Son günlerde gençlik arasında, hatta–size belki şaşırtıcı gelecek ama-İmam Hatip öğrencileri arasında Deizm'in yaygınlaştığına dair ciddi tartışmalar olmakta.
Bizatihi ilahiyat camiasında bu tartışmalar öne çıkmakta. Bugün istedim ki, “Bu Deizm nedir?”, “Bizimle bir alakası var mıdır?”, “Çocuklara bu düşünce sistemi neden cazip geliyor?” gibi soruları cevaplayayım. Sonuçta da, bu işin ekonomi politiğini ele almaya çalışacağım.
DEİZM NEDİR?
Deizm Tanrı’nın varlığını, Evrenin yaratılmasının mutlak sebebi ve tek yaratıcısı olduğunu kabul eden ancak ilahî vahyi ve Tanrı’nın Evrene mucizeler yolu ile mutlak müdahalesini reddeden felsefî inanıştır. Deizm, ayrıca, dini bilginin kaynağı olarak ilahi vahyi reddeder ve evrenin mutlak ilkesi veya tek yaratıcının varlığının akıl ve doğanın gözlemlenmesi yolu ile bulunacağını iddia eder.
Deizm’e teveccüh ilk olarak Aydınlanma Çağı’nda özellikle İngiltere, Fransa, Almanya ve Amerika’daki entelektüeller arasında ortaya çıkmıştır. Doğal olarak, bu kişiler Hristiyan olarak yetiştirilmiş ve Tek Tanrı’ya inanan insanlar olmakla birlikte örgütlü dinle bağlarını koparmış ve Ortodoks öğretide yer alan Teslis, Kitab-ı Mukaddes’in yanılmazlığı ve mucize örneğinde olduğu gibi bazı olayların doğaüstü yorumlarını reddetmekteydi.
Deistler için insanoğlu Tanrıyı sadece akıl ve doğanın gözlemlenmesi yolu ile bulabilir, fakat vahiy veya mucize gibi doğaüstü gösterimlerle bulamaz. Mucizelere Deistler kuşkuyla yaklaşmadıkları zaman bile, en azından bu olguları temkinle karşılarlar. Deizm, Natüralizmle de ilişkilidir, çünkü hayatın ve Evrenin var oluşunu daha üstün bir gücün varlığına bağlar. Deistler için, aynı zamanda, Tanrı’ya inancın içinde bir ruhsal bileşen de bulunmaktadır; şöyle ki, bir çok deist meditasyon yapar ve Tanrı’ya sadece kendi belirlediği bir usulde dua eder.
Belki de Deist kavramının kayıtlı ilk kullanımı Fransız yazar Pierre Viret’nin Instruction Chrétienne en la doctrine de la foi et de l'Évangile (İman Doktrini ve İnciller Üzerine Hristiyan Öğretisi) adlı ve 1564 tarihli eserindedir. Bir Kalvenist olan Viret bu kavramı neo-logism (“yeni söz”cülük) olarak tanımlayıp Deizmi İtalyan sapkınlığının yeni bir çeşidi olduğunu ileri sürmüştü. Viret, bu eserinde “bir grup insanın Yahudiler ve Türkler (Müslümanları kastediyor, DMD) gibi ‘bir çeşit Tanrı’ya’ inandıklarını fakat İncil yazarlarının ve Havarilerin doktrinini efsane olarak gördüklerini” söyler. Ona göre Deistler Hristiyan reformunun insanlara tanıdığı düşünce ve yorum özgürlüğünü yanlış algılayarak sapkınlığa düşmüşlerdir.
Deist düşüncenin yapıcı önermeleri şunlardır:
· Tanrı vardır, tektir ve evreni yaratmıştır.
· Tanrı insana akletme kabiliyeti vermiştir.
Deist düşüncenin eleştirel yaklaşımı ise üç temel üzerinde yükselir:
· Tanrının vahyedilmiş sözüne dayandığını iddia eden kitaplara dayanan dinlerin reddi
· Dini dogma ve “demagojinin” reddi
· Dini gizemler, kehânetler ve mucizelere dair raporlar hakkında kuşkucu duruş.
HRİSTİYANLIK’TA VAHİY, MUCİZE VE KİTAB NE ANLAMA GELİR?
Görüldüğü üzere Deizm, aslında, Hristiyanlar arasında hakim Kilise doktrinine karşı bir tepki olarak doğmuştur. İlk reddettikleri aslında Teslis (Üçleme) inancıdır. İkinci olarak vahyi reddederler. Burada vahiyden kasıt aslında Kilise doktrinindeki vahiydir. Hristiyan teolojisine göre vahyin kendisi Hazret-i İsâ’dır. O Allah’ın sözü olarak Hz. Meryem’in rahmine indirilmiş ve (Hâşâ) Tanrı’nın oğlu ve (yine Hâşâ) bizzat Tanrı olarak insanlar arasında yaşamıştır. Yani İslâm’ın vahiy anlayışından farklı olarak Allah’ın sözü kitap olarak inmemiş fakat Hz. İsâ’nın şahsında cisimlenmiştir. Böyle olunca, Hz. İsâ’nın hayatını yazan İncil Yazarları ve Havâriler, İslâm’a göre sahabeler gibi değerlendirilmesi gerekirken Hristiyanlar tarafından peygamber sıfatına layık görülmektedirler. Aynı zamanda, Hz. İsa’dan yüzlerce yıl sonra bile Kilise’nin tanımladığı bazı kişiler Aziz ilan edilmiş ve onların da doğrudan Tanrı vahyine nail oldukları, Azizlerin yaşarken ve öldükten sonra da mucizeler gösterdiği söylenmiştir. Hatta kurumsal olarak Kilise’nin fermanları da bizatihi vahiyden kaynaklanmaktadır. İşte Deistler hakim ve ceberrut bir din adamı sınıfının kendi iktidar, itibar ve servetlerini arttırabilmek için aldıkları ve uyguladıkları kararların Tanrısallığını ve Kilise’nin kurumlaşmış menfaat şebekesinin kutsallığını reddetmektedirler. Herhalde bu konuda Müslümanlar da hem-fikirdir.
