Türkiye'nin yeni bir kara operasyonu düzenleyeceği beklentisi (aslında Ankara bu seçeneği hiçbir zaman ortadan kaldırmasa da) şimdilik bir aciliyet taşımıyormuş gibi davranılıyor.
Bir süre önce Suriye’deki durumu tanımlarken “hareketli bir hareketsizlik” yaşanıyor demiştik. Hareketsizlikten kastımız, bölgede askeri varlığı olan aktörlerin kontrol ettikleri alanlarda Türkiye’nin son kara operasyonundan itibaren büyük bir değişim olmamasıydı. Dolayısıyla aslında Şam Rejiminin ve Rejimi destekleyen İran ve Rusya’nın değiştiremediği, ABD’nin de çok çok sınırlı askeri varlığı üzerinden sağladığı caydırıcılık üzerinden şimdiye kadar garantilediği çok kaypak bir statüko son yıllarda Suriye’de itişme-kakışma yokmuş gibi bir hava yaratıyordu. Bu havayı Şam’ın Arap Birliğine dönüşü için Riyad’ın adeta kendini paralaması ve sonuçta İran ile Rusya’ya selam çakması güçlendirdi, ama sonucu kaypak statükoya sıkışıp kalmış Suriye tablosunu değiştirmedi. Statükoyu oynatabileceği düşünülen gelişmeler gerçekleşmiş değil.
Rusya-Türkiye hattı
Türkiye’nin yeni bir kara operasyonu düzenleyeceği beklentisi (aslında Ankara bu seçeneği hiçbir zaman ortadan kaldırmasa da) şimdilik bir aciliyet taşımıyormuş gibi davranılıyor. Taraflar, diplomasiye şans tanıma mesajlarından geri dönmediler. Ben bu konuda temel muhatabın Şam’dan ziyade Moskova olduğunu düşünenlerdenim. Deprem-seçim-Ukrayna/Karadeniz krizi- Şam’ın Arap Dünyasına geri dönüşü filan derken Rusya’nın Ankara-Şam normalleştirmesi için bastırmayı neden aceleye getirmediğini açıklayacak birçok şey bulabiliriz. Fakat temel zorluk, Türkiye’nin güvenlik hassasiyetini ve endişelerini yatıştırmak konusunun Rusya tarafından kolaylıkla halledilebilecek bir mesele olmamasından da kaynaklanıyor. Rusya, ABD’nin caydırıcı varlık gösterdiği, birilerini araçsallaştırdığı, araçsallaştırdıklarıyla başkaları arasında çıkan sürtüşmelerde arabulucu rolü oynayabildiği bir Suriye’de, üstelik hırslı olan İran’ın ABD ile ilişkileri belirsizken pazarlık yapmak zorunda. Moskova’nın temel önceliğinin de kendi siyasi etki alanını mümkün olan en geniş haliyle tutmak olduğu unutulmamalı yani bugün ve gelecekte bu amaç için iş birliği yapabileceği aktörleri gözden çıkartmamak gibi bir derdi de var. Eh bu çerçeveden bakıldığında Rusya’nın Suriye’de Türkiye’yi güvenceler üzerinden ikna etmesi -imkansız değil- ama kolay da değil. Bu nedenle de ortaya Şam’ın uzlaşmaz tutumu, gerçekçi olmayan beklentileri gibi şeyler sürülerek Ankara-Moskova mesaj-pazarlık kapısı kapatılmadan süreç zamana bırakılıyor. Türkiye’nin sabrı ve zaman birbiriyle iyi geçinebilen bir ikili değil aslında ama Türkiye, Irak-Suriye hattında Irak ayağı üzerinden vereceği mesajlar ve yapabileceği olası pazarlıklar için bu zamanı değerli ve çok akılcı bir biçimde kullanmakta.
