizin hayatıdır. Peygamberimizin kadına şiddeti teşvik eden, onaylayan her hangi bir örneği gösterilebilir mi? Dinin temel hükümleri, ahlaki kaideleri, toplumsal ve bireysel açıdan nelerin yapılmaması gerektiğini bildirir. Bunun en basit örneği de “On Emirdir”. Geri kalan dinin belli çağ ve şartlarda tekrar yorumlanmasıdır. Mecellenin temel kaidesidir: “Şartlar değişince ahkâm değişir.” Ahkâm, yani hükümler, insanların yorumlarıdır. Bu da insanların içinde bulunduğu zaman ve topluma göre değişir. Değişmeyen genel hükümler ise Kur’an ve Sünnet’te verilir. Buraya baktığımızda, savaş dışında her türlü şiddet men edilmiştir. Hele evlilik dışı ilişkiler kesinlikle yasaklanmıştır. Dinen caiz olmayan bir eylem tarikat ve cemaatler tarafından meşrulaştırılamaz. Tarikat ve cemaatlerin ilk önce dinin temel hükümlerine riayet etmesi gerekir.

BUGÜNKÜ CEMAATLER HANGİ TOPLUMSAL VE İKTİSADİ AMAÇLARA YÖNELİK OLARAK KURULMAKTADIR?

22 Ekim 2018 tarihinde bu köşede yazdığım “AKIL VE KALBİN EVLİLİĞİ: MATURİDİLİK VE ANADOLU TASAVVUFU” adlı yazıdan bir alıntı yapalım:

“Bugün baktığımızda Türkler arasında İslam büyük şehirlerin kasabalaşmış varoşlarında ve Anadolu’nun ücra kasabalarında hâkim olan cemaat ve tarikatlar vesilesiyle öğrenilmektedir. Gariban vatandaş çocuğum dinini öğrensin, namuslu ve ahlaklı bir birey olarak yetişsin, biz ölünce arkamızdan Kur’an okuyabilsin diye çocuklarını ne olduğu belirsiz cemaat yurtlarına ve Kur’an kurslarına yönlendirmektedir. Bu cemaatler Anadolu tasavvufu ile uzaktan yakından alakalı değildir. Cemaatler, genelde, kapalı kasaba toplumlarında alt yapısı oluşmuş ve kapitalist sistem içerisinde şirketleşmiş kayıt dışı dini görünümlü örgütlenmelerdir. Haliyle, cemaat yapıları sorgulamadan itaat, Allah’a değil cemaate teslimiyet, Peygamberi değil şeyhi/hocaefendiyi rehber kabul etmek üzerine kurulmuştur. Kur’an ölülere okunan ve anlaşılmayan Arapça bir kitaptan ibarettir. Dinin aslına dair, bu cemaat gruplarının bildikleri de şeyhin/hocaefendinin veya filanca ağabeyin söylediklerinden ibarettir. Anlatmaya gerek yok, genelde fakir fukaradan oluşan bu kitlelerin çocukları mürit olarak devşirilmekte, sadakalar geniş kitlelerden toplanmakta ve bazıları bu Orta Oyunundan zenginleşmektedir. Haliyle, bireyin özgürlüğünü, aklın üstünlüğünü ve iman ederken bile neye iman edeceğini sorgulamayı temel olarak kabul eden Hanefi ve Maturidi bir bakış açısını cemaatler kabul edemezler. Çünkü şirketimsi doğaları gereği, nakit akışları halkın cehaletine ve hurafelere bağlılığına bağlıdır.”

Evet, yukarıda da bahsettiğim gibi, Türkiye hızlı kalkınma ve gelişmenin getirdiği kasabalardan büyük şehirlere plansız bir göçle karşı karşıya kaldı. Büyükşehirde tek başına ayakta durmaya yetecek mesleki birikimi, eğitimi ve görgüsü olmayan bu insanlar, tarım toplumundan kalan yaşam tarzlarını korumayı din zannettiler. Yani şehre intibak edeceklerine, kendi gettolarını kurdular. Bu gettolarda hem geleneksel yaşam tarzlarını yeniden üretmek hem de hayatlarını idame ettirecek geliri kazanmak için hemşehri ve cemaat toplulukları olarak örgütlendiler. Bu cemaatler – birkaç istisnası haricinde- tasavvufun temel şiarı olan “mâsivadan yani şöhret – servet – şehvetten arınmak” şöyle dursun, bizatihi şöhret – servet – şehvete sahip olmayı amaçlamaktadırlar. Eğer sosyal devlet bütün kurumları ile işletilmezse, eğitim tek elden devlet tarafından verilmezse, Diyanet İşleri Başkanlığı dini vatandaşa doğru dürüst anlatmazsa, Cemaat ve tarikatların faaliyetleri sadece tasavvufi eğitim olarak sınırlandırılıp para kaynakları ve itikaden savundukları denetim altına alınmazsa daha çok F.N.’lar, Feto’lar görürüz.

Hayırlı Cumalar…