İSLAM İNANCINDA TEVHİD, VAHİY VE PEYGAMBERLİK KAVRAMLARI
İslam’da Allah tek ve mutlak yaratıcıdır. Evreni o yarattığı gibi, evrenin işleyiş yasaları, bu yasaların zaman ve mekâna göre değişimini sağlayan evrim ve hareket kanunları da dahil olmak üzere akıl ve gözlemle bulunabilecek bütün yasaların da koyucusudur. Buna Kur’an’da “Sünnetullah” (Allah’ın adeti veya yöntemi) adı verilir. İslam’da Allah adına söz söyleyebilecek, haram veya helal belirleyecek, İnanca dair herhangi bir kural koyabilecek her hangi bir kişi veya kurum yoktur. Bu bağlamda, yine Kur’an’daki ifadeye göre “Ve lev şâallâhu mâ eşrekû, ve mâ cealnâke aleyhim hafîzâ, ve mâ ente aleyhim bi vekîl. / Allah dileseydi, şirke batmazlardı. Biz seni onlar üzerine bekçi yapmadık. Sen onlara vekil de değilsin. En’am 107)”. Ve yine Kur’an Peygamberi şu şekilde tanımlar: “İnnâ erselnâke bil hakkı beşîren ve nezîren, ve lâ tus’elu an ashâbil cahîm. / Şüphesiz biz seni bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak, hak (Kur'an) ile gönderdik. Sen cehennemin halkından sorumlu tutulmayacaksın. (Bakara 119)” Yani Allah Peygamberi kendisinin insanlar üzerindeki vekili olarak değil, sadece bir uyarıcı (nezîr) ve müjdeleyici (beşîr) olarak göndermiştir. İslam inancında Allah’tan başka ilah / otorite olmadığı gibi, insanların içinde en yüksek mertebeye sahip olan peygamberler de sadece bir uyarıcı (nezîr) ve müjdeleyici (beşîr) olarak tanımlanmıştır. Öyle Kilise, Papa ve Ruhban sınıfı benzeri kişi ve kurumlar yoktur; bu zaten doğrudan şirktir.
O ZAMAN DEİZM NEDEN YAYILMAKTADIR?
Müslümanlar arasında Deizm’in yayılması için hiçbir gerekçe olamaz, çünkü Müslüman bir toplumda kutsallık içeren bir kişi, zümre veya kurum olamaz. Müslüman için ana kaynak Kur’an’dır ve farklı zaman ve toplumlarda Kur’an’ın farklı yorumları öne çıkabilmektedir. Bu yorumlar da kutsal değildir, Peygamber’in sadece bir uyarıcı (nezîr) ve müjdeleyici (beşîr) olduğunu söyleyen bir kitaba inanıyorsanız, Hoca’ların, Hacıların, Gavsların, Mürşitlerin, Müçtehitlerin ve benzerinin kutsal olduğuna inanmazsınız herhalde, öyle değil mi? Çünkü Kur’an ve Peygamberimizin Peygamberliği kıyamete kadar devam edecektir. Dinde, Kur’an ve Peygamber’den başka bir otorite de yoktur.
Yukarıdaki anlatılan toplum bir Müslüman toplumunun nasıl olması gerektiğini göstermektedir. Deizm’in de, aslında, din adı altında iktidar–itibar–servet birikimini sağlayan kurumlaşmış yapılara–yani şirke- karşı bir tepki olarak ortaya çıktığından bahsetmiştik ki, bu kurumların en güzel örneği muhtelif Hristiyan Kiliseleridir. O zaman Deizm’in Müslümanlar arasında yaygınlaşmasından endişe eden ilâhiyatçıların varlığı ve bu ilâhiyatçıların bu konuyu ciddi ciddi tartışması ne anlama gelmektedir? Hiç şüpheniz olmasın, Hristiyan Kilisesi benzeri cemaatlerin ve onların ipe sapa gelmez öğretilerinin yaygınlaştığı anlamına gelmektedir. Çok uzağa gitmeyin, en güzel örnek FETÖ’dür. Biraz okumuş, dünyada neler olduğundan az biraz haberdar olan her genç, bu grupların eylem ve söylemlerini görünce bırakın Deist olmayı doğrudan Ateist olurlar. Yine helal süt emmişler ki, Allah’a inancı korumaktadırlar. Özetlemek gerekirse gençler “İmansız İslam–çıkarcı, din tüccarı ve hurafeci topluluklar” ile “İslamsız İman–Deizm” arasında kalmışlardır.
“Yahu Hocam, ne önemi var ki? İsteyen istediği gibi inansın. Ne var bunda yani?”. Çok şey var. İslam Türk Milletinin milli kimliğinin en önemli unsurlarından birisidir. Bu unsur olmazsa, Türk Milletinin birliği de ortadan kalkar. Vatan bölünür, devlet yıkılır. Bu yüzden mesele milli güvenlik meselesidir. Bu konuyla ilgili devlet ne yapmalı sorusunu da pazartesiye bırakalım.