Irak, çok önemli
Irak’ta Türkiye’nin mesaj-pazarlık hattının iki temel yol üzerinden somutlaştığını düşünüyorum. İlk yol, biraz yoğun bir hat. Bu yoğunluğa dahil olan aktörleri ve yoğunluğa rağmen verilen mesajın sadeliğini anlamak için yakın zamanda gerçekleşen Hakan Fidan’ın Irak ziyaretine bakmak iyi bir başlangıç noktası olabilir. Fidan’ın ziyareti son derece önemli bir ziyaretti ve önemi nedir diye çokça tartışıldı. Türkiye’nin Irak politikasının sadece Erbil ile sınırlı kalmayacağını, merkezi hükümet, Süleymaniye ve Irak’ta etkili çok çeşitli unsuru içerebileceğini gösteriyor olması kimileri için ziyaretin en önemli mesajıydı. Bence burada sürpriz bir faktör yok, zira Ankara, bir süredir Sudani hükümeti nezdi de dahil olmak üzere konu su olsun, petrol satışı olsun, Kalkınma Yolu projesi olsun kazan-kazan odaklı, çok muhataplı işbirliği mesajını Irak’ta dinleyen her kulağa veriyor. Fidan’ın son ziyaretinin önemi, terörle mücadele gündemi ile ve bu gündemi öncelik haline getirerek kazan-kazan potansiyeli arasında (çok geniş yorumlarsak Irak’ın güçlenmesi arasında) bir bağlantı kurmasıydı. Terörle ortak mücadele edebiliriz ve Irak bu mücadeleden güçlenerek (belki kapasite inşa ederek) çıkar mesajının Ankara tarafından verilmesi, mesajın cazip gelebileceği gerçeği dışında da önemli. Zira Irak’taki iki hâkim gücün, İran ve ABD’nin dışında Irak’ta varlık gösteren, somut varlığı olan bir aktör Türkiye. İkinci yol da zaten bu somut varlığın bir uzantısı. Farkındaysanız, diplomasi ne seviyede kiminle olursa olsun, ekonomi ne durumda olursa olsun, kesintiye uğramayan- dolayısıyla sürdürülebilirliği açık-, sonuçları bakımından gittikçe önem kazanan, MİT ve TSK’nın istihbarat ve cezalandırıcı gücünü ortaya koyan sınır ötesi operasyonları Irak-Suriye bağlantısı üzerinden sürüyor.
Irak, bilindiği gibi, bir zamanlar İran ve ABD’nin kapışma alanıydı. Bugün Irak özelinde tarafların birbirini vurduğu bir yer değilse de İran ve ABD ilişkisinin tüm tuhaflıkları önce Irak- sonra biraz da Irak’a bağlı olarak Suriye’de vücut buluyor. Biden yönetimi aslında iktidara geldiğinde Tahran ile ilişkilerini bir tür yeni Obama anı içerisine çerçevelemek arzusundaydı. Obama yönetimi İran’a dost bir ABD yönetimi olarak anılıyor hatırlanacaktır. Nükleer anlaşma yapıldı, DAEŞ bahanesi ile İran milis kuvvetlerinin Suriye ve Irak’ta güçlenmesine ses çıkarılmadı. Bütün bunları yaparken Obama, Ortadoğu’yu İran’a vermekle dahi suçlandı. Bölgesel dengeleri İran lehine bozmak dışında bu İranperverliği sergilemekte ABD adına büyük bir risk görmedi o dönemin hükümeti; çünkü İran’ın nükleer silah geliştirmesi anlaşma kanalı ile ertelenmiş, yaptırımların kalkması ve anlaşma arasında kurulan bağ-ki anlaşmanın bir Başkanlık anlaşması olduğu ve her sene onay verilmesi gerektiği gerçeğini de bir yana yazalım, İran’ın boğazına ABD yönetimi kendi elini bastırmıştı. Sonra ABD’nin elinin altında Suriye’de ve kimi zaman ötesinde gerektiğinde İran milislerine karşı kullanabileceği PKK/YPG vardı. İsrail -nükleer caydırıcılığı ile ve Suriye’nin güneyinde hareket etme kapasitesi ile- doğal bir dengeleyici idi. Kısaca Obama anı, İran’ı serbest bırakır gibi görünürken ABD’nin yanına çekmek ve sınırlandırmak formülüne dayanıyordu.
ABD-İran hattı
Biden yönetiminin bugün yeni bir Obama anı yakalama şansı gittikçe azalıyor. İran, Obama’nın boğazına bastırdığı, yaptırımlarla süründürdüğü, nükleer anlaşma ile umut verdiği, YPG-İsrail hattı ile dengelediği İran olmanın ötesine geçti. Bugün Körfez ile görüşen, Çin ile iş tutan, Rusya’ya drone satan, BRICS-Şanghay İşbirliği Örgütü üyesi, milisleri Irak ve Suriye’de Kasım Süleymani sonrasında da etkili ve nükleer silaha çok çok yakın bir İran var. Bu İran’ı dolaylı görüşmeler, esir takası, Körfez diplomasisi içerisinde ABD ile yakın hale getirmek, ABD’ye karşı bu bölgede pozisyon almasını engellemek belki mümkün ama tatmin etmek de bir o kadar zor. Üstelik Biden yönetimi, Tahran’ın kazançlarını gözden uzak da tutmak istiyor- malum durumu dikkatle izleyen Körfez’e kötü örnek olmamak lazım. YPG ile İran milislerini dengelemek, İsrail’in nükleer caydırıcılığı üzerinden İran’a doğal denge hattı koymak bu resim içerisinde hala belli bir önem taşıyor tabi ama Obama anı içerisinde olduğu kadar önemli değil. O nedenle ABD’de 2024 seçimi yaklaşırken ve ABD Yönetimi içerisinde İran dosyası ile ilgili baskı artarken ABD’nin var olduğu zeminde (Körfez’de, Irak’ta ve Suriye’de) İran’ın yeni bir Obama anına hapsedilmesi için gücü olan kim var, kim yok bakması çok doğal. İran da bu olasılığı bir şekilde bertaraf etmek için ABD, acaba kime bakar diye etrafına tabiatıyla bakıyor. Dolayısı ile Irak, Türkiye için bir fırsat sahası. Üstelik Türkiye’nin Irak-Suriye hattında Araplarla ve Kürtlerle de teması var. Lavrov’un bir sürelik sessizlikten sonra Fidan ile görüşmesi akabinde birden terörle mücadele hassasiyetini hatırlaması, Adana Mutabakatı ve Türkiye’nin mutabakat çerçevesinde Suriye’de belli bir derinlikte terörle mücadelede varlık gösterebileceğini dillendirmesi Kremlin’in bu bakışmalardan haberdar olduğunu da gösteriyor. Ama tabi bu fırsat sahası üzerinden Türkiye’yi hataya zorlamak, Ankara’ya baş ağrısı yaratmak ve fırsat sahasının yüksek maliyetli olduğunu göstermek isteyenler de olacaktır. Kerkük’teki hareketlenme bize bunu hatırlatıyor.
Deyrizor’da nabız yoklama
Öte yandan Deyrizor’da da bir başka deneme Arap aşiretleri üzerinden yapılıyor. Arap Aşiretlerinin YPG eliyle gerçekleşen demografik değişimden rahatsız olduklarını biliyoruz. Sonuçta topraklarının yitirilen kontrolünü ABD’nin 5-10 askeri üzerinden sağladığı caydırıcılık nedeniyle senelerdir alamıyorlar. Ama neden şimdi Suriye’de temel statüko değişmemişken hareketlendiler. ABD, yukarıda andığımız bakışmaları muhtemelen Arapları da kapsayacak şekilde yaparken YPG-Arap Aşiretleri arasında ciddi bir kapışma körüklendi ve ABD’ye gönlünde yatan aslan kim diye soruldu. ABD’nin aptallık yapıp olaya bodoslama dalmadığını görüyoruz. Zamanında da yaptığı gibi YPG ve Arap aşiretlerini masaya oturtup, biraz petrol, biraz kontrol üzerinden olayları yatıştırıp benim gönlümde birkaç aslana yer var mesajı vermesi de mümkün. Ama, işte her yeni aslan başka bir şey ister ve Washington için bir dikkat dağıtıcı unsur haline gelebilir. Rusya ve İran’ın da hem Araplara hem YPG unsurlarına ulaşabildiğini unutmayalım. Üstelik daha bu yazı yazılırken olaylar yatışmamıştı henüz ve ABD’nin de muhtemelen baş ağrısı kuvvetleniyordu. Günün sonunda kim kimin yanında yer alacak hala tam belli değil. Mesele Rusya, ABD, İran arasındaki nabız yoklama ise araçlar ve araçların şimdilik/geçici olarak ne kazanabildiği de çok önemli değil. Bu çerçevede Ankara’nın en büyük avantajı, hem Irak’ta hem de Suriye’de var olmak ve bir de bu tür nabız yoklamalarına alışık bir jeopolitik tedrisattan geçmiş olmaktır.